Burjuva çözüm komisyonu

Bugün bir kez daha burjuva çözüm süreçlerinin yukarıdan aşağıya doğru işleyen siyasal mekaniği ve gerçekliğiyle karşı karşıyayız. Devletten topluma dayatılan bir siyasal süreç işletiliyor. Bu yönüyle 2013-2015 barış ve müzakere sürecinden belirgin farklar taşıyor. En önemlisi işçi ve emekçileri, halklarımızı, demokratik muhalefet ve mücadele güçlerini bu sürecin dışında tutuyor.
Kürt sorununda burjuva çözümün dolaysız bir ifadesi ve sürecin temel halkası olarak kurgulanan TBMM komisyonu kuruldu. Böylece sürecin kritik bir eşiği daha geçilmiş oldu. AKP, MHP, CHP, DEM Parti, TİP, EMEP, Deva, Gelecek,YRP, DP ve Saadet Partisi'nin katıldığı komisyon ilk toplantısını Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş başkanlığında 5 Ağustos'ta yaptı ve kuruluşunu ilan etti. Adına "Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu" denilen burjuva çözüm komisyonu, 12 maddelik çalışma esaslarını ve yetki alanını belirledi. Numan Kurtulmuş komisyonu 'müzakereci bir istişare organı' olarak tarif etti. Komisyonun asıl ve ilk evredeki görevinin PKK'nin silah bırakma sürecinin takibi, tam silahsızlanmanın sağlanması olarak duyurdu. Müzakereci istişare organı misyonu yüklenen komisyonun ikinci evredeki görevinin ise 'kalıcı bir barışı sağlama' yönünde çalışmak olarak tanımlandı.
Her şeyden önce komisyon burjuva çözüm adına bütün süreci TBMM uhdesine alarak bir devlet politikası haline getirmiş bulunuyor. Bu, Kürt demokratik hareketinin barış ve demokratik toplum süreci olarak tarif ettiği siyasal gelişme zincirinde yakalanan temel halkayı ifade ediyor ve sürecin hukuk-siyaset alanına taşınmasının pratik adımı oluyor. TBMM ve aynı zamanda komisyon başkanı Numan Kurtulmuş komisyona dair yaptığı konuşmada, devletin MGK'da belirleyip uyguladığı "Terörsüz Türkiye" konseptine uygun bir retorikle sorunun burjuva çözüm çerçevesini çiziyor. Terör belasından dem vuran Kurtulmuş, Kürt ulusunun hakları ve taleplerine hiç temas etmiyor, devletin öteden beri kullana geldiği bir formülasyonu kullanıyor. Kürt sorunu değil bir terör sorunu olduğu denklemini kuruyor ve bunu bütün toplumsal sınıflara sunuyor. Sorunun bu tarz ortaya konuluşu hiç kuşkusuz geleneksel devlet politikasının "Kürt sorunu yok, terör sorunu var" denklemi ve tezini somutluyor. Kürt sorununun devasa ve tarihsel sorun olduğu gerçeğini yok sayıyor. Komisyonun varlık gerekçesinin tam da bu sorunun çözümü için tesis edildiği gerçeğini gizliyor. Daha baştan devlet ve Cumhur İttifakı faşist blokunun siyasal hegemonyası altında işleyecek bir süreç kurgusu yapılıyor ve dayatılıyor.
Bu durum dünyadaki başkaca örnek ve deneylerden de bildiğimiz burjuva çözüm süreçlerinin tipik karakterini ortaya koyuyor. Bugün bir kez daha burjuva çözüm süreçlerinin yukarıdan aşağıya doğru işleyen siyasal mekaniği ve gerçekliğiyle karşı karşıyayız. Devletten topluma dayatılan bir siyasal süreç işletiliyor. Bu yönüyle 2013-2015 barış ve müzakere sürecinden belirgin farklar taşıyor. En önemlisi işçi ve emekçileri, halklarımızı, demokratik muhalefet ve mücadele güçlerini bu sürecin dışında tutuyor. Bir önceki müzakere sürecinin tüm toplumsal alan ve rıza üretme mekanizmaları yeni süreçte devre dışı bırakılmıştır. Akil insanlar, çözüm ve müzakere toplumsal-siyasal seferberliği yeni sürecin konseptinde yok. Nitekim komisyonun çalışma ilke, yöntem ve yetki sınırlarına dair AKP'nin sunduğu çerçeve sürecin sıkı devlet denetiminde yürütüleceğini baştan belirliyor. AKP, MİT tarafından hazırlanan "gizlilik derecesi yüksek" belgelerin komisyona sunulacağını, yine MİT'in silah bırakma sürecine ilişkin raporlar sunacağı ve gelişmeleri komisyona aktaracağını ileri sürerek komisyonun yarı gizli biçimde çalışmasını esas haline getiriyor.
Güya TBMM uhdesindeki komisyon vasıtasıyla devasa Kürt sorunu çözülüyor. Gerçekte ise Kürt sorununun terörün tasfiyesi parantezine sıkıştırılmaya çalışıldığı açıkça görülüyor. MHP adına komisyona katılan Fethi Yıldız'ın komisyona biçtiği misyon benzer bir çerçeve çiziyor. Anayasanın ilk dört maddesine asla ve kat'a dokunulamayacağı vurgusuyla anayasal düzenlemelere kapıyı kapatıyor. Abdullah Öcalan'ın İmralı'daki çağrı ve açıklamalarının temel halkası olarak gündeme gelen meclis komisyonuna DEM Parti'nin yaklaşımı, hiç kuşkusuz 'barış ve demokratik toplum' talepler manzumesini içeren bir çözüm perspektifini somutluyor. DEM Parti bu konumu ve rolüyle meclis komisyonunda toplumsal olarak yaslanıp kuvvet aldığı Kürt ulusu ve halklarımızın demokratik mücadele cephesini ve müzakere gücünü temsil ediyor.
Burjuva çözüm karakteriyle ilerleyen sürecin, salt TBMM'deki milli birlik, dayanışma ve demokrasi komisyonu çalışmasına kapatılması Kürt ulusu başta gelmek üzere halklarımız için büyük riskleri ve handikapları olan bir gerçekliğe işaret ediyor.
İşçi sınıfı, emekçileri, halklarımızı TBMM'deki geniş siyasal mutabakat gerekçesiyle siyasal sürecin dışına iten bu yukarıdan devlet siyaseti, işbirlikçi Türk egemen sınıfların genel ve yüksek çıkarlarını realize ediyor. Halklarımıza devletin burjuva çözüm siyaseti dayatılıyor. Bu bağlamda komisyonun geniş siyasal mutabakat görüntüsü özel bir ideolojik ve politik mesaj salgılıyor. Bu yol-yordamla burjuva çözümün toplumsal rıza üretimi hedefleniyor. TBMM'deki siyasal partilerin komisyona ve sürece dahil edilmesi halklarımız nezdinde toplumsal rıza, siyasal meşruiyet ve destek üretmenin en emin ve etkili yolu olarak görülüyor.
Politik islamcı faşist saray rejimi bütün bu süreci siyasal iktidarının ömrünü uzatacak ve güvenceleyecek bir imkan olarak görüyor. Buna kuşku yok. Dolayısıyla faşist şeflik rejimi bu süreci faşist devlet yapısını koruyan çerçevede çözmek, en sınırlı tavizlerle Kürt demokratik hareketini düzene entegre emek için kullanmaktan asla geri durmayacaktır. Bu kritik ve özgül sınıflar mücadelesi çarpışmasında işbirlikçi Türk egemen sınıfları ve onların MİT'i MGK'sı, TBMM'si 'dar alanda kısa paslaşmalar' modunda, tüm bu süreci gizli anlaşmalar ve meclis komisyonu marifetiyle işbirlikçi Türk burjuvazisi çıkarları lehine kotarmak istiyor.
Saray rejimi ve devlet için işçi sınıfı ve ezilenlerin aşağıdan demokratik istem ve eylem gücüyle sürece etki etmesini önlemek, bu anlamda can alıcı bir önem taşıyor. Bu nedenle faşist devlet ve sahipleri sürece işçi sınıfının, emekçilerin ve halklarımızın aşağıdan politik örgütleri ve talepleriyle eylemli etkide bulunmasının önüne bariyer koymaya çalışıyor. Bir önceki müzakere sürecinde şovenizm fanusunun parçalanmasıyla ferahlayan ezilen toplumsal kesimler yükselen demokratik eylem gücüyle faşist rejimi kuşatıp derinden sarsmıştı. Gezi ayaklanması, Taksim 1 Mayıs alanının özgürleştirilmesi, 7 Haziran HDP seçim zaferi faşist saray rejimin hafızasında capcanlı bir korku ve kabus olarak duruyor.
Bu yüzden faşist saray rejimi sürecin siyasi dizginlerini sımsıkı tutuyor. Halklarımızda oluşacak bir başarı-kazanma duygusunun önüne geçmeyi, süreçten olumlu biçimde etkilenen toplumsal kesimler üzerinden politik güç ve enerji devşirecek politik öznelere hiçbir imkan tanımak istemiyor. Burjuva çözüm sürecinin özellikle Kürt ulusu üzerinde moral üstünlük yaratacak bir şekilde ve politik özgürlük yönünde gelişmemesi için bütün önleyici tedbirlerini alıyor, psikolojik savaş araçlarını devletin kazandığı ve terörü bitirdiği söylemi üzerine geliştiriyor.
Bu bapta Abdullah Öcalan ve Kürt demokratik hareketinin sürecin meclis dışında toplumsal sınıflara yaslanması isteği ve arayışı tersinden aynı can alıcı noktaya, bir ezilenler cephesi imkanına işaret ediyor. Çünkü demokrasi yukarıdan bahşedilen bir olgu değildir. Sömürgeci faşizme karşı muazzam mücadele öz deneyimine sahip Kürt ulusal demokratik hareketi, bu hakikatin bilincindedir. Siyasal demokrasi her zaman işçi sınıfının ve tüm ezilenlerin aşağıdan eylem gücü ve toplam kapasitesiyle; dişe diş mücadeleyle, ağır toplumsal ve politik bedellerle kazandığı siyasal koşullar düzlemi olmuştur. Kürt demokratik hareketinin süreci toplumsallaştırma iradesi bu bağlamda oldukça önemli ve anlaşılırdır.
27 Şubat çağrısından bu yana, toplumsal ve siyasal saflaşmalar kendi akslarına oturmuştur. Emekçi sol hareketimizin de kendi içinde bölünüp saflaştığı bugünkü verili koşullarda, saflaşmalar kadar politik hedefler ve taleplerle faşizme karşı yürütülecek birleşik mücadele önemli ve belirleyicidir.
Gerçek anlamda bir demokratikleşme sürecinin gelişmesi, aynı anlama gelmek üzere faşist rejimin geriletilmesi, ancak ve yalnızca Kürt sorununda emekçi çözüm taleplerinin fiili meşru mücadeleyle mümkündür. Halklarımızın yasal ve anayasal taleplerinin söz, eylem, örgütlenme özgürlüğü, politik tutsakların serbest bırakılması, anadilde eğitim ve Kürt ulusunun kolektif hakları gibi bir dizi konu ve politik özgürlük talebi komisyon müzakerelerine terk edilemez. Devrimci sosyalistler burjuva çözüme karşı emekçi çözüm programının bütün güncel taleplerini işçi sınıfı ve ezilenlerin saflarında eylemli bir şekilde örgütlemeye, ezilenlerin demokratik eylem gücüyle süreci ezilenler lehine etkileme ve kazanımlara dönüştürme perspektifiyle hareket etmeye devam edecektir.
*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 08 Ağustos tarihli 230. sayısında yayımlanan başyazısı.