Arif Çelebi yazdı | Bazı yeni olgular ve kimi öngörüler

Suriye rejiminin yıkılması ve İran'ın etkisinin zayıflaması ve gelecekte yıkılması koşullarında Kürdistan ilk kez bu düzeyde jeostratejik bir konum kazandı. Kürdistan'ın dört parçaya bölünmüş olması, ilk kez Kürtlere büyük bir güç olma imkanı kazandırıyor. Rejimlerin istikrarsızlaştığı, sınırların değişime uğradığı ve bölgesel hegemonya savaşının kızıştığı Ortadoğu'da Kürtleri kim yanına çekebilirse o kazançlı çıkacaktır. İsrail ile Türkiye'nin hegemonya mücadelesinde Kürdistan baş aktör konumuna yükseldi.
Trump'ın ikinci başkanlık dönemi ile birlikte ABD hem içerik hem de biçim olarak büyük değişimlerden geçiyor. Trump'ın ekibi, kendisi gibi büyük sermaye devlerinin sahiplerinden oluşuyor. Burjuva devletin "dolaylı" niteliği de biçimsel olarak çözünüyor. ABD'li dünya tekellerinin birçok temsilcisi devlet yönetimini doğrudan üstlenmiş durumda. Böyle olduğu için burjuva demokrasisinin merkez karargahı olarak adlandırılan ABD'deki "denge-denetleme" mekanizmasına artık eskisi kadar ihtiyaç duyulmuyor. ABD devlet yapısı, iktidarı ele geçiren bir grup tekelci sermaye sahibi tarafından bütünüyle kendi çıkarları doğrultusunda yeniden yapılandırılıyor. Tekelci sermayenin doğrudan egemenliğini örten burjuva demokrasisinin biçimsel kurumları tek tek darbeleniyor. İktidardaki egemen kliğin çıkarlarını temsil etmeyen, bu doğrultuda hareket etmeyen medya kuruluşları bir bir cezalandırılıyor. İktisadi liberalizm gibi siyasi liberalizmin kalıntıları da gereksiz ve "tarih öncesi" olarak görülüyor.
Trump'ın ABD başkanı olması ile birlikte "eski dünya" (Avrupa) ile "yeni dünya" (ABD) arasındaki ilişkilerde büyük değişiklikler gerçekleşiyor. Trump ABD'si, AB'yi bir ortaktan çok bir rakip olarak görmeye başladı. Bu, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana ABD ve AB arasında oluşan ilişkinin temellerinin sarsıldığını gösteriyor. ABD, Münih konferansında AB'yi adeta aşağıladı. Batı Avrupa devletleri, İkinci Dünya Savaşı'nın ardından sosyalist kampa karşı ABD'nin sermaye ve güvenlik şemsiyesi altında varlığını ve gelişimini sürdürdü. Trump ABD'si bu şemsiyeyi kapatıyor. AB, hiç ummadığı ve beklemediği bir anda her iki alanda da "güvencesiz" kalmanın şaşkınlığı içinde. Trump ABD'si, Avrupa'yı bir sermaye ortağı değil rekabet alanı olarak görmesinin ardından, ABD Avrupa ürünlerine yüzde 25 vergi uygulama kararı aldı. Trump'ın söylemleri dikkate alındığında, NATO artık Avrupa için bir güvence olmaktan çıkıyor. Dünyanın, dünya tekelleri ve onların siyasal temsilcisi olan emperyalist devletler arasında yeniden paylaşılması kavgası gittikçe kızışırken, ABD'nin Avrupa'yı kendi başına bırakması hem Avrupa burjuvazisi hem de proletaryası için bir dönemin kapandığını ve yeni bir dönemin açıldığını gösteriyor.
Avrupa, güvenlik için eskisinden çok daha fazla kaynak ayırmak zorunda kalacak. ABD ile ticari ilişkilerdeki bazı avantajlardan yoksun kalan Avrupa ülkeleri, kendi başlarına bu rekabet savaşlarında büyük güçlükler yaşayacak. Bunun kaçınılmaz sonucu olarak, ya Avrupa tekelleri Almanya ve Fransa liderliğinde Avrupa'nın siyasi birliğine doğru ilerleyecek ya da Avrupa Birliği dağılmaya yüz tutacak. Burjuvazinin eğilimleri hangi yönde olursa olsun, proletaryanın durumu bugünkünden giderek daha da kötü hale gelecek. Ücretler düşürülmeden, halk yoksullaştırılmadan ne rekabet savaşında ayakta kalabilir Avrupa, ne de güvenlik için yeni kaynaklar bulabilir. Kaçınılmazdır ki, Avrupa'da burjuvazi ile proletarya arasındaki ilişkiler bugünkü gibi olmayacaktır; çelişkiler çok daha keskin, devrimci kopuşlar ve karşıdevrimci hamleler çok daha belirgin biçimler alacaktır.
Kapitalizmin varoluşsal krizinin dolaysız bir sonucu olarak giderek eriyen küçük ve orta burjuvazi ile yoksullaşan proletaryanın kitlesel desteğini arkalayan yeni faşist hareketler, bir yandan daha fazla güç kazanırken, diğer yandan karşı bir eğilim olarak antifaşist güçler arasında mücadele birliği güçlenecektir. Kapitalizmin varoluşsal krizi koşullarında ezilenlerin siyasal olarak uçlara doğru kayması kaçınılmazdı. Faşistler, bu koşulları devrimcilerden daha iyi değerlendirdikleri için yükselişe geçtiler. Şimdiye kadar antifaşist kuvvetlerin bir bölümü, hala "eski dünya"nın iktisadi ve siyasi koşullarına göre hareket ettiği için burjuva ittifaklar yoluyla faşizmi dengeleyebileceği ve durdurabileceği hayali içindeydi. Ancak bu hayal dünyasından uyanış kaçınılmazdır. Avrupa'da bundan böyle faşizm-antifaşizm kamplaşması çok daha belirgin hale gelecek ve keskinleşecektir.
Antifaşizm saflaşması pek çok farklı siyasal gücü bir araya getirse de giderek antikapitalist bir nitelik kazanacaktır. İkinci Dünya Savaşı öncesinde başlıca üç siyasal eğilim vardı: Sosyalizm, faşizm ve liberalizm. SSCB, Almanya ve ABD bu üç akımın en güçlü temsilcileriydi. SSCB bugün yok ve sosyalizm, bugün geniş yığınlar arasında egemen değil; burjuva liberalizm de çöküş içinde ve Trump ABD'sinde görüldüğü gibi onu temsil eden en güçlü devlet tarafından tekmeleniyor. Meydan faşizme kalmış görünüyor. Gel gör ki; diğer yandan kapitalizm varoluşsal krizde, yoksullaşma krizi can yakıcı; bu koşullar altında proletarya ve yoksul tabakalarla onların gençliği, çok daha güçlü ve istekli biçimde faşizme ve kapitalizme meydan okuyacaklardır; aksi takdirde daha da ezilmeleri kaçınılmazdır. Bu koşullar altında faşizm kadar, kitlelerin devrimci fikirlere, sosyalizme kulakları ve zihinleri her zamankinden daha açık hale gelecektir. Antifaşizm, İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrası yıllarda liberal burjuvaziyle uzlaşmaya yol açtı; bugün uzlaşılacak bir liberal burjuvazinin kalmadığını yoksullar mücadele deneyimi içinde görecek ve eğer devrimci örgütler bu süreci doğru değerlendirebilirlerse devrimci fikirler daha büyük güç kazanacaktır. Bürokratlaşmış, "eski dünya"nın fikir dünyasından çıkamayan komünist partiler kadar sosyalist, sosyal demokrat ve yeşil partilerden de antifaşist mücadeleye doğru, özellikle de gençler arasında, devrimci kopuşlar olması sürpriz sayılmamalıdır.
Trump ABD'si, Roma İmparatorluğu'nun güncel versiyonu gibi hareket etmeye başladı. Trump da dünya kralı havalarında. ABD, hegemonya alanı içindeki devletleri haraca kesmeye, yeraltı ve yerüstü kaynaklarına göz koymaya başladı. Sömürgeciliğin yeni bir biçimi ortaya çıkıyor. Ukrayna'nın nadir elementlerine el koyma anlaşması bunun en çıplak örneği. ABD'nin başka ülkelere de bu yönde dayatmalarda bulunacağı açık. Kanada'yı ABD'ye dahil etme, Panama Kanalı'na el koyma ve Grönland'ı yutma hamleleri, sömürgeciliğin aynı zamanda toprak genişlemesi biçimlerinde de tezahür edeceğini gösteriyor. Bu her iki sömürgeci eğilimin -ki buna bir çeşit mafyatik sömürgecilik demek yerinde olacaktır- diğer hegemon güçler için de yol gösterici olacağı ortada. Sadece dünyasal güçte olanlar değil, bölgesel güçler de bulundukları bölgelerde benzeri sömürgeci heveslerle hareket edeceklerdir. Kendini güçlü hisseden en yakınındakine çökmek isteyecektir, tam bir mafya düzeni burjuva dünyanın devlet ve toplum biçimi halini alacak, her devlet bir çeşit çeteye dönüşecektir.
Varoluşsal kriz içindeki kapitalist emperyalizm, yukarıda belirtildiği üzere yeni tipte sömürgeleştirmeyle bu krizden çıkmaya yöneliyor. Kapitalist dünyanın 1870'lerdeki ilk genel krizi, henüz paylaşılmamış Afrika ve Asya'nın sömürgeleştirilmesiyle aşıldı, ki bu dönem Birinci Dünya Savaşı ile sonuçlandı. 1930'lardaki kriz, yeni bir paylaşım savaşına yol açtı ve yeni sömürgeci politikalar belirleyici hale geldi. Bugünkü kriz çok daha derin ve dünya tekelleri bu krizi aşmak için devletleri mafyalaştırıyor ve mafyatik sömürgeciliği devreye sokuyor. Ve süreç, nükleer silahların kullanılmasına yol açacak yeni bir paylaşım savaşına doğru ilerliyor.
ABD, Rusya ile anlaşarak Çin'i kuşatma hedefi güdüyor. Çin'in Kuşak ve Yol projesinin yerine konulan Hindistan, Körfez ülkeleri, Lübnan üzerinden Avrupa hattı bunun örneklerinden biri. ABD tekelleri, Çin'i denetim altına almak, Çin pazarını bütünüyle kontrol etmek istiyor. Bu da Çin'in tıpkı SSCB gibi siyasal ve toplumsal yapısının bozulmaya uğratılarak çözülmesi stratejisinin yürürlüğe konması anlamına geliyor.
Ortadoğu'da yeni bir düzen şekilleniyor. Suriye'deki rejim değişikliğinden sonra İsrail topraklarını genişletiyor. ABD, önceki dönemlerden farklı olarak İran'da bir rejim değişikliğine yol açacak hamleler yapmaya hazırlanıyor. İran'ın Suriye ve Lübnan'daki kollarının etkisizleştirilmesi, Irak'ın giderek İran etkisinden uzaklaştırılması ve Yemen'deki Husi iktidarının yıkılması bu yöndeki hedeflerdendi, bunların ilki gerçekleşti, ikincisi önemli ölçüde başarıldı, üçüncüsü bu yönde ilerliyor, dördüncüsü için de yeni bir hamle başlatılacaktır.
Türk devleti, İran'dan boşalan boşluğu İsrail ile rekabet halinde doldurmak istiyor. Suriye'deki rejim değişikliğinde Türk burjuva devletinin etkisi belirgindi. Şimdi Irak, Arabistan ve Ürdün'le ortaklaşarak İsrail'e karşı bir ittifak arayışında. İsrail, Dürzilerle geliştirdiği ilişkiyi Kürtlerle de kurmak için hamleler yapıyor. Suriye rejiminin yıkılması ve İran'ın etkisinin zayıflaması ve gelecekte yıkılması koşullarında Kürdistan ilk kez bu düzeyde jeostratejik bir konum kazandı. Kürdistan'ın dört parçaya bölünmüş olması, ilk kez Kürtlere büyük bir güç olma imkanı kazandırıyor. Rejimlerin istikrarsızlaştığı, sınırların değişime uğradığı ve bölgesel hegemonya savaşının kızıştığı Ortadoğu'da Kürtleri kim yanına çekebilirse o kazançlı çıkacaktır. İsrail ile Türkiye'nin hegemonya mücadelesinde Kürdistan baş aktör konumuna yükseldi.
Kürtler son elli yılda büyük bir ulusal diriliş yaşadı ve hiç olmadığı kadar ulusal bilinç kazandı. Kürdistan'ın siyasi liderleri ulusal birlik şemsiyesi altında bir araya gelebilirlerse, yeni bir düzeye ulaşan bu ulusal bilinçle Kürdistan'ın jeostratejik konumunu büyük bir avantaja dönüştürebilirler. Kürtler ve Kürdistan artık sadece hegemonya peşinde koşan devletlerin değil, hepsinden önemlisi dünyadaki halkların ilgi odağı haline gelmiştir. Bu büyük bir siyasi fırsattır. Kürtler bugüne kadar bir devlete karşı ayaklandıklarında dört parçaya bölünmüş oldukları için başka bir devlete güvenme ihtiyacı hissediyorlardı. Şimdi onu sömürgeleştiren ve hegemonya kurmak isteyen devletler dahi Kürtlerle ittifak kurma ve onlara güven verme arayışındadır. Bu koşullar Kürtlere muazzam bir manevra alanı sağlıyor. Savaşta manevra alanı daha geniş olanın diğerine göre avantajlı olacağı ve zafere daha yakın olacağı bilinmektedir.
Kürdistan'ın bu yeni konumu aynı zamanda Kürtler için büyük tehlikeler de barındırmaktadır. Kimi tavizler vererek Kürtleri yanında tutmak isteyen sömürgeciler onların daha ileri taleplerde bulunmasını engellemek için gerektiği anda sömürgeci şiddet tekelini kullanacaklardır. Diğer yandan Kürtleri yanına çekmek ya da yanında tutmak isteyen devletler aynı zamanda Kürtlerle ittifak içindeki diğer devletlerle Kürtlerin ittifakını bozmak için her türlü psikolojik savaş taktiğini devreye sokacak, halklar arasında düşmanlaşmayı derinleştirecek hamlelere başvuracaktır. Kürtler elde ettikleri avantajlı konumu daha güçlü örgütlenmeler ve olası çatışmalara hazırlık için, halklar arasında eşitlik temelinde kardeşleşmek için kullanmalı, egemenlere karşı işçi ve emekçilerin, yoksulların ortaklaşmasının siyasetini izlemelidir. Bu da kaçınılmaz olarak bir yandan ulusal kurtuluş yolunda Kürtler arasında ortaklaşmayı, ulusal birliği zorlarken, diğer yandan Kürt yoksullarının siyasetinin Kürt zenginlerinden ayrıştırılmasını gerektirecektir. Sosyalist yurtseverlik hiç olmadığı kadar önem kazanacaktır.