5 Mart 2025 Çarşamba

Çepni: Kürt halkının özgürlük mücadelesinde yan yana olmalıyız

ESP Eş Genel Başkanı Murat Çepni, PKK lideri Öcalan'ın çağrısı sonrası başlayan süreci ETHA'ya değerlendirdi. Meselenin silah bırakmaya daraltılamayacağının altını çizen Çepni, Türkiye halklarına şu çağrıyı yaptı: "Çağrı Türk işçi ve emekçilerinedir. Biz Kürt sorununun çözümünde taraf olmalıyız. Emekçi Türk halkına sesleniyoruz, ayağa kalkmalısınız ve bu süreçte taraf olmalısınız. Hep birlikte taraf olmalıyız. Kürt halkının, Kürt işçi ve emekçilerinin demokrasi ve özgürlük mücadelesinde onunla yan yana olmalıyız. Savaştan ve Kürt düşmanlığından beslenen siyasetin karşısında sınıf kardeşliğini ve eşitlik mücadelesini geliştirmeliyiz."

PKK lideri Abdullah Öcalan'ın 27 Şubat'ta yaptığı Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı, ardından PKK'nin çağrıya olumlu yanıtının etkisi sürüyor. Çağrının hemen ardından emekçi sol hareketin tüm bölüklerinden de peşi sıra açıklamalar yapıldı. Bir taraf  şovenizm ve ulusal egemen kibrin etkisiyle Kürt hareketine "parmak sallayan" açıklamalar yaparken diğer taraf açıklamanın içeriğini, alınan kararı eleştirse de Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı'ndan yola çıkarak Kürt ulusal özgürlük hareketinin kararını saygıyla karşıladığını, desteklediğini, omuz omuza mücadele edeceğini açıkladı. 

Süreç belirsizliğini hala koruyor... Kürt hareketinin açıklamalarına ve adımlarına rağmen AKP cenahının temsilcilerinin tehdit dolu konuşmaları ve Kürdistan'a yönelik saldırılar sürüyor. Peki süreci nasıl okumak gerek? Çağrının içeriğini, ne anlam taşıdığını, Türkiye emekçi sol hareketine düşen görevleri Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) Eş Genel Başkanı Murat Çepni ile konuştuk. 

'TÜRK HALKI BU SÜRECE TARAF OLMALI'
ETHA'nın sorularını yanıtlayan Çepni, meseleyi silah bırakmayla daraltanların şovenizmin de etkisiyle yanlış değerlendirmelerde bulunduğunu söyledi. Kürt özgürlük hareketinin mücadelesinde emekçi solun ilk kez ayrılmadığını hatırlatan Çepni, "Kürt hareketinin kazanımlarını devrimci-sosyalizan kazanımlar saymayanlarla ilk kez polemik yürütmüyoruz" dedi. Kürt hareketine ve siyasi iradesine güvenmek gerektiğinin altını çizen Çepni, Kürt hareketi bugün yeni bir yol arayışına girdiyse nedeninin sosyalistlerin ve devrimcilerin yalnız bırakması olduğunu kaydetti. Çepni, "Şimdi görev Türkiye halklarınadır. Çağrı Türk işçi ve emekçilerinedir. Biz Kürt sorununun çözümünde taraf olmalıyız. Emekçi Türk halkına sesleniyoruz, ayağa kalkmalısınız ve bu süreçte taraf olmalısınız" dedi. 

PKK lideri Abdullah Öcalan, 27 Şubat'ta Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı'nı açıkladı. Uzun zamandır beklenen bu tarihi çağrının siyasi anlamı nedir?
Uzun zamandır beklenen çağrı gelmiş oldu. Şimdi de çağrı ve çağrının sonuçlarının örgütlenmesine dönük çalışmalar gündemde. Çağrı ve daha özel olarak da Kürt sorunundaki yeni gelişmeler için sürecin arka planına göz atmak da fayda var.

ORTADOĞU'DA GERİLİM VE KAOS YENİ BAŞLIYOR
Dünyada ağır bir kapitalist kriz yaşanıyor. Bu varoluşsal krize emperyalist blokların, ülkelerin bulduğu çözüm daha çok silahlanma ve savaş. Silahlanma demek daha çok ölüm ve gözyaşı demek. NATO son toplantısında dönem perspektifi olarak silahlanmayı ve genişlemeyi belirlemiş durumda. Bu silahlanmanın ve paylaşım mücadelesinin ağırlıklı olarak vücut bulduğu alan ise Ortadoğu coğrafyası. Ortadoğu'da dünden bugüne neredeyse dinmeyen bir savaş atmosferi var. Ve bu savaşlar bölge emekçi halkının ölümü, soykırımı üzerinden geliştiriliyor. Filistin'de İsrail tarafından gerçekleştirilen soykırım devam ediyor. Yine siyonizme karşı direnen Hizbullah'a saldırılar ve sonrasında HTŞ cihatçı çetelerinin emperyalisler tarafından Suriye'de Şam'a atanması. Bu saldırganlığın İran'a kadar gideceği çok açık bir biçimde ifade ediliyor. Ortadoğu'da dengeler yeniden kuruluyor. Hatta şöyle söyleyebiliriz, Ortadoğu'da gerilim ve kaos yeni başlıyor. 

KÜRT ULUSU ORTADOĞU DENKLEMİNDE BELİRLEYİCİ BİR KUVVET
Bu tablo içerisinde ezilenler cephesinden de önemli gelişmeler yaşanıyor. Kürt hareketinin, özellikle Rojava'da büyük bedellerle geliştirdiği statüleşme mücadelesi var. Kazanılmış demokratik halkçı statü kapsamlı saldırılara rağmen geliştirilmeye çalışılıyor. Dört parça Kürdistan açısından da baktığımızda, Kürt ulusu Ortadoğu denkleminde belirleyici bir kuvvet. Dört parçaya bölünmüş olmasına rağmen siyasi iradesini büyük oranda tekleştirmiş durumda. Belirleyici güçlerden olmasında bu niteliği en büyük avantajı durumunda.

Hal böyle olunca geçmişi yüzlerce yıla varan, en son 50 yıllık bir süreçle bugüne kadar gelen Kürt sorununun çözümü mücadelesinde yürütülen her tartışma kaçınılmaz olarak son derece yüksek siyasi değeri sahip oluyor. Kürt halk önderi sayın Öcalan'ın en son yaptığı çağrı bu anlamda hem geçmiş hem bugün hem de gelecek açısından kritik önemde. Bu çağrı ve gelişmeler, Kürt halkı ve ezilenler açısından sonuçlarının ne olacağından bağımsız olarak, tarihi nitelik taşıyor. Bunun altını çizmekte hiçbir sakınca yok. 

METİN TARİHİ BİR NİTELİK TAŞIYOR

27 Şubat'ta okunan bir metin var bir de sonrasında İmralı Heyeti üyesi Sırrı Süreyya Önder tarafından aktarılan bir not. Açıklama sonrası kamuoyu tarafından yapılan tartışmalarda hem metnin içeriği eleştirildi hem de metinde yer almayan notun daha önemli olduğu belirtildi. Siz, metnin içeriğine yönelik eleştirileri nasıl değerlendiriyorsunuz? PKK lideri Abdullah Öcalan, bu metinle devlete ve topluma nasıl bir sorumluluk yüklüyor?
Metnin öneminin altını çizdik. Dolayısıyla metnin içeriğine dönük yapılan tartışmalar son derece anlaşılırdır. Metin en başta Kürt ulusal hareketinin varoluşsal nedenlerini ve bugün açısından değişen koşulları değerlendirmeye tabi tutması nedeniyle tarihi bir nitelik taşıyor.

METNİ İKİ BOYUTUYLA DEĞERLENDİREBİLİRİZ
Metni iki boyutuyla değerlendirebiliriz. Birincisi; Kürt halkının ve özgürlük hareketinin iradesi ve kararı. Bu kararın detayları kuşkusuz önümüzdeki zamanda fazlasıyla netleşecektir. a) Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı. b) Mücadele araç ve biçimlerinde değişim ve yeniden yapılanma. c) taleplerin güncellenmesi. İkinci boyutu ise; dünyasallaşmış ve özellikle Ortadoğu'da belirleyici düzeyde gelişmiş bir hareketten bahsediyoruz. Yine, başlangıcından bugüne devrimci sosyalist hareketle iç içe olmuş, hatta sosyalizan damarı güçlü olan bir ulusal hareketten bahsediyoruz. Ayrıca, Öcalan'ın da son mesajlarında sosyalizme özel vurgular yaptığı biliniyor. 

YANSIYAN TEK BİR METİN ÜZERİNDEN ZAYIFLATAN DEĞERLENDİRMELER GEREKSİZDİR
Böyle olduğu için, çağrıda ifade edilenler kendisine demokratım, sosyalistim, yurtseverim diyen herkesi de doğrudan ilgilendiriyor. Çağrının içeriği ulusal hareketin özgünlüğünü aşan bir iddia ifade olarak ediliyor. Dolayısıyla metindeki bazı değerlendirmeler, örneğin; dönem analizi, mücadele araç ve biçimleri, sosyalizm deneyimleri, ulusal hareketlerin kuruluş süreçleri, talepleri ve bugünü, devrimci, demokratik mücadele, devlete yaklaşım konularında yaptığı değerlendirmeler kesin olarak tartışmayı ve eleştiriyi hak eden değerlendirmelerdir. Ancak tekrar edelim, şimdilik yansıyan tek bir metin üzerinden zayıflatan, zorlayıcı değerlendirme aceleciliğine girmek de gereksizdir. Savaş halindeki bir halk hareketinin yürüttüğü tartışmalara kolaycı yaklaşım bizim işimiz olamaz. Değerlendirmelerimiz yoldaşça ve sorumlu olmak durumundadır. 

BÜYÜK BEDELLER ÖDEMİŞ BİR MÜCADELE TARİHİNDEN BAHSEDİYORUZ
Metni bu şekilde iki başlıkta değerlendirebiliriz. Açıklamada yazılı olmayan, fakat bir heyet üyesinin sözlü ifade ettiği bölüm var. Orada, "siyasi ve hukuki adımların atılması" diye bir belirleme var. Bunu önemsiyoruz. Kürt sorunu ortalama 500, yakın dersek 200, güncel olarak da 50 yıllık bir sorun. 
Büyük bedeller ödenmiş, büyük pratikler ortaya konmuş, büyük kazanımlar da elde etmiş bir mücadele tarihinden bahsediyoruz. Buradan hareketle elbette ilk sormamız gereken soru; Türk burjuva devleti inkar, imha ve asimilasyon politikasından vazgeçmiş midir? Yani devletin Kürt sorunu konusundaki paradigması değişmiş midir? Bu soruya bizim vereceğimiz cevap çok açık ve net. Böyle bir değişiklik henüz söz konusu değildir. 

MESELE SİLAHLARIN BIRAKILMASINA DARALTILIYOR
Yine, yapılan açıklamalarda meselenin sadece silahların bırakılmasına daraltıldığını da görüyoruz. Yani genel bir demokratikleşme, Kürt halkının bugüne kadar gasp edilen haklarının teslim edilmesi bir yana, "terörsüz Türkiye" diye propaganda edilen klasik devlet politikası var. Burada kavramlara çok takıldığımız için değil, ama hali hazırdaki gelişmelere de bakarak tarif etmeye çalışıyoruz. 

İKTİDAR TÜMDEN TASFİYEYİ HEDEFLİYOR
Demokrasi güçlerine, sosyalistlere, Alevilere, gazetecilere, sanatçılara, işçilere, kadınlara, LGBTİ'lere, gençlere, yani bir bütün halka  dönük ağır gözaltı ve tutuklama  saldırıları sürüyor. Gezi dosyaları yeniden açılıyor. Partimize ve en son da Halkların Demokratik Kongresi'ne (HDK) yönelik binlerce insanın içinde olduğu soruşturma dosyaları açılıyor ve tutuklamalar yaşanıyor. Kayyum gasbı ise kesintisiz sürüyor. Saldırılar elbette yeni değil, fakat yeni bir düzey olduğunu söyleyebiliriz. Varlık sebeplerimiz hedef alınıyor. Örneğin, ESP Eş Genel Başkanı Deniz Aktaş'ın, seçildiği ESP kongresine katılması suç sayılabiliyor. Demokrasi ve özgürlükler adına en küçük bir ses ve örgütlenmeye tahammül yok. Tümden tasfiye hedefleniyor. Bu gerçeklik içerisinde ifade edilen sözlere, telefon inceliklerine bırakın muhatap siyasetçileri herhangi bir insanımızın bile inanması mümkün değildir. Öcalan'ın, siyasi ve hukuki adımların atılması yönündeki vurgusu bu anlamda önem kazanıyor. 

Gelişmeleri kuşkusuz dikkatlice takip edeceğiz. Şu anda görebildiğimiz, okuyabildiğimiz, doğrudan denetleyebildiğimiz gelişmelerden bahsediyoruz. Sürecin tokalaşmayla başlamadığını, belki yıllara varan bir ön hazırlığı olduğunu da pekala söyleyebiliriz. Süreci günlük olup bitenler ve basına yapılan açıklamalardan okumaya çalışmak son derece yetersiz kalacaktır. Peşi sıra aşamalardan geçilerek ve her aşamanın kendi içinde bir işleyişinin olacağını öngörerek değerlendirme yapmayı doğru buluyoruz. 

KÜRT SORUNUNUN KALICI BİR BİÇİMDE ÇÖZÜMÜ TARTIŞMALARI YOK

Öcalan, açıklamasıyla PKK'ye silah bırakma çağrısı yaptı, örgüt de kısa sürede ateşkes ilan etti. Fakat silah bırakma için Öcalan'ın kongreye katılması gerektiğini de belirtti. Öcalan ve PKK'nin bu adımlarına rağmen AKP kanadından yapılan açıklamalarda dildeki sertlik ve halklara yönelik düşman politikalar da, saldırılar da sürüyor. Devletin yaklaşımı sizce nasıl olacak, Kürt sorununun demokratik çözümü için siyasi ve hukuki koşullar oluşturulacak mı? 
Bu konuda bugünden bir şey söylememiz mümkün değil. Kaldı ki metnin kendisinde de, İmralı'da yapılan görüşmeler ve yapılan açıklamalara baktığımızda da görüyoruz ki, ortada henüz Kürt sorununun kalıcı bir biçiminde çözümü tartışmaları yok. Çağrı da esasen devletin görevlerine değil Kürt hareketinin yapması gerekenlere yönelik. 

Kürt sorununun çözümü hali hazırda çok gerçek bir gündem olarak ortada duruyor. Yaşanan gelişmelerin Kürt sorununun çözümü açısından nasıl bir aşamayı ifade ettiğini ya da hangi aşamaları ifade ettiğini önümüzdeki süreçte göreceğiz. Ama devlet açısından başta da söylediğim gibi, meselenin sadece silahların bırakılması ve örgütün tasfiyesine daraltıldığı; demokratikleşme, inkar edilen hakların teslimi, işlenen suçların kabulü, adalet gibi başlıklarda atılmış ya da atılacak olduğu ifade edilen herhangi bir adımdan söz edemiyoruz. 

BU ADIMLAR CAN PAHASINA YÜRÜTÜLEN MÜCADELEDEN BAĞIMSIZ OLAMAZ
Bütün halklar lehine, Kürt halkı lehine, demokrasi ve özgürlük güçleri lehine her türlü kazanımın ancak mücadele ile gerçekleşebileceğini de unutmamak gerekir. Bazen ağır saldırı koşullarında ve burjuva hegemonya ve kara propagandası altında bu gerçek silikleşebiliyor. Bu konuda asla ve asla yaşadığımız coğrafyanın ve devletin gerçeklerinden, tarihsel arka plandan kopmadan düşünmemiz gerekiyor. Dolayısıyla atılacak herhangi bir adımın, ya da bugün atılmış olduğunu düşündüğümüz kimi adımların can pahası yürütülen mücadeleden bağımsız olmadığını asla unutmamalıyız. 

Kürt sorunu bugün dünya çapında bir gündemdir. Her evde, hangi içerikte olursa olsun Kürt sorunu tartışmaları yapılıyor. Saray medyasında, burjuva basında hemen hemen her akşam bu mesele konuşuluyor. Kürt halk önderi Öcalan, 26 yıldır tecrit altında. Bizler tecrit var dediğimizde dahi soruşturmalara, tutuklamalara maruz kaldık. Bugün Öcalan'ın mutlak tecridinin, henüz kırılmamış olmakla beraber, önemli oranda kırılmaya doğru gitmesi bir kazanımdır. Yine Öcalan'ın bu meselenin doğrudan muhatabı olduğu gerçeğinin de kabulü önemlidir. Bunlar Saray'ın, Bahçeli'nin ve Erdoğan'ın lütfu, iyi niyet hareketleri değildir. Bunlar onlarca yıldır yürütülen muazzam mücadelenin, ödenen büyük bedellerin sonucudur. 

SOSYAL ŞOVENİZME DÜŞEN ANLAYIŞLARLA UZUN ZAMANDIR POLEMİK YÜRÜTÜYORUZ

Öcalan'ın çağrısıyla yeni bir siyasi dönem başladı. Bu  yeni dönemin riskleri ve olanakları olacağı tartışmasız bir gerçekliktir. Bu duruma emekçi sol hareket nasıl yaklaşmalı? Başlayan yeni konjoktürle ve Kürt demokratik hareketiyle nasıl ilişkilenmek gerekir?
Türkiye'de emek ve demokrasi güçleri, emekçi sol hareket Kürt özgürlük mücadelesi söz konusu olduğunda yeni bölünmüyor. Başından beri neredeyse bir bölünme zaten vardı. Biz Kürt sorununun demokratik çözümü meselesinde şovenizmin etkisinden çıkamayan, egemen ulus kibrinden ayrılamayan, meselelere burjuva devlet perspektifinden bakmaktan kurtulamayan, bu anlamda sosyal şovenizme düşen anlayışlarla uzunca bir zamandır tartışmalar, polemikler yürütüyoruz. Yani yeni bir durumla karşı karşıya değiliz. 

Bu anlamda tabii özel bir andayız. Tartışmaları daha cesur, daha derinlikli yapabilmemiz lazım. Çünkü yaşanan gelişmeler sadece Kürt hareketi için değil, devrimci sosyalist hareket açısından da yeni bir durumu ifade ediyor. 

KÜRT ULUSAL HAREKETİNİN KAZANIMLARINI DEVRİMCİ KAZANIMLAR OLARAK GÖRMEYENLER BUGÜN BENZER POZİSYONDA
Dün Kürt ulusal mücadelesi sürerken kenarda bekleyenler, Kürt ulusal hareketinin kazanımlarını devrimci-sosyalizan kazanımları olarak görmeyenler, ulusal hareketle sosyalist hareketin birleşik mücadelesini zorunlu görmeyenler, hatta Kürt hareketinin varlığını sosyalist hareketin gelişimi önünde engel olarak görenler, bugün de benzer pozisyondalar. Bugün de bu meseleye yalnızca ve yalnızca silahların bırakılmasından bakan arkadaşlarımız var. Muhtemel kazanımı sadece buradan değerlendirmek, sorunun demokratik çözümü gündem ve görevlerine odaklanmamak temel bir eksikliktir. Ayrıca süreci tek başına Erdoğan'ın yeniden seçilmesi ve olası anayasa tartışmalarına daraltmak da öyle.

KÜRT HALKINA VE İRADESİNE GÜVENMEMEK YANLIŞTIR
Kürt sorununun demokratik çözümü mücadelesine dahil olmadan, bunun bir parçası olmadan, sosyalizmle ulusal hareketin kazanımlarının birbirine tetikleyen, geliştiren olduğunu görmeden yaptığımız her tartışma sorunludur, kazandırmaz. Kürt halkına ve Kürt halkının siyasi iradesine güvensizlik, Kürtlerin AKP tarafından kandırılacağına inanmak, sürecin bir ABD projesi olduğunu söylemek, yani, Kürt halkının iradesini yok saymak temel bir yanlıştır. Yine Kürt halkına uzaktan ve dışarıdan egemen bir kibirle nasıl yapması gerektiğini vaaz etmek de öyle. Peki doğrusu nedir? Doğru olan, devrimci, sosyalist, komünist hareketin ve ulusal özgürlük mücadelelerinin tarihsel deneyimlerinden çıkan doğrulardır. 

Şovenizme karşı mücadelenin geliştirilmediği koşullarda sosyalizm mücadelesinin geliştirilmesi mümkün değildir. Şovenizmle zehirlenmiş işçi sınıfı, özgürleşmediği koşullarda kendi iktidarına karşı çıkmadığı koşullarda, emeğin mücadelesinin gelişmesi de mümkün değildir. Bu gerçeklerden hareketle biz  bugün Kürt halkının yürüttüğü mücadeleye en başta güvenmek zorundayız. 

KÜRT HALKI YALNIZ BIRAKILMIŞTIR
Ayrıca bir özeleştiri de yapmak durumundayız; Kürt halkı yalnız bırakılmıştır. Bunun da sorumluluğu en başta sosyalistlerin omuzlarındadır. Eğer Kürt hareketi bugün zorunlu bir çıkış, yeni bir yol arayışı içerisindeyse bu konuda bizim öncelikle kendimize sormamız gereken sorular vardır. Biz Türkiye devrimini geliştiremediğimiz, Türkiye işçi sınıfını örgütleyemediğimiz, Türkiye işçi sınıfını kendi iktidarına karşı antişoven temelde örgütleyemediğimiz koşullarda Kürt halkının yalnızlaşması zaten kaçınılmazdır. 

Şimdi görev Türkiye halklarınadır. Çağrı Türk işçi ve emekçilerinedir. Biz Kürt sorununun çözümünde taraf olmalıyız. Emekçi Türk halkına sesleniyoruz, ayağa kalkmalısınız ve bu süreçte taraf olmalısınız. Hep birlikte taraf olmalıyız. Kürt halkının, Kürt işçi ve emekçilerinin demokrasi ve özgürlük mücadelesinde onunla yan yana olmalıyız. Savaştan ve Kürt düşmanlığından beslenen siyasetin karşısında sınıf kardeşliğini ve eşitlik mücadelesini geliştirmeliyiz. 

TEHLİKELERİ GÖRMEMEK HATA OLUR
Sürecin nasıl bir kazanımla ya da kayıpla sonuçlanacağını bugünden bilme şansına sahip değiliz. Fakat çok ciddi risklerle karşı karşıya olduğumuzu da biliyoruz. Bu riskler 500 yıldır inkar ve imha siyasetinden başka bir siyaseti tanımayan egemen devlet anlayışından kaynaklanmaktadır. Türk burjuva devleti hem Ortadoğu'da hem de dünyada, tüm teşhir olmuşluğuna rağmen NATO üyesi bir ülke olarak Kürt karşıtı siyasetini tam destekle yürüttü. Her defasında oluşan boşluklardan halklara saldırı amacıyla faydalanmayı esas aldı. Emperyalist ülkelerin desteği ile askeri operasyonları yürüttü. En küçük demokratik hak talebini risk olarak gördü. Faşist duvardan bir tuğla çekildiğinde tüm duvarın yıkılacağından korktu. Demokrasi ve özgürlük mücadelesi karşısında mafyasından tarikatına, çetesinden korucusuna her türlü gerici faşist örgütlenmeyi geliştirdi. Geriye kim kalıyor? Demokrasi ve özgürlük mücadelesi yürüten emekçi halklarımız kalıyor. Bu güç dengesizliği içerisinde riskleri görmeden, çabuk çözüm hayallerine kapılmak, abartılı beklentilere girmek, abartılı iyi niyetlere kapılmak ve en önemlisi devrimci demokratik güçlerin pratik ve ideolojik örgütsüzleşmesine yarayacak tehlikeleri görmemek en büyük hata olur. 

OLANAKLARIMIZI GÖRMELİYİZ, OLANAKLARIMIZ SONUCU BELİRLEYECEKTİR
Diğer taraftan yalnızca risklere odaklanarak olanakları görmezden gelmek de doğru olmayacaktır. Olanak en başta kriz halindeki sistemdir. AKP-MHP iktidarının çıplak şiddet dışında tek bir siyasetinin kalmamış olmasıdır. Keskinleşen çelişkilerdir. Tüm saldırılara rağmen kırılamayan mücadele dinamikleridir. Her alanda direnen emekçi halk kesimleridir. Olanak bu coğrafyanın devrimci değerleri ve birikimidir. Süreç her açıdan bir mücadele sürecidir. Sonucu belirleyecek olan da budur.