Cemre Nayir yazdı | Bir süreliğine Gazze'de mi, nehirden denize mi?
Devrimci mücadele bileşenlerinin bu ateşkes süresince görevi, FHKC ve direniş güçlerine odaklanmak ve destek vermek olmalıdır. Bu ateşkesin kısa süreli bir ateşkes olacağı, koşullarının halen değişmekle birlikte çıkacak ileri tarihli sorunlarla değişmeye devam edeceği hesaba katılmalı; Batı Şeria gerçeği, Suriye hattı akıldan çıkarılmamalı.
Siyonist işgalci rejimle Filistin direnişi arasında ateşkes imzalanıyor. Peki bu bir zafer mi, yoksa zafere giden yolda bir kazanım mı?
Hamas "Ateşkesi sağladık fakat meydanlardayız" diyor. Bir yandan da siyonist işgalcinin sözde bakanları yenilgi edebiyatına başladı bile. Baştaki sorumuza gelirsek, şu an ne oluyor? Nasıl bir ateşkesle karşı karşıyayız ve Ortadoğu'da ezilen halkların mücadelesinin ana iki odağından biri olan Filistin direnişi için gelecekte nasıl adımlar atılmalı, yaşananlar Türkiye ve Kürdistan'dan nasıl okunmalı; dilim döndüğünce değineceğim.
Filistin bağlamında zaferi, yerleşimci sömürge devletinin feshi olarak, yani nehirden denize bir zafer olarak okumak zorundayız. Bu açıdan ele aldığımızda bu ateşkes için bir zaferden çok, bir kazanım olarak yorumlamak doğru olacaktır. Çünkü 76 yıldır kesintisiz süren, 7 Ekim 2023'teki topyekun savaş haliyle tüm dünyanın naklen izlediği bir soykırım-ekokırıma dönüşen sürecin kısa süreli de olsa durması, ara verilmesi, direnişi motive edecek ve yeniden plan yapmak için bir iyileşme imkanı verecektir. Devrimci mücadele bileşenlerinin bu ateşkes süresince görevi, FHKC ve direniş güçlerine odaklanmak ve destek vermek olmalıdır. Bu ateşkesin kısa süreli bir ateşkes olacağı, koşullarının halen değişmekle birlikte çıkacak ileri tarihli sorunlarla değişmeye devam edeceği hesaba katılmalı; Batı Şeria gerçeği, Suriye hattı akıldan çıkarılmamalı.
Halihazırda süren kutlamalara ve sevince selam vermeyi unutmamak gerekir. Devrim yolculuğu uzundur ve bu tür kazanımlarda halkların haklı sevincini devrimciler, sevincin illüzyonuna kapılmayan bir gerçekliği bırakmayarak bağrına basmayı unutmamalıdır. Bizler umudu örgütleyen, umutla direnen devrim savunucularıyız. 76 yıldır süren bir soykırımın 7 Ekim süreciyle yükselmesi, Gazze'de bir tane bile üniversite kalmaması, bütün hastanelerin yerle bir edilmesi, öldürülen yüz binlerce sivil, doktor, gazeteci, direniş savaşçısı ve liderlerinin gerçekliği var. Bu küçük ateşkes için bile çok fazla kayıp vermek zorunda kaldı Filistin direnişi ve bir yandan da Suriye emperyalist maşalarının eline teslim edildi. Bunlara baktığımızda kazanım sevinci haklıdır ve mücadele bu motivasyonla yükselip, sömürgeciler kovulana kadar daha yüksek bir atılımla sürdürülmelidir.
Özellikle yeniden yapılandırılmış Filistin yönetimi dayatması, emperyalist tahakkümcü dayatmadır. Kendi şartlarında istedikleri gibi kullanacakları bir kukla yönetimle, bu süreçte meşruluğu kalmamış olan kukla Abbas yönetimini değiştirerek içerideki işbirlikçi alan bir nevi yeni bir gömlek giymiş olacaktır. Hamas da FHKC de bunu kabul etmeyecektir. Devrimci tutum da buna karşı olmakla yükümlüdür, kukla rejimlere dayatılan iki devletli çözüm, gerçek bir çözüm olamaz.
Tarihi Filistin toprakları üzerinde, tarihselliği binlerce yıl önce kopmuş olan hayali ülkelerle plan yapmak siyonist anlatının temelidir ve bunu meşru görmek devrimci çizginin dışında kalır: "Kürdistan'da bir yerel yönetim olsun, ama Türkiye'ye tabi olsun ve Türkiye'nin istemediği bir şeyi yapamasın" diyen bir çizgide kalır. Yerli halk mücadelelerinde talep bellidir: Kendi kaderini tayin hakkı yanında halkın tabi olduğu topraklar üzerinde kendi iradeleriyle ve kendi yönetim biçimleriyle var olabilmek. Bunun dışında kalan ve bunu sınırlayan herhangi bir tutum, ya kazanılması gereken bir aşama olduğu için olabilir, ya da devrimi ve dekolonyalist süreci baskı altında tutmaya devam etmek içindir. Nihai hedef ve zafer, toprakların kayıtsız şartsız yerli halkların elinde olmasıdır. Bu toprakların üzerinde en iyi yaşayacak olan da, o topraklarda binlerce yıl boyunca yaşama deneyimiyle sürdürülebilir, ekolojik yaşamı kültür haline getirmiş yerlilerdir, tüm kaynakları söküp satan ekstraktivist, yerleşimci sömürgeciler değil.
Ateşkesin devamındaki esir takası süreçlerinde şimdiye kadar gördüğümüz sahneler kadar rezil gerçeklere tanık olacağımız muhtemeldir. Daha yeni kaybedilen Kemal Adwan Hastanesinin doktorları ve hastanenin başhekimi Dr. Hussam Abu Safiya, esir alınır alınmaz çok ağır işkencelere maruz kalmış, başhekimin oğlu durumuyla ilgili açıklama yapmıştı. Onu öldürdüler mi, şimdiki esir takasında serbest bırakacaklar mı ve bıraktıklarında ne halde olacak merak konusudur. Hikayesi buna benzer bütün tutsaklar için de aynı durumu merak etmekteyim. Sayı olarak esir takası biraz adil gibi görünse de bu maddelerin bundan 7-8 ay önceki taleplerle tamamen aynı olması, o 8 aylık süreçte siyonist işgalcinin Biden eliyle yapmak istediklerini yapmak için zaman kazandığı, sırf öldürmek için öldürdüklerini gösteriyor. Ateşkes bu bağlamda ne olursa olsun güç açısından dengesiz. Nihayetinde yine kazanımdır; fakat tekrar belirtelim ki mücadele bitmemiştir ve asıl zafere giden yolda daha çetin mücadeleler bizi bekliyor.
Türkiye'nin İsrail'le olan ilişkisi kendi sömürgeci bağlamından ötürü organiktir. Sermaye güdümündeki devlet, ülke topraklarındaki tahakkümünü, diğer tahakkümcülerle işbirliği kurarak genişletiyor. Ateşkes ertesi hemen ilişkilerin normalleşmesini beklemesek de Gazze üzerinde derhal inşaat hesapları konuşulmaya başlandı; ki öncesinde de konuşuluyordu. Siyonistlere demir çelik satanlar şimdi aynı demir çelikle Gazze'de inşaat rantı peşinde koşacaklar, bunlara karşı burada mücadeleyi yükseltmeye devam etmeliyiz.
Hala Cenin'e hava saldırıları, Al-Mughayyir köyünün işgali, Ofer Hapishanesine yapılan harekatlarla Batı Şeria'yı da akılda tutarak bu başlayan ateşkes süreçlerine, gelişmeleri yakından takip ederek dikkat etmek ve intifada ateşini küresel olarak yükseltmek görevimiz olmalıdır. Filistin tarihi özel durumuyla yalnızca bir Arap ülkesini temsil etmiyor ve böyle bir basit indirgemecilikle okumak ağır bir hatadır: Bu ateşkes süreci bir yandan batı emperyalizminin aşırı sağ kanadına barış mitselliği kazandırmıştır. Soykırımı uzattıkça uzatan mağlup neoliberal Biden karşısında, daha önceden Afganistan'da olduğu gibi "barış getiren" bir aşırı sağ şefi Trump hikayesi yazılmakta. Bunun örneklerini önümüzdeki dönemlerde daha da yükselecek olan Avrupa aşırı sağ hareketlerindeki yansımalarda da göreceğimizi düşünüyorum; ekofaşist otokratik iktidarlar bitmeyen savaşlardan ne yapacağını şaşırmış; ve elbette ayrıcalık ve huzurlarından başka bir şeyi umursamayan ayrıcalıklı toplum kitlelerini saptırılmış fikirlerle on yıldan uzun süredir zehirliyor ve bunların meyvelerini böylece toplayacaklar. Ki revizyonist ve kendini solda tanımlayan Alman Yeşilleri de dahil birçok siyasi yapı, siyonist yerleşimci hesabına yürüttükleri kayıtsız şartsız destek ve tutarsız politikalarıyla, bu aşırı sağ dalgalanmanın ekmeğine yağ sürdü ve sürüyor.
Tüm bunların ışığında, küresel intifada devrimin yol haritasını tayin edecek bir tarih yazmaya devam ediyor. Kişisel farkındalık yolculuğumda, 2023 Ekim'ine kadar neredeyse haberim olmayan bir tarihin bu kadar detayını öğrenirken beni devrimci çizgiye ve Kongo'dan Aotearoa'ya (Yeni Zelanda), Avustralya'dan Kaplumbağa Adası'na (Kuzey Amerika'nın yerli halklar arasındaki adıdır), ve geri dönüp Kürdistan serhildanına, Ermeni meselesine, sömürgeci/sömürgesizleştirme çizgisine taşıyacağını hayal bile edemeyebilirdim. Filistin meselesi tahakkümün karşısında bütün mücadelelerin kesiştiği çizgi olmaya ve insanlığın kendi kendini yok etme güdüsü karşısında kendi insanlığını yeniden üretme mücadelesinin pusulası olmaya devam ediyor. Fakat bunun bir sonunu getirmeli ve bunu halkların devrimiyle taçlandırmalıyız. Çoklu krizler çağında, tüm türlerin hayatta kalma mücadelesinin sonucunu en çok gözönüne çıkaran Filistin, bu dünyada bir bütün olarak yaşayabilmemizin kaderini belirleyecektir.