25 Şubat 2025 Salı

Murat Çepni yazdı | Protestoculuğu aşmak

Gözaltı ve tutuklama saldırıları karşısında da her defasında kınayıcılık, demokrasiye, adalete, hukuka davet, devlet ve süreç gerçekliğine uzaklık değil de nedir. Hiçbirimiz söz konusu bu zafiyetlerden azade değiliz. Az ya da çok tüm emek ve demokrasi güçleri, sosyalistler olarak aynı sorunun parçalarıyız.

Riskler ve olanaklar denklemi, içinde bulunduğumuz koşullardaki kadar belirleyici olmamıştır. Özellikle rüzgar önden esmeye başladığında durum ağırlaşıyor. Oysa arkamızdan estiğinde her şey ne kadar da sorunsuz görünüyordu.

Çernişevski'nin dediği gibi: "Tarihin yolu, Nevski Bulvarı'nın kaldırımı değildir; bu yol bazen tozlu bazen çamurlu tarlalardan, bazen bataklıklardan ve bazen çatışıklardan geçer…" 

Özgürlük ve sosyalizm mücadelesinin düz ve çamursuz bir yol olmadığını, ama her badireden güçlenerek çıkmanın yolunun da öncelikle kendimize ve mücadeleye karşı cesur ve açık olmaktan geçtiğini bir kez daha deneyimliyoruz.

Lenin'e göre, komünistlerin en temel görevi halka doğruları eğip bükmeden söylemektir.

Ne kadar da yerinde bir belirleme. Bunu "somut koşulların somut tahlili" diye de geliştirebiliriz. Halkımız da buna, "nerede kaybettiysen orada ara" demiş.

Saray faşist koalisyonu 23 yılın sonunda çürümenin en ağırını yaşıyor. Çıplak şiddet dışında tek bir siyaseti yok artık. Eskiden demokrasi, özgürlük, statüko ve vesayet ile mücadele, AB üyeliği, refah edebiyatıyla kimi solcuları bile yedekleyebiliyordu. Şimdi ise kendi kitlesini konsolide etmek dışında bir hedefi yok.

Kendisi çürürken yoksul emekçi halkımızı da gerçek bir yok oluşa sürüklüyor. "Padişahım çok yaşa" sesinden başka tek bir ses duymak istemiyor. Kendisi her biçimde örgütlenirken, suç imparatorluğunun bekasını garantiye almak için, demokratik örgütlenme adına ne varsa tasfiye etmeyi kırmızı çizgi olarak belirlemiş.

Gözaltı ve tutuklama saldırıları sistematik hale gelmiş durumda. Kimse artık şaşırmıyor. Ama saldırılar karşısında henüz, bariyer oluşturabilecek bir hazırlığa da sahip değiliz. Kürtlerin, Alevilerin, işçilerin, kadınların, ekolojistlerin, gençlerin faşizme karşı birleşik direnişini inşa etmenin henüz çok gerisindeyiz.

Kendi sokağımız için direnmek kolay, ama diğer sokaklarla duygudaşlık kurmak, mücadele ortaklığı geliştirmek ve başkası için bedel ödemeyi göze almak zor. Kürt zulme uğrarken görmezden gelince, işçi açlığa mahkum edilirken susunca, kadın öldürülürken, Aleviler yok sayılırken kendi sokağına kapanınca ne demokrasi gelişiyor ne de sınıf mücadelesi.

Bu tabloda kazananlar da var. Sermaye kar rekorları kırıyor. Cemaatler toplumun tüm kılcal damarlarına kadar örgütleniyor. Çeteler halka kan kusturuyor. AKP gibi bir saadet zinciri organizasyon, yoksulların birinci tercihi olabiliyor hala. Hem uluslararası tekellerin biricik aparatı iken hem de yerlilik ve millilik edebiyatı ile yüz yıllık beka planları yapabiliyor.

Hal böyle iken sosyalistler olarak henüz protestoculuğu aşıp anlamlı bir çıkış umudunu somut olarak temsil etmekten uzaktayız. Umut denen şey somuttur çünkü. En ağır yenilgi koşullarında dahi umudu somutlamak devrimcilerin en ayırt edici yanıdır.

İşçilere, emekçi halka yaşadıkları derin yoksulluğu en çarpıcı istatistiklerle anlatma telaşındayız. En çarpıcı rakamları bulduğumuzda kitlelerin düzenden, AKP'den kopup mücadeleye koşacağını düşünüyor gibiyiz. Niyetimiz bu olmasa da görüntü maalesef böyle.

Ajitasyon ve propaganda kuşkusuz gerçeklerin en çarpıcı aktarımını ve politik iktidar bağlamını kurmayı kapsar. Ancak bizim dikkat çekmeye çalıştığımız, siyasi faaliyetin uzaktan seslenmeye, çağrıcılığa, teşhire ve basın açıklamacılığına dönüştürülmesidir. Hükümete karşı muhalefetçilikle sınırlı bir politik faaliyet olsa olsa durumu idare etmek olabilir.

21. yüzyılda bir işçiye ne kadar yoksul olduğunu, ne kadar güvencesiz koşullarda çalıştığını, ne kadar geleceksiz olduğunu anlatmak sosyalistlerin esas görevi olamaz artık. Sosyalistler olarak görevimiz yakınmak, dertleşmek, koşturmak hatta dayanışma kampanyaları örgütlemek de değil.

Gözaltı ve tutuklama saldırıları karşısında da her defasında kınayıcılık, demokrasiye, adalete, hukuka davet, devlet ve süreç gerçekliğine uzaklık değil de nedir?

Hiçbirimiz söz konusu bu zafiyetlerden azade değiliz. Az ya da çok tüm emek ve demokrasi güçleri, sosyalistler olarak aynı sorunun parçalarıyız.

Devrimci iddianın zayıflaması, yerini hükümet karşıtlığına bırakıyor. Böylece devrimci mücadele açısından önemli olanaklar oluşturan AKP karşıtı zemin, tersine iktidarı güçlendiren bir zemine dönüşüyor. Her günkü ekonomik, demokratik mücadele ile stratejik olanın diyalektik bağını kurmak tam da bugün elzem hale gelmiş durumda.

Toplumda öfke ve eleştiri düzeyi hiç olmadığı kadar yüksek. Burjuva siyaset teşhir olmuş durumda. Herkes yoksulluğun temel sebebinin sömürü ve hırsızlık düzeni olduğunu biliyor. Ama alternatifi örgütleme ve özneleşme konusunda büyük bir boşluk içerisinde. Harekete dönüşemeyen tekil direnişler başarılı olsa da olmasa da mevcut hal ve gidişatı değiştiren bir rol oynayamıyor. Çünkü en başta iddia sahibi sosyalistler olarak durumun önümüze koyduğu görevlerle tutarlı bir ilişki kurabilmiş değiliz.

Yoksul kitlelerin harekete geçmesi için devrimci bir odağa ihtiyacımız var.

Bu iktidar dönemindeki kitle hareketlerinden çıkan somut ders ne olabilir?

Bütün bu dönemde her türlü ideolojik siyasi ve polisiye baskıya rağmen halk sokağı terk etmedi, yeni örgütlenmeler yarattı, ama faşist abluka dağıtılamadı.

En kritik anlar olarak, Gezi ayaklanması, 7 Haziran, Kobanê direnişi ve serhildanlar; meclisler, forumlar, seçim mücadeleleri; HDK ve HDP'nin kurulması. Sonrasında Emek ve Özgürlük İttifakı (EÖİ) ile halkanın bir adım daha genişlemesi hedeflendi ama maalesef vekil hesapları gibi oldukça umut kırıcı tartışmaların gölgesinde kaldı ve başarısız bir girişim olarak sicilimize eklendi. Daha da kötüsü, EÖİ kendisini iktidar gücü olarak ortaya koymak yerine başkalarını işaret etti. Bugün kitlelerdeki umutsuzluk ve güvensizlik halinin bir sebebinin de bu politikasızlık olduğunu söylememiz gerekir. Yoksa şöyle demiş oluruz, "yaptığımız her şey doğruydu ama ne olduysa başarısız olduk…"

Bugün de öfkeli, arayış içinde olan kitlelerin yeniden birleşik şekilde sokağa çıkabilmesi için cesaret verecek şey, başarısız kaldığımız birleşik önderlik ve mücadele dersinden sınavı geçmektir. Bütün sürecin deneyimlerini hiçbir kaprise kapılmadan eleştirel süzgeçten geçirerek, başarmak zorundayız.

Eksiklerimize, risklere devrimci bir akılla bakarak hızlıca olanakları değerlendirmeye girişmekten başka yolumuz yok.

Yürümeden hiçbir olanak realize olmayacak. Kürt sorununda demokratik çözüm için de, işçi sınıfının kölelik zincirlerinin kırılması için de, doğa talanının durdurulması için de devrimci-demokratik bir mücadele programı etrafında birleşmeyi başarabiliriz. Bunun koşulları fazlasıyla var. Sermaye devletinin saldırılarını buradan okuyarak görev çıkartmaya odaklanabiliriz.

Ya başaracağız ya başaracağız…

*ESP Eş Genel Başkanı Murat Çepni