15 Haziran 2025 Pazar

Ahmet Polad yazdı | Sosyalizm nedir, ne değildir?

Devlet kötüdür, zora dayalı devrim de öyle... "Demokrasi ve özgürlük" ise harikadır. Bizce de öyle. Ama biz bu kavramların adil ve onurlu bir yaşam arayışında olan milyonlarca insanı maniple etmeye yarayan "sihirli" sözcüklere dönüşmesine tabii ki karşıyız. Keza sosyalizm zaten doğası gereği en özgürlükçü ve demokratik yönetim biçimidir ve doğrudan demokrasiyi ilke olarak ele alır. İstediğiniz kadar eşitlik türküleri yakın, kapısını çaldığınız, tezgahına misafir olduğunuz hiçbir işçiye, günümüz toplumunda sınıf çelişkilerinin olmadığı hikayesini anlatamazsınız. Bu tıpkı ulusal varlığı inkar edilen Kürt halkına, "Kürt sorunu yok, siz ne istiyorsunuz" demek gibi bir şeydir.

Sosyalizmin kavramsal olarak tarih sahnesine çıkışı; 1820'ler İngiltere'sinde Robert Owen'ın takipçisi ütopik sosyalistlerin kullanımıyla olur. Esas itibarıyla adalet ve özgürlük isteyenler gerek köleci, gerekse feodalizm çağında toplumcu arayışlara girişmişlerdir. Bütün bu arayışların Owencılarla benzeşen temel yanı, kurmak istedikleri toplumcu sistemin bilimsel bir dayanaktan yoksun birer ütopya oluşuydu. Ve elbette ki bundan dolayı suçlanamazlar; zira dönemin koşullarında bilim, henüz emekleme aşamasında bile değildir. Ancak ütopik sosyalistlerin tarih sahnesini adımlamaya başladığı yıllar, sosyalizmin maddi altyapısının ve ardından da teorik, bilimsel altyapısının da oluşmaya başladığı yıllar olur. Bir başka deyişle bir yanda sanayi devrimi gelişerek modern proletaryanın gelişimine hız katarken, diğer yandan tüm modern bilimlerin temelleri güçlü bir şekilde atılır. Henüz kendi durumunun bilincinden yoksun kitlelerin en ilkel adalet ve özgürlük duygularına hitap eden anarşistler ve ütopik sosyalistler fikirlerini toplum içerisinde yaymaya başlarlar. Bilimsel sosyalizm, hem kapitalist burjuvazinin teorik, politik, ekonomik ve ideolojik hegemonyasına, hem de anarşizm ve ütopik sosyalizme karşı mücadele içerisinde gelişir. Bir ütopya olan sosyalizmin karşısına, ayakları yere basan bilimsel sosyalizmi dikmek görevini tarihsel olarak Karl Marx ve Friderich Engels üstlenir.

Bu anlamda ortaya koydukları ilk eser olan Komünist Manifesto, özlü bir toplum analizini ortaya koyar ve bilimsel sosyalizmin temel yapı taşını oluşturur. Marx ve Engels'de, daha sonra da Lenin ve Stalin'de hiçbir şey; tesadüfen, sadece kendi isteklerine, gözlem ve deneyimlerine dayalı veya donmuş, katı bir dogmalıkta değildir. Marksizm, Feuerbah Üzerine Tezler'in 11'ncisi olan, "Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa aslolan onu değiştirmektir" tezine sımsıkı bağlı kalmış ve tüm ilkelerini ve önermelerini bilimsel temellere oturtarak ilerlemiştir.

Ütopik sosyalistler, halkın yoksulluğunu ve ezilmişliğini dert edinmiş, ancak sorunun köküne ve dolayısıyla da köklü çözüme yönelememişlerdir. Onlar işçilere ve yoksullara yardım edilmesi gereken kimseler gözüyle bakarak, ideal toplum modellemeleri oluşturmaya çalıştılar. Ancak hayal ettikleri ideal toplumları, maddi temelden yoksundu. Henüz emperyalizmin günümüzdeki gibi tüm dünyayı kuşatmadığı, kapitalizmin görece zayıf olduğu ilk dönemlerinde bile; topluluklar ve komünlerle örnekler oluşturarak burjuva yöneticilerini bu ahlaki ve vicdani temelde ikna etme, bir sosyalizm kurma denemesi başarısız olmuştur. Ancak onlar tarihsel misyonlarını yerine getirmiş ve insanlığa, sosyalizm fikrinin ilk nüvelerini vermişlerdir. Engels'in tarifiyle: "Teorik biçimiyle modern sosyalizm, görünüşte, 18. yüzyıl büyük Fransız filozoflarının koydukları ilkelerin daha mantıklı bir genişlemesi gibidir. Her yeni teori gibi, modern sosyalizm de, kökleri maddesel ekonomik olguların derinliklerinde bulunmakla birlikte, önce eldeki hazır zihinsel birikime bağlanmak zorundaydı."¹

DEMOKRATİK SOSYALİZM: SOSYALİZMİN BAŞ AŞAĞI DİKİLMESİ
Marx, (antagonist çelişki olarak) sınıf savaşımı teorisini ortaya koyarken, toplum içerisindeki diğer çelişkileri ret etmediği gibi; Rus devrimcilerle tartışmalarında, farklı koşullarda farklı önerilere açıklığını da ortaya koyar. Dahası, marksizm leninizm, çeşitli konuları incelerken mutlak doğrular sunmaktan kaçınır. İlerlerken kendini güncellemeyi ve değiştirmeyi bilir, yeni durumları yeniden analiz eder. Paris Komünü deneyimi, Marx ve Engels'i proletarya diktatörlüğü tezini olgunlaştırmaya sevk eder. Ancak ütopik sosyalistlerin pek de masum olmayan devamcıları, bu sefer özgürlükçü (liberteryan) ve demokratik sosyalizm bayrağıyla tarih sahnesine çıkmaya başlar. Günümüzde (bir de "post marksist" ön adıyla) envai çeşit programla kendilerini var eden bu akımlar, aslında sosyalizmin baş aşağı dikilmesini vaaz ederler. Onlara göre "modern toplumda" sınıf ayrışması pek de yoktur. Örgütlü kooperatiflerin gücüyle burjuvazi ahlaklı olmaya zorlanabilir. Avrupa'da işçilerin bir ev sahibi olması, demokratlarımıza göre sömürünün sonlandığı, sınıf çelişkilerinin antagonist olmaktan çıktığı anlamına gelir.

Bununla birlikte; ekoloji sorunu, hayvan hakları, inanç sorunu, bireysel özgürlük sorunu vb. bir sürü sorun vardır ve bütün bunlar sınıf çelişkisiyle “eş değerdedir”. Ama yine de en tepede bir yerlerde adı bazen genel anlamıyla kapitalizm, bazen de devlet olan ve gelir dağılımında adaletsizliğe yol açan birileri vardır. Bunlara karşı mücadele, onların elindeki zor aygıtlarına dokunmadan kendi alanlarını, komün ve kooperatiflerini oluşturarak verilmelidir.

Devlet kötüdür, zora dayalı devrim de öyle... "Demokrasi ve özgürlük" ise harikadır. Bizce de öyle. Ama biz bu kavramların adil ve onurlu bir yaşam arayışında olan milyonlarca insanı maniple etmeye yarayan "sihirli" sözcüklere dönüşmesine tabii ki karşıyız. Keza sosyalizm zaten doğası gereği en özgürlükçü ve demokratik yönetim biçimidir ve doğrudan demokrasiyi ilke olarak ele alır. İstediğiniz kadar eşitlik türküleri yakın, kapısını çaldığınız, tezgahına misafir olduğunuz hiçbir işçiye, günümüz toplumunda sınıf çelişkilerinin olmadığı hikayesini anlatamazsınız. Bu tıpkı ulusal varlığı inkar edilen Kürt halkına, "Kürt sorunu yok, siz ne istiyorsunuz" demek gibi bir şeydir.

Proletaryanın, sosyalist toplumun öncüsü olarak görülmesinin nedenleri çok yalındır ve Marx'ın toplumlar tarihi incelemelerinde de en yalın haliyle görülür. Her şeyden önce proleterler, tüm burjuva sınıflardan farkı olarak, üretim araçları üzerinde mülkiyet hakkına sahip değildir! Bununla birlikte proleterlerin emeklerinden başka satacak hiçbir şeyleri yoktur. Bu, kapitalist toplumun temel çelişkisi olarak emek-sermaye çelişkisinin, ya da bir başka ifadeyle bütün sınıflı toplumların temel sorunu olan özel mülkiyet sorununun çözüleceği yerdir. Henüz ikisi de çok genç sınıflar olan proletarya ve burjuvazinin sorunun merkezine oturtulmasının rastlantı olmadığı tarih tarafından da doğrulanmıştır. Bugün her ne kadar burjuvazi ve onların dolaylı yedekleri konumundaki çeşitli “post-marksist” akımlar; “dar gelirliler ve orta sınıf” gibi tanımlamalar yapsalar da gerçek buz gibi ortadadır. Ülkeleri ya da dünyayı yöneten milyarder burjuvalar “orta sınıf” ise “üst sınıf” kimdir? Kimdir dar gelirliler? Açıktır ki, bayrağında "herkesten yeteneğine göre, herkese emeği kadar" ilkesi yer alan sosyalist toplumun kurucu öncüleri olacak olan, dünyayı emekleriyle var eden proletaryadır. Bu ilkenin kendisi, burjuva sınıfları bir korku girdabına iter. Onlar da, işçi-emekçileri, toplumda sınıfların olmadığı, varsa bile sınıflar arası geçişin olabileceği ve mevcut düzenin değişmez olduğu yönünde maniple ederler. Zira bütün yaşamını emeği üzerinde inşa eden milyarlarca insanın, sınıf bilinci edinmesi ve toplum için bir refah düzeni kurmaya yönelmesi, burjuva sınıfların refahlarının ve ayrıcalıklarının kökünden sökülüp atılmasına neden olacaktır. Pay kavgasına tutuşan çeşitli burjuva ve küçükburjuva akımlar, bu nedenle proleterleri ve diğer emekçi sınıfları sınıfsızlığa inandırmak, düzen içinde tutmak ister. Proletarya diktatörlüğünden bahsettiğimizde kıyamet kopartanlar, burjuva devletlerle birlikte yaşamı programlaştırır. Oysa nesnel olarak, "En demokratik burjuva cumhuriyetlerinde bile devlet, burjuvazinin işçi sınıfını ezme makinesidir."² Gücünüz oranında ondan pay almanız ihtimal dahilindedir, ancak onu kapitalist özünden koparmanız, pek mümkün görünmez. Buna karşın komünistler, var olan düzenden pay almayı değil, onu yıkarak "insanlığın tarih öncesini" sonlandırmayı ve sınıfsız, sınırsız, sömürüsüz, cins ayrımsız bir dünya örgütlemeyi hedeflerler. Bu anlamda bilimsel sosyalizm (komünizm) doğası gereği devrimci olmak zorundadır. Proletaryanın kızıl önderi J. Stalin, "Anarşizm mi, sosyalizm mi" adlı eserinde bu ayrımları çok yalın biçimde ele alır.

ÇÖZÜM ZORUN ÖRGÜTLÜ BİÇİMLERDE KULLANILMASI
Marksizmde devlet ve proletarya diktatörlüğü kavramları, sıklıkla burjuvazinin manipülasyonlarına açık bir hal alsa da, demagogluk dışında amaçları olanların çok yalın kavrayabilecekleri açıklıkta ortaya konmuştur. İktidarın korunması adına bir zor aygıtı olan devletin elbetteki kutsanacak hiçbir tarafı yoktur. Keza aynı şey savaş ve şiddet için de geçerlidir. Peki o halde milyarlarca proleter, dizginlerinden boşalmış kapitalist sömürü ve burjuva barbarlık karşısında ne yapmalıdır? Kadınlar, açıkça kadın olmaları dışında bir suçları olmaksızın öldürülmelerine karşı erkekleri ahlaklı olmaya mı çağırmalıdır?

Antagonist çelişkiler orta yerde duruyor ve tek çözüm zorun örgütlü biçimlerde kullanılması ve düşmanın yok edilmesinde yatıyor. Dünya tarihi çeşitli arayışların nasıl sonuçlandığını defaatle gösteriyor. Şili örneği, silahsızlandırılmamış, ezilmemiş burjuvazinin dönüşünün sembol örneklerinden. Buna karşın, proletarya diktatörlüğünün uygulanmasında, ilkelerden taviz verilmemesi bunun denetim mekanizmalarının oluşturulması tarihsel bir zorunluluk olarak kendini dayatıyor. Özellikle yöneticilerin geri çağrılabilirliği ve yönetici maaşlarının ortalama işçi maaşlarından fazla olmaması bu gün daha kolay denetlenebilir durumdadır. Bu sosyalist demokrasinin örgütlenebilmesi ve bürokratizmin önlenebilmesi bakımından elverişli koşulların oluşmasıyla da ilgilidir.

Kapitalist burjuvazinin sınıfsal olarak yok edilmesi, ezilmesi gereken düşman sınıf olduğunu vurguladığımızda, insanlığın artık bu sınıfa ihtiyacının kalmadığını da vurgulamış oluruz. Proletarya öncülüğündeki emekçiler, burjuvaziden kurtulduktan sonra, kendi emeklerinin birliğiyle sosyalist toplumu inşa edebilir ve komünizme doğru ilerleyebilir. Buna karşın burjuvazi, sömürdüğü sınıflar olmaksızın bir an bile yaşayamaz. Bunun için gerektiğinde "nasyonal sosyalizm" adında karaya, gerektiğinde "özgürlükçü, demokratik sosyalizm" adında sarıya, "İslam sosyalizmi" adında yeşile boyayarak emekçilere sosyalizmi satmaktan da çekinmez. Oysa bu "sosyalizm"lerin hiçbiri kapitalist sömürüyü yıkmaya yönelmez. Bunlardan her biri, tarihsel koşulların izin verdiği ölçüde ve belirli denge anlarında, ilk fırsatta ortadan kaldırılmak üzere yaşam fırsatı bulabilirler. Buradaki esas amaç ise burjuvaziye nefes aldırmak ve krizi yönetilebilir kılmaktır.

Sonuç olarak, markizmin-leninizmin tüm dışarıdan eleştirileri, onun reddi üzerine kurulmuştur. Onu anlama çabası, sınıfsal olarak kendi varlığını sürdürmeye yönelmiştir. Bu bağlamda çeşitli "sosyalizm" teorileri oluşturulmuştur. Ancak, ML eleştiri, diyalektik ve tarihsel materyalist yönteme yaslanarak; ekoloji gibi alanlarda derinleşmeyi, kadın devrimini programlaştırmayı başarmıştır. Buradaki eleştirellik, nihai amaca, ilkelere ve yönteme sonsuz bağlılığın sonucu ve bilimsel sosyalizmin tarihsel yenilmezliğinin sembolüdür.

1] Engels, Ütopik sosyalizm ve bilimsel sosyalizm
2] Lenin, Proleter devrim ve dönek Kautsky