Birkan Polat yazdı | Emine anne ve kayıplar mücadelesi

Emine Ocak, her hafta bu meydanda yer aldı. Elinde Hasan'ın fotoğrafıyla oturdu. Polis saldırıları, gözaltılar, engellemeler hiçbir zaman onu bu yoldan döndüremedi. 1999'da eylemler polis saldırıları nedeniyle geçici olarak durdurulsa da, 2009'da yeniden başlatıldığında Emine Ocak yine meydandaydı.
Emine Ocak'ın ismi, Türkiye'nin yakın tarihinde yalnızca bir anne olarak değil, aynı zamanda hakikat ve adalet mücadelesinin en onurlu temsilcilerinden biri olarak anılır. Onun hayatı, oğlunun kaybedilmesiyle başlayıp halkların vicdanı haline gelen bir yürüyüşe dönüştü. Bu yürüyüş, yalnızca bir annenin acısından doğmadı; aynı zamanda bu topraklarda yaşayan halkların susturulmak istenen hafızasında direnen bir isyanın parçasıydı.
1995 yılının Mart ayında Gazi Mahallesinde yaşanan katliam saldırısına karşı, Gazi halkı ve devrimciler kontrgerillacı katillerin peşine düştü ve bu durum üç günlük bir ayaklanmaya dönüştü. İstanbul'un sokaklarında, meydanlarında kontrgerilla saldırılarına isyan eden insanlar bir araya geldi. Hasan Ocak da Gazi katliamına karşı yaşanan ayaklanmada yer aldı, devletin zulmüne karşı ses çıkaranlar arasındaydı. Onun hedef alınmasının nedeni tam da, sokakta, halkın arasında, direnişin içinde bir devrimci önder olmasındandı.
21 Mart 1995 günü, Hasan Ocak gözaltına alındı. Tanıklar onun İstanbul Emniyeti Terörle Mücadele Şubesine görüldüğünü söyledi. Ancak devlet yetkilileri her zamanki gibi inkar yoluna başvurdu: "Bizde yok." Böylece Türkiye'de gözaltında kaybetme politikasının bir örneği daha işliyordu: İnkar, zaman kazanma, unutturma ve cezasızlık.
Hasan'ın gözaltına alındığını öğrenen Emine Ocak, o andan itibaren hayatını dönüştürecek bir yola girdi. Karakol merkezleri, savcılıklar, hastaneler, morglar… Her yerde aynı duvarla karşılaştı. Günlerce süren bu arayış sırasında umut, öfke ve çaresizlik arasında gidip geldi. İnsan Hakları Derneği'nde düzenlenen bir basın açıklamasında, dönemin Devlet Güvenlik Mahkemesi savcısı Nusret Demiral'a hitaben söylediği şu cümle artık unutulmazdır: "10 gündür oğlumu arıyorum, oğlumu bulun!"
Bu söz yalnızca bir annenin değil, aynı zamanda suskun kalmak istemeyen herkesin sesi oldu. Devletin yanıtı ise Emine anneyi gözaltına aldırıp bir ay boyunca Ulucanlar Hapishanesinde tutmak oldu. Oğlunun peşine düşen bir annenin cezalandırılması, aslında bu topraklardaki faili meçhuller sisteminin nasıl işlediğini açıkça ortaya koyuyordu.
Hasan'ın gözaltına alındığı günden itibaren yalnızca Emine Ocak değil, bütün aile ve Hasan'ın yoldaşları harekete geçti. Ocak ailesi ve devrimci arkadaşları, ilk günden itibaren sokaklara çıktı.
'SAĞ ALDINIZ, SAĞ İSTİYORUZ' KAMPANYASI
Hasan Ocak'ın gözaltına alınmasından sonra ailesi ve yoldaşları yalnızca kayıp bir insanın akıbetini sormakla kalmadı, aynı zamanda devletin inkar, sokak ortasında katletme, kaçırma, kaybetme, işkencede katletme politikasına karşı güçlü bir kamuoyu kampanyası başlattı. Bu kampanyanın simgesi haline gelen slogan, "Sağ aldınız, sağ istiyoruz" oldu. Bu söz yalnızca bir talep değil, aynı zamanda bir teşhir cümlesiydi: Devletin gözaltına alıp katlettiği, kaybettiği devrimcileri unutturamayacaklarını haykırıyordu.
İstanbul'un sokakları Hasan Ocak'ın fotoğraflarıyla donatıldı. Afişler, bildiriler, yürüyüşler ve basın açıklamalarıyla "Hasan nerede" sorusu kamuoyunun gündemine taşındı. Bu kampanya, yalnızca Ocak ailesinin değil, tüm kayıp yakınlarının ve hakikat arayışçılarının sesi haline geldi. "Sağ aldınız, sağ istiyoruz" çağrısı, aynı zamanda Cumartesi Anneleri'nin Galatasaray Meydanına taşıdığı, sessiz ama kararlı direnişin de zeminini oluşturdu.
55 gün sonra, Hasan'ın bedeni Beykoz'da kimsesizler mezarlığında bulundu. Vücudunda ağır işkence izleri vardı. Elektrik verilmiş, darp edilmiş, sistematik olarak işkence yapılarak katledilmişti. Adli tıp raporu da bu gerçeği doğruluyordu: Hasan Ocak gözaltında işkenceyle katledilmişti.
15 Mayıs 1995'te Hasan'ın bedenine ulaşıldıktan sonra Emine Ocak için artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Bu adaletsizliğe karşı yalnızca konuşmak yetmiyordu, kalıcı bir mücadele hattı gerekiyordu. Ve bu hattın simgesi Galatasaray Meydanı oldu.
27 Mayıs 1995'te Emine Ocak, hayat yoldaşı Baba Ocak, Hasan'ın yoldaşları ve diğer kayıp yakınları Galatasaray Lisesi önünde oturma eylemine başladı. Bu sessiz ama çok güçlü eylem, Arjantin'deki Plaza de Mayo Anneleri'nden esinlenmişti. Başta birkaç kişiyle başlayan bu buluşma, zamanla yüzlerce insana ulaşan oturmalara tanık oldu.
Galatasaray Meydanı sadece bir eylem alanı değil, devletle doğrudan yüzleşmenin, unutturma politikalarına karşı hafızayı canlı tutmanın sembolüydü. Burada oturmak; yas tutmak değil, hesap sormaktı. Her cumartesi aynı yerde oturmak, devletin unutturma isteğine karşı her hafta yeniden hatırlatmaktı: Biz buradayız, kayıplarımızı arıyoruz, adalet istiyoruz.
Emine Ocak, her hafta bu meydanda yer aldı. Elinde Hasan'ın fotoğrafıyla oturdu. Polis saldırıları, gözaltılar, engellemeler hiçbir zaman onu bu yoldan döndüremedi. 1999'da eylemler polis saldırıları nedeniyle geçici olarak durdurulsa da, 2009'da yeniden başlatıldığında Emine Ocak yine meydandaydı.
Cumartesi Anneleri'nin mücadelesi zamanla sadece Türkiye'de değil, dünya çapında da yankı buldu. Hasan'ın yoldaşlarıyla birlikte Emine Ocak'ın öncüsü olduğu bu hareket, diğer ülkelerdeki kayıp yakınlarıyla da bağ kurdu. 2000'li yıllardan itibaren Türkiye'de uluslararası kayıplarla mücadele kurultayları düzenlenmeye başlandı. Latin Amerika'daki kayıp anneleriyle, Ortadoğu'daki hakikat komisyonlarıyla ve Avrupa'daki insan hakları ağlarıyla temas kuruldu.
Bu kurultaylar yalnızca deneyim paylaşımı değil, aynı zamanda uluslararası kamuoyu oluşturma, devletin kaybetme, işkence politikasını teşhir etme ve dayanışma bağlarını güçlendirme alanlarıydı. Emine Ocak bu kurultaylara kimi zaman katıldı, kimi zaman mesaj gönderdi; her defasında bir annenin şahsında, bir halkın ortak hafızası konuştu.
Yıllar boyunca Emine Ocak, yalnızca kendi oğlunun değil, tüm kaybedilenlerin annesi oldu. Açıklamalarında her zaman "bizim çocuklarımız" diyordu. Çünkü bu mücadele artık bireysel bir acıdan çıkıp halkın ortak hafızasına dönüşmüştü. Bir keresinde şöyle dedi: "Ben bir Hasan kaybettim, bin Hasan kazandım."
2018 yılında 700. hafta eylemi devletin saldırısıyla karşılaştığında Emine Ocak 83 yaşındaydı. İşkence yapılarak, yere yatırılarak gözaltına alındı.
Hasan Ocak'ın gözaltında kaybedilmesi davası Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) taşındı. AİHM, Türkiye'yi yaşam hakkını ihlal etmekten ve etkili soruşturma yürütmemekten mahkum etti. Bu karar, sadece bir hukuk zaferi değil, Emine Ocak'ın öncülük ettiği, kararlılıkla yürüttüğü mücadelenin uluslararası düzeyde kabul görmesiydi. Ancak Türkiye'de sorumluların hala yargılanmamış olması, cezasızlık sisteminin sürdüğünü gösterdi.
23 Temmuz 2025 günü Emine anne, 89 yaşında hayata gözlerini yumdu. Cenazesi, yıllar boyunca mücadele ettiği Galatasaray Meydanından uğurlandı. Onun vedası yalnızca bir anneye değil, bir dönemin direniş tarihineydi. Her şeyin başladığı yerdi Galatasaray Meydanı.
Bugün Cumartesi Anneleri hala Galatasaray Meydanına çıkmaya çalışıyor. Barikatlarla, yasaklarla, gözaltılarla karşılaşıyorlar. Ama her hafta bir şey değişmiyor; Cumartesi Anneleri "Kayıplarımızdan vazgeçmiyoruz" demeye devam ediyor.
Emine Ocak, bu halkın vicdanına sadece bir anne olarak değil, direnişi büyüten, unutturmayan ve hesap soran bir yüz olarak kazındı. Onun hikayesi bir annenin oğlunu arama öyküsü değil yalnızca; bu topraklarda kayıplar mücadelesinin ismidir.
Mücadelesine ve anılarına saygıyla.