Arzu Demir yazdı | Küçükburjuva, egemen ulus kibri ve '40 milyon'

Ayşe Hür, Rojava özerk demokratik yönetimi ve QSD'nin, Suriye'de yönetimin devredildiği HTŞ ile sürdürdüğü müzakerelere gönderme yapıyor. Aydın sorumluluğunu unutarak, sırtında yumurta küfesi taşımamanın verdiği rahatlıkla konuşuyor. Küçük burjuva aydın olmanın yanı sıra egemen ulus kibrin nereden, nasıl sirayet edeceği hiç belli olmuyor. Bu öyle bir kibirdir ki, ezilen bir halkla dayanışma inceliğinde bulunurken bile ders vermekten kendini alamaz.
"Bir avuç Dürzi'deki cesaret, kararlılık '40 milyonluk' birilerinde yok."
Tarihçi Ayşe Hür, Suriye'de Dürzilerin, Süveyda Askeri Meclisi ve özerklik ilanını bu sözlerle karşıladı. "40 milyonluk" olarak bahsedilen, ülkesi 4 işgalci devlet tarafından parçalanmış, son 100 yılı sömürgeciliğe karşı isyanlarla, direnişle geçmiş, ödediği ağır bedeller kadar kazanımlar da elde etmiş Kürt halkı oluyor.
Ayşe Hür, Rojava özerk demokratik yönetimi ve QSD'nin, Suriye'de yönetimin devredildiği HTŞ ile sürdürdüğü müzakerelere gönderme yapıyor. Aydın sorumluluğunu unutarak, sırtında yumurta küfesi taşımamanın verdiği rahatlıkla konuşuyor, "Kesin görüşmeyi, Dürzilerin yaptığı gibi İsrail'le anlaşarak özerklik ilan edin" diyor.
Bu cümlenin neresinden tutsak elimizde kalıyor.
Öncelikle, "cesaret" ve "kararlılık"tan başlayalım.
Ermeni soykırımı üzerine çok değerli araştırmalar yapmak, ancak konu Kürtler, Kürt sorunu olunca, kendini akıl vermekten bir türlü alıkoyamamak, bir halkın ve onun politik temsilcilerinin mücadele deneyimlerine itibar etmemek, bir halkın politik tercihlerini hiçe saymak.
Bu yaklaşımın ideolojik ve politik nedenleri var. Birincisi; küçükburjuva aydın olmak. İkincisi, Türk egemen ulus kibrinden kurtulamamak. Üçüncüsü; ezilen halkın yanında pratikte saf tutmanın getireceği sonuçları hesaba katarak tutum belirlemek.
Küçükburjuva aydın olmanın yanı sıra egemen ulus kibrin nereden, nasıl sirayet edeceği hiç belli olmuyor. Ulusal kibri, egemen ulusun aydını, yazarı, tarihçisi ya da bireyi, kendine sürekli hatırlatmadıkça, bir yerlerden hep kendini gösteriyor. Bu öyle bir kibirdir ki, ezilen bir halkla dayanışma inceliğinde bulunurken bile ders vermekten kendini alamaz.
Aydın ya da entelektüel olmak sınıfsal bir durum. Sınıflar üstü aydın ya da entelektüel yok. Her aydın ve entelektüel, son kertede kendi sınıfının çıkarlarıyla ters düşmez. Düşerse zaten sınıf intiharı yapmış olur. Ancak bu sınıfsal gerçeğe rağmen, her iki sınıfın aydın ve entelektüelinin uymak zorunda olduğu kimi etik kurallar, ilkeler var. Örneğin, olaylara nesnel bakabilme yeteneği. Özellikle tarihçi olmak olaylara nesnel bakmayı zorunlu kılıyor. Ancak görüyoruz ki, genel olarak Türk aydın ve entelektüellerinde, Kürt halkı söz konusu olunca bu nesnellik kayıp gidiyor.
Rojava'ya ilk gidişim, 2013 yılının Eylül ayıydı. Bugün Türk devletinin işgali altında olan Efrîn'e gitmiştim. Dünyayı DAİŞ belasından kurtaran kadın ordusu YPJ'nin ilk savaşçılarıyla bu kentte tanıştım. Ne istediklerini ne için savaştıklarını ve ödemeleri gereken bedeli bilen genç kadınlardı. YPJ'nin ilk kadın taburu olan Şehit Ruken Taburu, 5 Mart 2013 tarihinde Efrîn'de kurulmuştu. O günlerde Rojava Devrimi, El Nusra çetelerinin saldırısı altındaydı. Birkaç on metre ötemizde cihatçıların kara bayraklarını görürken röportaj yaptığım komutan Zozan Deniz, "Devrim kadınların, kadınlar devrimin kaderini belirleyecek" demişti. Rojava'nın geride kalan tarihinin özeti tam da böyle. Gelecek de böyle olacak.
19 Temmuz 2012 tarihinde devrimin ilanıyla, Rojava halkları, kadın özgürlükçü, halkların gönüllü ve eşit birliğine dayalı bir sistemi, "dünya"ya rağmen inşa etti. Kendi savunma güçlerini, kendi sistemini oluşturdu.
KDP'nin ambargosu, Esad rejiminin baskıları ve zaman zaman saldırıları, Türk devletinin ardı arkası kesilmeyen işgal saldırıları, tehditleri, El Nusra'dan DAİŞ'e islamcı selefi örgütlerin fetih savaşları, emperyalistlerin devrimin ruhunu çalma girişimleri altında bir devrim inşa edildi ve şimdi de korunmaya çalışılıyor.
Sadece DAİŞ'e karşı savaşta, 20 bine yakın insan hayatını verdi, binlercesi bedeninin bir parçasını kaybetti. DAİŞ'in vahşetine, bizler de Amed'de, Antep'te, Suruç'ta, Ankara'da ve daha birçok yerde tanıklık ettik. Marx, "Bütün ölmüş kuşakların geleneği, büyük bir ağırlıkla, yaşayanların beyinleri üzerine çöker" diye yazıyor Louis Bonaparte'ın 18 Brumaire'i'nde. Bu "ağırlıkla" konuşmayı bilmek de aydın ve entelektüel özelliği olsa gerek.
Suriye'nin yeniden inşasında, Rojava demokratik özerk yönetimi, var olan statüye uluslararası alanda da bir yasallık kazandırma arayışında. Eğer bu başarılırsa, sadece Rojava'nın kazanımı olmayacak. Bu statünün ortadan kaldırılması için büyük bir savaş yürüten faşist şeflik rejiminin, Rojava planı bozulmuş olacak. Haliyle Türkiye'de demokrasi ve özgürlük mücadelesi verenlerin de lehine bir sonuç açığa çıkacak.
Özerk yönetim, bir yandan HTŞ ile görüşmeleri sürdürüyor, diğer yandan emperyalist devletlerle temaslarda bulunuyor. Özerk yönetim kendisini Suriye'nin bir parçası olarak başından beri tanımlıyor. Rojava toplumsal sözleşmesinin bir maddesidir bu. Demokratik Suriye Güçleri için de aynı durum geçerli.
HTŞ gibi selefi cihatçı bir yapının, kadın özgürlükçü demokratik Rojava ile nasıl, hangi temelde bir uzlaşma sağlayacağı elbette merak edilen bir konu. Ya da uzlaşmanın ne kadar süreceği. Bu konuların üzerine elbette tartışmalar yürütmek, yanıtlar aramak gerekecek. Ancak tüm bunların içinde şu anda en temel konu; Rojava'daki kadın özgürlükçü ve halkçı kazanımların korunması ve fiili statünün uluslararası alanda da bir resmiyet kazanması, statünün tanınması.
"Aydın nedir" sorusuna kendi hayat pratiğiyle yanıt veren Sartre'ın şu sözü çok önemli: "Aydını aydın yapan nitelik, yaşadığı zamanın gerçeklerine ve çelişkilerine karşı belirlediği tavırdır."
Kadınlar başta olmak üzere dünyanın ezilenlerine ilham olan Rojava Devrimi, varlık-yokluk tarihsel kavşağındayken, egemen ulus kibrini, küçükburjuva aydın tavrını bir kenara bırakıp; Kürt halkının, Arap, Süryani, Asuri ve diğer halkların direnişini, birlikte, eşit, özgür yaşam iradesini, kadınların yarattığı devrimi, direnişi görmezden gelmemek, zamanın ruhuna uygun tutum almak önemli.