15 Mayıs 2025 Perşembe

Süleymaniye'de NADA kongresinin ilk günü tamamlandı

Süleymaniye'de birinci kongresini gerçekleştiren NADA, çok sayıda başlıkta tartışmalar yürüttü. Çok sayıda ülkeden kadınların katıldığı kongrede, kadınların özgürlük mücadelesiyle daha da güçlü olacağını vurguladı. 

Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesel Demokratik Kadın Koalisyonu (NADA), Süleymaniye'de birinci kongresini gerçekleştiriyor. Kongreye Ortadoğu, Kürdistan, Türkiye, Kuzey Afrika, Kuzeydoğu Suriye ve birçok ülkeden kadınlar katılırken; kadınlar kongreye yöresel kıyafetleriyle katıldı.

Kongre, açılış konuşmalarıyla başladı. Açılış konuşmasını kongreye ev sahipliği yapan Kîner Abdullah gerçekleştirdi. Kîner Abdullah, erkek egemen sisteme karşı mücadele edileceğini ve kongrenin sonunda olumlu sonuçlar alınacağı mesajını verdi.

'DEMOKRATİK TOPLUM HARİTAMIZI ŞEKİLLENDİRELİM'
Hazırlık Komitesi adına Büşra Ali, kendi bölgelerinde kadınlara yönelik saldırılara karşı bir araya geldiklerini söyledi. Büşra Ali, şöyle devam etti: "Siyasi olarak bölgemizde çok fazla şey yaşanıyor. Her yerde kadınlar, kendi bedenleri ve kimlikleri için mücadele ediyor. Kadın bedeni bir siyasi obje olarak kullanılıyor. Bu nedenle bu konferans, bizim için önemli bir adımdır. Ülkemizdeki savaşlar örgütlenmemize izin vermedi. İkinci konferans Afrika'nın kuzeyinde gerçekleşmişti. Onlar çok tarihi notlar çıkardılar bölgesel kadın birliği ve dayanışması. Savaş rüzgarlarına, erkeklerin amaçlarına karşı mücadele ettiler. Bizim bir arada bulunmamızda öfke ve birlik mücadelesi yer alıyor. Biz kadınlar için özgür alanlar yaratmak istiyoruz; kadınların asimile olmadığı bir dünya hayal ediyoruz. Buradaki kadınlarla değil, tüm devrimci kadınlarla bir aradayız. Tüm kadınlarla birlikte demokratik toplum haritamızı şekillendirelim."

Kongre, dünyanın dört bir yanından gelen kutlama mesajlarının okunmasıyla devam etti.

TAJÊ: MÜCADELEMİZDE GÜÇLENECEĞİZ
Sonrasında Tevgere Jinen Êzidî (TAJÊ) adına Xatul Ava söz aldı. Kongrenin tüm kadınlara ve Ortadoğu'daki kadınlara hayırlı olması dileğinde bulunarak şu ifadeleri kullandı: "Êzidî toplumu olarak 74 soykırıma maruz kaldık. 2014 yılında DAİŞ tarafından soykırıma uğradık. Binlerce çocuk ve kadın hâlâ DAİŞ'in elinde esir. Êzidî kadınlarla öz gücümüzle örgütlendik. Sayın Öcalan'ın dediği gibi özgür toplum, demokratik toplumdur. Mücadelemizle daha da güçlü olacağız. Buna inanıyoruz ki kongrede daha emin kararlar alınacak. Adımlar jin Jiyan azadî felsefesiyle atılacak. Hepinizi kutluyoruz. Biji serok Apo! Jin jiyan azadî!"

'TALİBAN AFGANİSTAN'DAN ÇIK'
Afganistanlı kadınlar adına Zoya El Ef konuştu. Afganistanlı kadınlar olarak bağımsız bir mücadele alanı oluşturduklarını belirten Zoya El Ef, Taliban'ın Afganistan'ı işgal etmesiyle birlikte mücadeleye başladıklarını kaydetti. El Ef şunları söyledi: "Taliban rejiminin normalleştirilmesine karşı, 'Taliban Afganistan'dan çık' diyoruz. Savaş ve güvensiz koşullar bizi çaresiz bırakarak sürgüne zorladı. Taliban iktidarı ele aldıktan sonra mücadele etmeye başladık. Eylemler yoluyla birbirimizi tanıdık. Karar verdik: tek bir ses olup halklar için sesimizi yükseltebiliriz ve korkmayabiliriz. Maske ile görünmemizin nedeni yüzümüzü göstermek istemememizdir. Bir öncü ile görünmek istemiyoruz. İnanıyoruz ki bu ses, yaralarımızı, kadın direnişini ve Afganistan halklarının direnişini gösterecek. Onların temsiliyetini tüm dünyaya yayabileceğiz. Afganistan'daki kadınlar, pratikleriyle dünyaya örnek oldular."

'DÜNYA AFGANİSTAN İÇİN NEDEN BİR ŞEY YAPMIYOR'
Çocuklara ve kadınlara yönelik baskılara da dikkat çeken Zoya El Ef, sözlerine şöyle devam etti: "Kadınlar tek başına yolculuk yapamıyor. Spor salonlarına gidemiyorlar. Tüm toplandıkları alanlar yasaklanmış durumda. Kültürel etkinlikler olan Newroz ve Yelda Gecesi yasaklanmış durumda. Tüm bu atmosfere rağmen direniş hala sürüyor. Kadınlar ve erkekler ülke içerisinde gizli bir şekilde örgütlenmekte. Direnişin videoları bize gizli bir şekilde ulaşmakta. Kadınlar kararlı. Kapanmak istemeyen kadınlar tecavüze maruz kalmakta ve kaybolmaktadır. Protestocu kadınlar her türlü mücadeleyi yürütüyor. Tüm dünyada şahit oluyoruz ki Taliban'ın meşrulaştırıldığını görüyoruz. Taliban bazı ülkeler tarafından terör listesinden çıkarılmış durumda. Afganistan göçmenleri Avrupa ülkelerinde mülteci listesinden çıkarılıyor ve insan hakları kötü bir noktaya sürükleniyor. Dünya Afganistan için neden bir şey yapmıyor?"

'3. DÜNYA SAVAŞI İLAN EDİLMEMİŞ KADIN KIRIMI SAVAŞIDIR'
Verilen aranın ardından, "3. Dünya Savaşı ilan edilmemiş, kadın kırımı savaşıdır" başlıklı sunuma geçildi. İlk olarak, Tevgera Jinen Azad (TJA), "3. Dünya Savaşı'nda Ortadoğu'daki aşamaları" başlıklı sunum yaptı. Barıştan söz edildiğini, dünyada çok fazla savaş, çatışma olduğunu söyleyen TJA aktivisti Hacer Özdemir, yıllardır egemen güçler tarafından ciddi bir çatışma ortamı olduğunu, Ukrayna, Rusya, Hindistan, Pakistan savaşlarını örnek verdi. Hacer Özdemir, "Bu güçler Ortadoğu'ya yerleştiler. Birinci ve ikinci dünya savaşını üçüncü dünya savaşı gibi adlandıramıyoruz. Bu savaş, teknoloji savaşıdır. Kadın mücadelesine yönelik bir savaştır. Bunu Kürt halk önderi Abdullah Öcalan söyledi. Ortadoğu medeniyetin başladığı yer, birçok ilerlemenin yaşandığı yer. Emperyalist güçler, bu kaosun sürmesini istiyorlar. Sayın Abdullah Öcalan da bu uyarıyı yaptı. 'Bu savaşa karşı biz de mücadelemizi verelim, tavrımızı gösterilim' dedi. Halk mücadelesine başladı ve bu mücadele sürüyor. Bu uyarı aslında doğrudan kadınlara yapılmış bir uyarıdır, tankla, topla savaşmıyorlar ama bir akıl savaşı var. Afganistan adına konuşan arkadaş da dile getirdi, Afrika, Kuzey Afrika ve Ortadoğu kadınlar için tam bir cehennem haline gelmiş durumda. Bu savaşçı zihniyete karşı mücadele etmezsek kendimizi suçlu hissetmemiz lazım. 27 Şubat'ta Abdullah Öcalan'ın yaptığı çağrı kalıcı bir barışın, demokrasinin sağlanması için yapılan bir çağrıydı. Demokrasi inşa edilmezse, barış kalıcı hale gelmezse kadınlar olarak kendimizi var etmemiz daha zor olur" dedi.

'ÖZGÜR KADIN MÜCADELESİ VERECEĞİZ'
Kürt halkının yaşadığı sorunların sadece halkın değil, Ortadoğu'nun sorunu olduğunu dile getiren Hacer Özdemir, çözülmemiş her sorunun alt yapısında Kürt sorunu olduğunu kaydetti. Hacer Özdemir şöyle konuştu: "Demokrasinin inşa edilmesi kadınlarla mümkündür, kadınlar savaşa hiç öncülük etmedi. Savaşı çıkaran hep erkekler oldu. Savaşın panzehiri de kalıcı bir barışın olması bizim işimiz çok zor. 'Kadın özgürleşmeden toplum özgürleşmez' sözü çok derin bir sözdür. Bu sözden yola çıkarak, yol ve yöntemlerimizi gözden geçirelim. Her şeyden önce kendimize güvenelim. Bu kaosu durdurma gücümüz var. Herkes kaldığı yerde kendi mücadelesini veriyor ve bu mücadele savaşa karşı verilen mücadeledir. Kimse ben bu savaşın uzağındayım, beni etkilemiyor diyemez. Yürütülen bu savaş yaşamlarımız üzerinden ne kadar etkisi var? Coğrafyamızın üzerinde ne kadar etkisi var. Bu suni sınırları biz koymadık, egemen güçler çizdi. Bu sınırlara karşı mücadele edelim. Emperyalist ve cihadçı güçlere izin vermeyelim. Bu büyük bir mücadele dönemidir, Halepçe'den biliyoruz, Êzidîlere yönelik soykırımdan biliyoruz, Rojava'dan biliyoruz. Bu savaşlara karşı omuzlarımızda büyük bir yük var. Ülkemizin özgürleşmesi ve kadının özgürleşmesi birbirine bağlıdır. TJA olarak; özgür kadın mücadelesi vereceğiz. Sayın Öcalan'ın yaptığı çağrı sadece Kürt halkına değil tüm dünyaya yapılan çağrıydı. Tüm halklar bir arada yaşayabiliriz dedi. Bunu Rojava'da görebiliriz. Halkların birbiriyle sorunu yok, ulus devletlerin sorunları var. Birbirimizle ilişkimizi kesmek istediler. Eğer oturmuş bir demokrasi olursa, devletler demokratik olursa ve kalıcı bir barış sağlanması için rolümüzü iyi oynamamız lazım. 'Jin, jiyan. azadî' felsefesiyle savaşları durduracağız, tüm halklar için demokratik konfederalizm modelini oluşturacağız."

'ULUS DEVLET SESSİZ KADINI OLUŞTURMAYA ÇALIŞTI'
Kongre, sunumlarla sürdü. Qamişlo'dan gelen Sema Bekdaş, "Kadına karşı ataerkil tahakküm aracı olarak ulus devlet modeli ve demokrasinin olmayışı" başlıklı konu üzerinden sunum yaptı. Ulus devletin bir proje olarak ortaya çıktığını dile getiren Sema Bekdaş, "Ulus devlet, başkalarını yok etme üzere kendini kurdu. Hegemonik bir materyal gibi, tek devlet, tek millet üzerinden şekillendi. Ataerkil bir sistem üzerinden kendini inşa ediyor. Kadınları bu sistemin dışına itti; toplumsal yaşamdan uzaklaştırdı. Kadınlar eskiden ekonomik alanda kendine daha fazla yer bulurken, egemen güçler kadınları bu alandan uzaklaştırdı. Birçok alanda ulus devlet sistemi kendini dayattı. Önder Apo, 'Ulus devlet bir egemen güçtür, ataerkil ilişkiler içindedir' diyor. Cinsiyetçi ve sınıfsal anlamda, ulus devlet bir devlet değil, bir sistemdir ve her yeri kontrol etmek istiyor. Kadınlar, yaratılan bu ulus devletin kurbanlarıdır. Ulus devletler, Ortadoğu'da hegemonik güç yaratıyor. Osmanlı devletinin çöküşü ve ulus devletin inşasından sonra birçok ülke parçalandı. Bu süreçten sonra cinsiyetler arası ciddi bir hiyerarşi oluştu. Ulus devlet, sessiz kadını oluşturmaya çalıştı" dedi.

'BİRLİKTE MÜCADELE ETMELİYİZ'
Irak ve İran savaşını örnek veren Sema Bekdaş, insanların yıllarca sessiz bir şekilde kırıma uğradığını kaydetti. Sema Bekdaş, "Bu bölgedeki erkekler, kontrollerini kadınlar üzerinde kurmak istediler. Ulus devletler, kadınların yaşamlarını bir zindana çevirdi. Kocasının kölesi, çocuklarının annesi konumuna düşürdü. Hiçbir görevi olmayan, şehvet imgesi olarak gösterildi. Kadın ölümleri, eğitimden uzaklaştırma, çocuk yaşta evlilik birçok ülkede hala yasal. Milliyetçilik, kapitalizm ve erkekliği tek bir sistem olarak görebiliriz. Bunun değişebileceğini düşünüyoruz. Kadınlar bu sistemin birinci kurbanları olarak seçilmiş. Kadınların bedenleri üzerinden ticaret yürütülüyor, namus adı altında öldürülüyor, ekonomik şiddete maruz kalıyor, siyasetten uzak tutuluyor. Göçe maruz kalan kadınlar, özellikle Arap kültüründeki kadınlar, tecavüzlere maruz kalıyor. İran'da devrimden sonra hicap, ulus devletin sembolü haline geldi. Kanunlar tamamen erkekler için dizayn edilmiş. Bu kanunlar, kadınları yönetmek için yapılmış. Kadınların kendilerini savunmaması için yaratıldı bu kanunlar. Ama bizler, Abdullah Öcalan'ın önerdiği yeni yaşamı kurmak için hep birlikte mücadele etmeliyiz" ifadelerini kullandı.

'DAİŞ, İSLAM'I KİRLİ AMAÇLARINA ALET EDİYOR'
Ardından Esma Kaftaro, "Siyasal İslam'ın yükselişinde araçsallaştırılan kadın bedeni" üzerine sunum yaptı. Esma Kaftaro, "İslamiyet'ten önce kadınların dünyaya gelmesi ayıp sayılıyordu. Bazı yerlerde kadınların yaşaması dahi yasaktı. Ama Meryem bir direniş başlattı. Kadınlara güç ve iman verdi. Kur'an'da kadının öncü rolü görülüyor. Kadınların eşitliği net bir şekilde ortaya konuyor. İlk İslamiyet tarihinde, kadınların rolü bu kadar ilerlememişti. Mücadele eden kadın öncüler toplumdan uzaklaştırıldı, bu kabul edilemezdi. Hz. Muhammed'in kadınların toplumdaki yeriyle ilgili söylemlerini biliyoruz. Kadınlar özgürdür; politik İslamî alanda daha aktif çalışabilirler. DAİŞ, İslam adına savaştığını söylüyor ama İslam'ı kullanarak kirli amaçlarına alet ediyor. Resulün mesajları bu zihniyetin tam karşısında yer alır. Kadınların tümü bir engel olarak görülüyor. Ama umuyorum ki, tüm bunlara karşı bu mücadele bizim için gerçek bir birlik yaratır" diye belirtti. 

'ATAERKİL SİSTEM, HUKUKLA KADIN KIRIMINI MEŞRULAŞTIRIYOR'
Ardından Busra AbuEl-İs, "Ataerkil sistem, hukukla kadın kırımını meşrulaştırıyor" başlıklı sunumunu yaptı. Bazı kanunların zaman zaman kadınları koruduğunu, ancak her gün kadınların katledildiğini belirtti.  Busra AbuEl-İs, "Birçok kanun, 'namus' adı altında öldürülen kadınların katillerini de koruyor. Uluslararası sözleşmelere baktığımızda, kadınları ve çocukları koruyan maddelerin önemini anlıyoruz. Bazı ülkelerde tecavüze uğrayan kadınlar öldürülüyor. 'Şeref' adı altında kadınları katleden kanunlar var. Şeref kelimesi kadınlar üzerine kurulmuş. Kuveyt'te 273. kanun diyor ki, 'Eğer bir kadın ya da kız kardeşi başka bir adamla birlikteyse, zina yapmışsa ve adam bu kadınları öldürmüşse, bu adama hafifletici sebepler uygulanır.' Bu, namusunu temizleme olarak görülüyor. Erkek çocukları annelerine karşı bunu yapabiliyor. Bu kanunlar hala devam ediyor, değişmeleri için çok mücadele veriliyor. Bir adam, 'namus' adına bir kadını öldürürse, adama para veriliyor ve ceza almıyor. Kuveyt kanunlarının değişmesi gerekiyor. Irak'taki 430/B maddesine göre kadın dövülebilir, hatta öldürülürse bile, bu 'namus' adı altında indirim sebebi sayılıyor. Irak kanununda 'kadını ve çocuğu terbiye etmek' ifadesiyle kadına ve çocuğa her şey reva görülüyor. Buna dair savcılığa itiraz ettik, ancak itirazımız reddedildi. Cinsel istismar çok yaygın ama çocuklar da asla korunmuyor. Irak'ta çocuklar ve kadınlar şiddet nedeniyle ölüyor ama onları koruyacak kanunlar yok" ifadelerini kullandı. 

'EKOLOJİK  KIRIMLAR KAPİTALİST SİSTEM İÇİNDE YAŞANIYOR'
Afaf Gattaşa ise "Küresel kapitalist sistemin ekolojik kırıma karşı kadın mücadelesi" başlıklı sunumunda, ekolojik yıkıma dikkat çekti: "Ekolojik kırımlar, kapitalist sistem içinde yaşanıyor. Kapitalizm, doğayı kendi bünyesi altına alarak bir ticaret alanına dönüştürdü. Sistem, bizi doğadan uzaklaştırmak istiyor. Kapitalizm hegemonik bir materyaldir, doğa üzerinde de bu materyal sürüyor ve dünyamızı yok ediyor. Doğa bilerek tahrip ediliyor. Kadının doğadan, ekolojiden aldığı emek de yok ediliyor. Küresel ısınmanın farkındayız, bu artıyor ve yer altı kaynakları tükenme noktasına geliyor. Bu, dünya için büyük bir krizdir. Tahribat sadece doğada değil, denizlerde, göllerde, ormanlarda da sürüyor. Denizler ve okyanuslar, geçmiş yıllara oranla çok daha kirli. Kimyasal maddeler denizlere dökülüyor, canlı türleri yok oluyor. Endüstriyel kimyasallar sulara karıştıkça içme suları da azalıyor. Uluslararası raporlar da bu vahim durumu ortaya koyuyor. Arap toplumlarında susuzluk ve çölleşme ciddi bir sorun. Şu an bir doğa krizinin içindeyiz. Bu durumlar cinsiyetçilik ve milliyetçilikle iç içe geçmiş durumda."

'SAVAŞ KADINLARA YÖNELİKTİR'
Ekolojik yıkımın kadınlar üzerindeki etkisine de değinen Afaf Gattaşa, "Ben Filistin'den geldim. 65 yıldır Filistin halkı bir insanlık soykırımına maruz kalıyor. Mücadele ediyor. Son dönemlerde işgalci güçlerin faşist yöntemleri daha da arttı. Bu işgalciler güçlü devletler tarafından destekleniyor. 67 yıldır bu savaş sürüyor ve işgalciler bu savaştan besleniyor. Bu sadece Filistin'i değil, doğamızı da yok etti. Biz, işgalcilerin gölgesinde soykırıma uğruyoruz. Hem insanlık hem doğa kırımı ciddi boyutlarda yaşanıyor. Bu kırımın etkileri önümüzdeki yıllarda çok daha fazla hissedilecek. Bu savaş, kadınlara yönelik bir savaştır. İşgalciler kimyasal silahlar ve tanklarla saldırıyor, bunun sonuçlarını yakında daha da ağır göreceğiz. Yeni doğan çocuklar hasta doğuyor. Filistin'de büyük bir göç yaşandı ve geri dönüş yolları tamamen kapatıldı. İşgalcilerin ilk işi doğayı talan etmekti. Biz kadın mücadelesini ekolojik mücadeleden ayıramayız. Ekolojik sorunlar aynı zamanda kadın sorunudur. Bunlar çözülmeden kadınların sorunları da çözülmeyecek. Doğa bilincini yükseltmemiz gerekiyor. Güçlüyüz. Bunlara dur demek için söyleyecek çok sözümüz var. Üretim yapan kadınlara destek vermemiz lazım. Ancak bu şekilde atmosferimizi koruyabiliriz" dedi. 
 
İKİNCİ OTURUM SUNUMLARLA SÜRDÜ
İkinci oturumda ise "Ortadoğu'da tarihsel kadın mücadelesi", "Anacıl toplum mirası", "Kadınların toplumsal-kültürel varlığı yaşatma ve geliştirmedeki rolü", "21 yüzyılda kadın mücadelesi düzeyi-zorluklar-fırsatlar", "Güney Kürdistan'da Kürt kadın gerçekliği" başlıkları üzerinden sunum yapıldı.

İlk olarak Jineoloji yazarlarından Rojda Yıldız, "Anacıl toplum mirası" üzerine sunum yaptı. Jineoloji'nin 15 yıldır Öcalan'ın ortaya koyduğu kavram olduğunu ve bunun üzerinden yürütülen bir kavram çalışması olduğunu kaydeden Rojda Yıldız, "Kadına yönelik şiddetin daha köklü daha derin tartışmak gerektiğini önemsiyoruz. Kapitalizm ve ulus devlet zihniyeti kadını, kadının yarattığı ilişki biçiminde tahribat yaratmıştır ama sadece bu değil. Mitoloji, din, felsefe, bilim düzenli olarak kadın ve erkeğin ne olması gerektiğini kadın aleyhine yorumladılar. Sadece kapitalist modernitenin bir bütün içerisinde bilgi yapılanmalarını içeriyor. Ortadoğu, Afrika coğrafyası toplumsallaşmanın ilk çıktığı coğrafya. Batı toplumlarına göre çok daha derin yaşamaya devam ediyor. Sadece kadına yönelik şiddetle ilgili değil bu şiddetin ortadan kalkması için tartışılması gerekiyor. Sürekli hepimizi yeni ve ilerici düşünmemizi istiyor. Yeni olan nedir? Yeni olan her şey güzel midir? Jineoloji uzun bir süredir kapitalizme ve modern kapitalizme eleştirel getiriyor. Hepimiz, bin yılların tahrip edilen beyinleriyle düşünen insanlarız. Hakikat kırımına tabi tutulmuş insanlarız. Kadın nedir? Erkek nedir? Kadın erkek toplumsallaşması nedir? Geçmişi referans alarak bugünde canlı olarak yaşadığımız şeyler var" dedi.

'İNSANLARI ARADA TUTAN ŞEY DAYANIŞMA KÜLTÜRÜDÜR'
Toplumsallık denilen olgunun çok eski bir olgu olduğuna dikkat çeken Rojda Yıldız, "Ortadoğu'da bir savaş gerçekliği var. Savaş kelimesi insanlar bir arada yaşadıktan çok sonra ortaya çıkan bir kelime tıpkı barış ve özgürlük gibi. Başlangıçta insanların bir arada yaşadığı sürece bunlar doğmamış, erkek egemenliğin inşası bütün bu olguları yeniden tanıma ihtiyacı doğurdu. Hem yapılan çalışmalar, elde edilen bulgular, bizlerin hikaye diye bildiği kadın yaratımı olan değerlere baktığımız da kadın erkeğin başkan tanımladığı hakikatlerde ortaya çıkıyor. 'Kadın dediğin meraklıdır, bütün kötülüklerin anasıdır' kadınların fıtratında var olan doğal meseleler varmış gibi gösteriyor.  5 bin yıllık insan tarihinde bu kavramların inşa edildiğini, yeni düzende inşasının var olduğunu görüyoruz. Yapılan çalışmalarda, yaşamın içerisinde kadının ve erkeğin daha kolektif, birlikte yaşadığı tartışmalar var. En fazla barış mücadelesinde yer alan kadınların olması, geçmişin yaratığı kadın-erkek ilişkisinden farklı değil. Öldürmek, toplum içerisinde, tecavüz etmek bunlar kabul görmüş kelimeler değil. Bu kelimeler en fazla reddeden kadınlar oldu. Ekolojik mücadelede kadınların önde olması, sularını, yaşamı, doğayı kadınların en fazla korumak istemesi, kadının toplumla kurduğu inanç ilişkininden farklı değil. Bu kadar krizin yaşadığı dünya gerçekliğinden açlıktan ölmemizin bir sebebi var. İnsanları bir arada tutan şey dayanışma kültürüdür" ifadelerini kullandı.

'ANA SOYLUYU YENİDEN TARTIŞABİLİR MİYİZ'
Rojda Yıldız şöyle ekledi: "İnsanlık çok uzun bir süre ekonomisini, kültürünü, yaşamını eşitlikçi, ve özgürlükçü kurgulamış. Anlattığımız şeyler bilimin dışına itilmiş. Kadının ürettiği bilginin hiçbir değeri yok. Kadın aynı zamanda ilk öğretmen. Nasıl oldu da yavrusuna dünyayı anlatmakla başlayan bir gerçeklik 21. Yüzyılda okula gönderilmeyen bir duruma dönüştü? Geçmişin o değerleri bugünü şekillendirmeye devam ediyor. Geçmişe duyulan kolektif, savaşsız, özgürlüğe meyilli bir yaşamın dışında değil. Hepimiz bunun içinden geçerek bugünlere geldik. Mücadelemizde bunu fark etmiyoruz ama Orta Doğu, Latin Amerika gibi coğrafyalarda özgürlüğe meyilli, komşuyla dayanışmaya meyilli, bu kültürün fark etmeden birer yaşayıcısı oluyoruz. Tanrıçalık, analık kültürü çok tahribe uğradı ama kadının mücadelesinde çok fazla nüvesi var. Geçmişin getirdiği manevi kültürünü bugün mücadelemizin içerisinde yeniden şekillendirebilir miyiz?  Ataerkil aile çocuğu, kadını yok sayan bir aile. Ana soyluyu yeniden tartışabilir miyiz? Demokratik aileyi yerine koyabilir miyiz? Özgür eş yaşam kuramı tartışmaya açabilir miyiz? Bütün bunları kapitalist ekonomiye karşı komünal ekonomiye çevirebilir miyiz? Bütün bunların kendisi mücadelenin ruhu aynı zamanda kemiği keşfi, daha fazla üzerinde tartışılmaya, gündelik hayatımız da yaşatmakla gün yüzüne çıkacaktır. Birçok kadın devrimci, aktivist bu topraklarda katledildi. Bütün bu değerler için kişisel bir değişim değil bunların paradigmatik ve kurumsallara ihtiyacı var. Yeni yaşam için bilimin, kadın mücadelesinin bir dönüşümü aslında yeniden tartışmak, güncelleştirmek gibi bir sorumluluğumuz var."

'KADINLARIN ÖZGÜRLÜĞÜ YENİ YAŞAMI SAĞLAYACAKTIR'
Rojda Yıldız'ın ardından Bêsi Şamarî, "Kadınların toplumsal-kültürel varlığı yaşatma ve geliştirmedeki rolü" başlıklı sunum gerçekleştirdi. Kadınların rolünün kültürde, dilde, Orta doğu'da ve dünyada birçok pozisyonda olduğunu ifade eden Bêsi Şamarî, "Kapitalist sistemde kadınlar anlamdan uzaklaştırılıyorlar ve mataryel şeklinde öne sürülüyor. Dünyada kültürün, dilin korunması birçok dönemden daha çok son zamanlarda var. Bir anne çocuğunu kendi anadilinde büyütmüyorsa, bir kadının orada durup şunu diyorsa; ben bir aracı değilim ben kültürüm, kimliğin temel taşıyım, medeniyetin kurucusuyum diyorsa değişim vardı. Dili öğreten kadındır, kadınlar tarihi, kültürü ve duyguları da öğretiyor. Kadınlar toplumun annesi, aile ve evin temel taşıdır, bir ulusun temel yapısıdır. Toplumu değiştirecek kadınlardır. Abdullah Öcalan, Kürdistan özgürlük hareketinin önderi, devrimci bir perspektif sunuyor. Kadınların rolleri üzerine birçok görüş dile getirdi. Abdullah Öcalan, 'Kadın tarihte ilk kolonidir' diyor. Devletler kolonize edilmeden önce kadın ilk kişiydi. Ataerkil sistemin ortaya çıkmasında kadın kendi rolünü kaybetti ve kolektif yaşamdan uzaklaştırıldı. Dil bir özgürlük materyali mi yoksa kölelik mi? Abdullah Öcalan, dilin sadece iletişim kurulması gereken bir materyal olmadığını söylüyor. Ataerkil dili yönetme üzerine kurulu. Yine Abdullah Öcalan göre; Kürtçe sadece bir dil bilimi değil bir kültür, siyasi materyaldir. Kadınların özgürlüğü yeni yaşamı sağlayacaktır. Kadınlar sadece bir öğretmen değil, siyaset konuları ve toplumun yeniden inşası gibi misyon ve rolle sahipler. Abdullah Öcalan, kadının kültürün savunması, dilin savunması, rolünü oldukça değindi. Abdullah Öcalan'a göre bir kadın; anlattığı masallarla, söylediği ninnilerle, gerçekleştirdiği törenlerle kültürünü korumaktır. Asıl kültürün savunucuları kadınlardır devlet değildir. Ortadoğu'da kadınlar mücadele bayrağının taşıyıcılarıdır" ifadelerini kullandı. 

Xedîce El- Huseyni, "21 yüzyılda kadın mücadelesi düzeyi-zorluklar-fırsatlar" başlığı üzerine sunum gerçekleştirdi. Dünya gittikçe bir değişim ve dönüşüm yaşadığını ifade ederek, "Siyasi anlamda da kadınlar çok büyük mücadele etti. Lübnan'da son kazanımlarımızdan bazıları da aile içi şiddete dair bir kazanımdı. Kadınlara sürücü hakkı verilmesi, kadınları öldüren adamları sınır dışı edilmesiydi" sözlerini kullandı.
 
'GÜNEY KÜRDİSTAN'DA KADIN BAKAN YOK'
Ardından Kinêr Abdullah, "Güney Kürdistan'da Kürt kadın gerçekliği" başlıklı sunum yaptı. Güney Kürdistan'ın özgürleştikten sonra seçimler yapıldığını şimdiye kadar altı seçim gördüklerini dile getiren Kinêr Abdullah, "2018 yılında parlamento sekreterimiz kadın olması bizim için önemliydi. 2025 yılında kadın kotasının yüzde 25'e inmemesi gerektiğini tartıştık. Hükümet şimdiye kadar KDP'den seçilmedi onlar oraya atandı. Başbakan, bakanlar, vezirlerde kadın sayısı sıfır. 2018'de 22 bakandan ikisi kadındı. Bazen iki, üç en fazla dört kadın bölgesel Kürt yönetimin kabinesinde yer alıyor. Eskiden encümenler vardı. Kürdistan bölgesinde 15 siyasi parti var. Bu partiler arasında kadın başkan yer almıyor. Eskiden kadın çalışanlarda yoktu ama son zamanlarda biraz arttı. Birçok ülkede kadın kotasının olması önemli bir şey. Kürdistan yönetim bölgeseli olarak öyle bir kotamız yok. Değişiklikler yapmak istediğimiz de önümüze çok fazla engel çıkıyor. Özellikle kadına yönelik şiddete karşı mücadelemizde çok fazla engel ile karşılaşıyoruz. Diğer ülkelerdeki 'namus, şeref' kanunları burada da var. Bunun çözümü ise dayanışma. Geçmişe göre daha iyiyiz ama daha iyi olabiliriz. Kürdistan'da kadınları kabul etmek zorundalar, hem Irak hemde Kürdistan parlamentosunda" dedi.

Kinêr Abdullah, şöyle devam etti: "Kürdistan bölgesel yönetiminde, kadınların katledilmesi yasak ve cezalandırılması gerekiyor ama yasalar cezasızlığın önünü çok fazla açıyor. Kendi aramızda çok fazla tartışıyoruz. Kadınlar öz gücüyle mücadele edecek ama hükümetlere çok fazla iş düşüyor. Bağımsız olmayan bir yargı, kendi çıkarlarını düşünen siyasetçiler kadınların mücadelesine gölge düşürmeye çalıştı özellikle İslami partiler. Bir hayalimiz varsa o da kendi bağımsızlığımız olmalı. Kadınlar kendilerini güvende hissetmezse özgürlük mücadelelerini veremezler. Dayanışmanın, birliğin ve birbirini desteklemenin önemini bilelim" ifadelerini kullandı.

Konuşmaların ardından konferans, soru ve cevap şekline sona erdi. Konferans yarın ikinci gününde farklı başlıklarla sürecek.