19 Temmuz 2025 Cumartesi

ÇEVİRİ | 'Mücadeleden kaçan, tarihin dışında kalır'

Lübnan iç savaşında ve siyonist İsrail'in işgal savaşına karşı yürütülen silahlı mücadelede yer alan komünist örgüt DHP Genel Sekreteri Haşişo, "Biz, Filistin, Lübnan ve bölgedeki mücadelelerin küresel sistemin yeniden şekillenmesinin bir parçası olduğuna ve bunun aktif bir unsuru olduğumuza inanıyoruz. Bu mücadeleden kaçan, tarihin dışında kalır" dedi.

Lübnan ve Filistin'deki devrimci güçler, onlarca yıldır İsrail'in işgal siyasetine karşı omuz omuza mücadele ediyor. 1972'de kurulan Demokratik Halk Partisi (DHP), Lübnan iç savaşında ve İsrail işgaline karşı yürütülen silahlı mücadelede yer almış devrimci bir komünist örgüttür. Diğer bazı sol partilerin aksine, Lübnan'ın egemenliğini savunmak ve Filistin'i özgürleştirmek için yürütülen silahlı mücadeleyi hiçbir zaman terk etmedi. DHP, kendisini hem Lübnanlı hem de Filistinli bir örgüt olarak tanımlıyor; programında Filistin'in özgürlüğü ve tüm Filistinlilerin geri dönüş hakkı için mücadeleyi, Lübnan'daki devrimci bir perspektifle birleştiriyor. Böylece Filistin davasını faaliyetlerinin merkezine koyuyor.

Bu röportaj, 23 Haziran'da Beyrut'ta, İran ve Lübnan'a yönelik devam eden siyonist saldırganlık bağlamında DHP Genel Sekreteri Muhammed Haşişo ile yapıldı.

DHP, BÖLGESEL VE KÜRESEL ÖLÇEKTE DAHA GENİŞ MÜCADELENİN PARÇASIDIR

Başlangıç olarak DHP'nin kuruluşu ve bugünkü pratiği hakkında bize bilgi verebilir misin?
DHP 1972'de kuruldu. Biz marksist leninist bir partiyiz ve kuruluşumuzdan bu yana odağımız Filistin'in özgürlüğüdür. Hem Filistinli hem Lübnanlı bir partiyiz; programımız Filistin'in kurtuluşu mücadelesinin yanı sıra Lübnan'daki toplumsal ve sınıf mücadelelerine de yoğunlaşır. Toplumun her kesiminde yürütülen sınıf mücadelelerine ve toplumsal çatışmalara katılıyoruz, aynı zamanda Lübnan'daki silahlı direnişin bir parçasıyız. Lübnan iç savaşına katıldık; bu savaşı, Lübnan'daki siyonist müdahalelere karşı bir kurtuluş savaşı olarak gördük. Ayrıca, işgal altındaki Lübnan topraklarını özgürleştirmek amacıyla kurulan Lübnan Ulusal Kurtuluş Cephesi'nin ayrılmaz bir parçasıydık. İşçi hareketi içinde de derin bağlarımız var. Lübnan'ın çeşitli bölgelerinde halk mücadelelerine katıldık; savaş sırasında ve sonrasında halk komiteleri kurduk, çiftçiler için kooperatifleri destekledik, yaşlılar için okuma-yazma kampanyaları düzenledik, çocuklara yönelik etkinlikler, yaz kampları ve başka sosyal girişimlerde bulunduk. Beyrut'un güneyindeki sahil kenti Sayda'da DHP'nin 1985'ten beri işlettiği bir halk kliniği var; burada her gün insanlar tedavi ediliyor. Korona pandemisinden bu yana DHP, her gün 300'den fazla yemek çıkaran bir halk aşevi de kurdu. 2024 Ekim ve Kasım aylarındaki savaş sırasında, güney Lübnan'dan Sayda'ya çok sayıda mülteci geldiği için günde binden fazla kişiye yemek hazırladık. DHP, sosyal faaliyetlerini yalnızca özel bağışlarla finanse ediyor; böylece STK'lara bağımlı hale gelmemeyi amaçlıyoruz. DHP, bölgesel ve küresel ölçekte daha geniş bir mücadelenin parçasıdır.

FİLİSTİN MÜCADELESİNİN ÖZÜ SİYASİDİR

Filistin davasının parti için merkezi olduğunu söyledin. Lübnan'da çoğu 12 mülteci kampında yaşayan 400 binden fazla Filistinli var. Kamplarda var mısınız ve farklı Filistinli fraksiyonlarla işbirliğiniz nasıl?
Filistinlilerle iki düzeyde çalışıyoruz. Birincisi, Filistin'in özgürlüğüne dair vizyonumuzu paylaşan Filistin direniş fraksiyonlarıyla yakın ilişkilerimiz var. Oslo Anlaşmasını, müzakereleri veya İsrail'le normalleşme projelerini destekleyen fraksiyonlarla hiçbir ilişkimiz yok. İkincisi, Lübnan'daki Filistinlilerin sosyal ve siyasi hakları için mücadele ediyoruz. Ne yazık ki bazı Filistinli fraksiyonlar bunu ihmal edip sadece insani meselelere odaklanıyor; oysa Filistin mücadelesinin özü siyasidir; özellikle de tüm Filistinli mültecilerin vatanlarına geri dönüş hakkı mücadelesi. Kamplardaki Filistinlilerin silahsızlandırılması girişimlerine de kesinlikle karşıyız; çünkü bu silahlar, doğrudan geri dönüş hakkı mücadelesiyle bağlantılıdır. Filistinlilerin silahsızlandırılması, onlardan haklarının alınması anlamına gelir. Bu konuda Lübnan hükümetiyle uzun süredir çelişki yaşıyoruz; çünkü hükümet, Filistinlileri sadece bir güvenlik sorunu olarak görüyor ve siyasi boyutları görmezden geliyor.

KAMPLARIN SİLAHSIZLANDIRILMASI TARTIŞMASI LÜBNAN TOPLUMUNDA KRİZ ÇIKARMA AMACI TAŞIYOR

Mahmud Abbas, mayıs sonunda Lübnan'ı ziyaret ederek kampların silahsızlandırılmasını hükümetle görüştü. Bu silahsızlandırma pratikte nasıl işliyor? Buna karşı direniş nasıl örgütleniyor?
Bu ziyaretin asıl tehlikesi, kamplar içinde Filistinliler arasında iç çatışma çıkarmayı hedeflemesiydi. Abbas, buradaki Filistinli fraksiyonlara danışmadan Lübnan'a geldi. Kamplardaki Filistinlilerin silahsızlandırılmasının son derece karmaşık bir konu olduğunu çok iyi biliyor. Lübnan hükümeti bile, özellikle Nahr el Bared kampındaki (2007'de yüz günden uzun süren çatışmalar sonucu yıkıldı ve 30 binden fazla Filistinli başka kamplara taşındı) deneyimlerden sonra böyle bir adımı atmaya hazır değil. Abbas bunu çok iyi biliyor. Kampların silahsızlandırılması üzerine kamuoyunda yürütülen bu tartışma, Lübnan toplumunda yapay bir atmosfer yaratmak ve kriz çıkarmak amacı taşıyor.

DEVRİMCİLER VE İLERİCİLER SADECE TOPLUMSAL MESELELERLE İLGİLENEMEZ

DHP, toplumsal alanlarda mücadele ve örgütlenmenin yanı sıra siyonist rejime karşı silahlı direnişin de bir parçası. Partiniz askeri mücadeleye nasıl bir stratejik önem atfediyor?
Vatanımız siyonist düşman tarafından saldırıya uğradığında, silahlı direnişin bir parçası olmamız doğaldır ve gereklidir. Devrimciler ve ilerici partiler sadece toplumsal meselelerle ilgilenemez. Biz, ülke içindeki toplumsal mücadelelerle ulusal kurtuluş arasındaki diyalektik ilişkiye inanıyoruz, özellikle de Küresel Güney'de. Baskıcı rejimlere veya emperyalist sisteme karşı mücadele ederken, doğrudan egemen sınıflarla ve emperyalistlerle yüzleşmeden bu mümkün değildir. Bu yüzden, ulusal bilinç temelinde sınıf mücadelesine; sınıfsal analiz temelinde de ulusal kurtuluş mücadelesine katılıyoruz. Somut tehditlerden bağımsız olarak, vatanı ve halkı tehdit eden her tehlike, bizim savunmaya katılmamız gerektiği anlamına gelir. Elbette her dönemin özel koşullarını ve önceliklerini de dikkate alıyoruz. Biz politik kumar değil, sorumluluk temelinde hareket ediyoruz.

TÜM DÜNYADA SOL DERİN BİR KRİZ İÇİNDE

1990'lardan beri dünya çapında devrimci solun gerilediğini görüyoruz. Ortadoğu'da bu gerileme, islami direniş güçlerinin yükselişiyle paralel oldu. Lübnan'da komünistler olarak islami direniş güçleriyle aynı cephede mücadele ediyorsunuz. Bir komünist parti olarak bu gelişmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz, karşılaştığınız zorluklar neler?
Sol derin bir kriz içinde. Sadece Lübnan'da değil, tüm bölgede ve dünyada durum bu. Bunun en önemli nedenlerden biri Sovyetler Birliği'nin çöküşü ve Arap rejimlerinin İsrail'le yaptığı normalleşme anlaşmalarıdır. Ayrıca Körfez Savaşı ve Irak işgalinden sonra ABD'nin bölgedeki askeri varlığı da merkezi bir rol oynadı. Çoğu Avrupa solu, devrimci çizgiden sosyal demokrasiye kaydı. Moskova'yı kaybettik ve reformizmin etkisiyle Avrupa'daki birçok devrimci solu da kaybettik.

Solun çöküşü ve siyonistlerle emperyalistlerin devam eden saldırıları, bir boşluk yarattı; bu boşluğu islami direniş hareketleri doldurdu. Onlar, siyonist işgale karşı çıktı. Ne yazık ki bu, geleneksel solu direnişteki rolünü yeniden üstlenmeye yeterince motive etmedi. Partimiz, Lübnan solunun birliğini sağlamak için birçok girişimde bulundu; ancak şimdiye kadar başarılı olamadık. Lübnan'daki ve Arap dünyasındaki bazı sol partiler gerçekten antiemperyalist bir cephenin parçası değil. Hatta bazıları İsrail ile İran'ı "eşit derecede tehlikeli projeler" olarak görüyor; bu da etkili bir mücadeleyi zayıflatıyor. Solun krizi aynı zamanda teorik bir kriz: Bilimsel, materyalist mücadele analizinden vazgeçmek, emperyalistlerin kapısını ardına kadar açtı, örneğin STK endüstrisi aracılığıyla. Sol partiler ve kitle örgütleri, emperyalist hükümetler tarafından finanse edilen STK'lara dönüştü ve böylece solun içi boşaltıldı. Ne yazık ki birçok örgüt bu tuzağa düştü.

AVRUPA VE ABD'DEKİ DEVRİMCİ SOL 7 EKİM FIRSATINI BİZDEN DAHA İYİ DEĞERLENDİRDİ

7 Ekim'den beri Filistin'de güçlü bir direniş ve dünyada artan bir dayanışma görüyoruz. Bu, burada solun nasıl algılandığını etkiliyor mu? Lübnan ve bölgede devrimci solun yeniden inşası için bir şans görüyor musunuz?
Belki ironik olacak, ama Avrupa ve ABD'deki devrimci sol, 7 Ekim fırsatını bizim bölgemizdeki geleneksel soldan daha iyi değerlendirdi. Bölgedeki bazı sol örgütler 7 Ekim'i bir dönüm noktası olarak görürken, diğerleri bu tarihin durumu değiştirip değiştiremeyeceğinden şüphe duyuyor. İslami direniş hareketleri ise 7 Ekim'i haklı olarak büyük bir başarı olarak görüyor. Fikir ayrılıklarına rağmen, savaş alanında islami direniş hareketleriyle aramızda bir çelişki yok; hepimiz Filistin'i özgürleştirmek istiyoruz. Ne yazık ki, 7 Ekim, buradaki geleneksel solu bir adım bile ileri götürmedi. Biz, emperyalizm ve siyonizmle çatışmanın yeni araçlar, güçler ve öncüler ortaya çıkaracağına inanıyoruz. Avrupa'da yeni radikal sol grupların ortaya çıktığını gördüğümüz gibi, 7 Ekim'den sonra Lübnan ve Arap dünyasında da benzer hareketler görüyoruz.

YENİ GRUPLARLA DİYALOG VE KOORDİNASYON YÜRÜTÜYORUZ

Partiniz bu yeni gelişmelere ve gruplara nasıl tepki veriyor? Pratik bir işbirliği var mı?
1972'deki kuruluşumuzdan beri, komünist hareketin birliği temel sloganlarımızdan biridir. Şu anda partimizi Lübnan'daki Arap Sosyalist Partisi ile birleştirmeye hazırlanıyoruz. Ortak açıklamalar yayımladık ve birleşme yönünde ilerliyoruz; ne yazık ki başkaları ise bölünme yönünde gidiyor. Yeni gruplarla diyalog ve koordinasyon yürütüyoruz. Bu her zaman tam bir birliğe yol açmasa da en azından diyalog kanalları kuruyoruz. Bazı gruplarla tekil konularda, bazılarıyla ise daha geniş alanlarda birlikte çalışıyoruz. Georges Abdallah için Ulusal İnisiyatif buna bir örnek.

FAŞİZME KARŞI YENİ BİR MÜCADELE DALGASI GÖRÜYORUZ

Sovyetler Birliği'nin çöküşü ve Avrupa'da sosyal demokrasinin yükselişiyle sol önemli bir dayanağını kaybetti. Öte yandan Filistin'in özgürlük mücadelesi, küresel sola yeni bir enerji veriyor. Yeni enternasyonalizmi ve Batılı solun Filistin ve bölge mücadelesindeki rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
7 Ekim'den sonra Filistin'le dayanışma hareketinin yükselişi, sadece geleneksel sol sayesinde olmadı; daha çok yeni bir gücün ifadesidir. Filistin meselesi, insanlara kendi yerel mücadelelerini de örgütleme ilhamı verdi. Bu ortam, daha geniş bir hareketin inşasına ve mücadelenin yeni bir seviyeye taşınmasına yardımcı olabilir. Kapitalizm, insanları siyasetten uzaklaştırmayı başarmıştı; ancak şimdi hegemonik güçlerle doğrudan yüzleşme sayesinde yeniden siyasete dönüyorlar. Avrupa'daki devrimci sol, Filistin meselesini doğal bağlamına, sömürgeciliğe ve emperyalizme karşı mücadele bağlamına, oturtarak önemli bir rol oynuyor. Dünyada ayrıca faşizme karşı yeni bir mücadele dalgası görüyoruz. Ne yazık ki bu dinamikler bölgemize tam olarak ulaşmış değil. Biz, Filistin, Lübnan ve bölgedeki mücadelelerin küresel sistemin yeniden şekillenmesinin bir parçası olduğuna ve bunun aktif bir unsuru olduğumuza inanıyoruz. Bu mücadeleden kaçan, tarihin dışında kalır.

*Lower Class Magazine sitesinde yayımlanan röportaj Ivana Benario tarafından ETHA için Türkçe'ye çevrilmiştir. Arabaşlıklar ETHA tarafından konulmuştur. Röportajın aslına buradan ulaşabilirsiniz.