Dîcle Awaz yazdı | Direniş zafere götürüyor
Eğer bir kere tanık olduysanız onların direnişine, cesaretine, coşkusuna bir daha unutamazsınız. Uzun uzadıya tanımak gerekmiyor destansı direnişlerini görebilmek, hissedebilmek, anlayabilmek için. Bu halkın daha 18'ini yeni doldurmuş gencecik evlatları büyük bir coşkuyla kendilerini öneriyorlar savaş cephelerine. Ölümü sevmek değil bizimki, aksine o kadar büyük bir bağ ile bağlılar ki yaşama. Savaşçıların yüzündeki kahkaha da gözlerindeki ışık da eksik olmuyor.
Bu yazıda okuyacaklarınızın, Tişrîn'deki o gencecik savaşçıların yarattıkları destanın da, tanık olduklarımın da, hissettiklerimin de çok dar bir kısmı olacağına daha başından eminim. Sizlere bir taraftan halkın, bir taraftan savaşçıların süren direnişini anlatmaya çalışacağım.
Tişrîn Barajı Rojava'nın Firat bölgesine su ve elektrik sağlayan en büyük ikinci barajı. Önemi yaşamsal açıdan büyük. Yaşamsal önemi bir yana Tişrîn Barajı iki ayrı savaşı ve toplamda binlerce şehidiyle tarihe kendini onurluca yazdı.
Tişrîn Barajında halkın başlattığı nöbet eylemine giden ilk ekip, sömürgeci Türk devletinin katliam saldırısıyla karşı karşıya kaldı. Yolun başından itibaren konvoyun etrafını bombalayarak halkı yolundan döndürmeye, korkutmaya çalıştı. Korkan olmadı, herkes cesurdu dersek halk gerçeğini yok saymış oluruz ki bunu yapmayacağım. Fakat daha ilk gidişte saldırıların hemen ardından halkın içinden, "Kutlamaya gelmiyorduk ya biliyoruz tüm Tişrîn'in savaş cephesi olduğunu, yani işgalci devletin bombalayabileceğini de biliyorduk" yorumunu duymak halkın ne kadar bilinçli olduğunu da gösteriyor. Ya da bir annenin saldırıların ardından, "Dün de vurdunuz, bugünde bombaladınız. Anlayın işte bırakmıyoruz barajımızı da çocuklarımızı da" şeklindeki öfkeli sözlerini kararlılığı net bir şekilde anlatıyor.
KORKU KADAR CESARET DE YAYILAN BİR DUYGUDUR
Türk devleti katliamcı politikasını, Kürt düşmanlığını Tişrîn Barajına birkaç kilometrelik mesafe kala en öndeki araçlardan birini vurarak bir kez daha gösterdi. Katliam saldırılarında hayatını kaybedenler ve yaralananlar oldu. Halk yaşanan katliamla birlikte bir sınava girdi. Her sınavda olduğu gibi bunda da sınavı geçenler olduğu gibi sınıfta kalanlar da oldu. Korku kadar cesarette yayılan bir duygudur. O anda o çıktı ortaya. Kimdir, nereden çıktı bir önemi yok. Saçı, üstü başı toz içinde, daha az önce vurmuş uçak ama o cesaretle "Gideceğiz heval gideceğiz. Gitmemiz gerekiyor" dedi. Tüm süreci belirleyecek o ilk eylemdeki duruşuyla cesareti yaydı halkın arasında. Korku ve cesaretin arasındaki savaşta yürünecek yolu gösterdi yanı başındakilere.
Yol araçların geçeceği halde değildi. "Yürüyerek gideriz" dedi halk. Keşke bir videodan öte gösterebilmiş olsaydık size… Bir anne, babaları 2016'daki Kobanê katliamında şehit düşen iki kızıyla gelmiş. Küçüğün yaşı 12, büyük 14. Tutmuş ellerinden seslerinin son gücüne kadar, "Bijî berxwedana QSD" sloganıyla yürüyorlar. Birileri çıkıp, 'savaş alanına çocuk mu götürülür' dese ya. Bu topraklarda, 12 yaşındaki çocuklar evlerinin bahçesinde öldürülüyorsa, 12 yaşındaki çocuklar Türk devletinin işgali altındaki bölgelerde tecavüze uğruyorsa, evet, çocuklar direniş alanına da gider. Yukarıdaki cümleyi diyen olmuyor mu, oluyor elbette. Annenin cevabı ise net: "Küçük olan savaşın içinde doğdu. Bu bombalar her gün evlerimize düşüyor. Buraya da gelir bu çocuklar." Doğru ve gerçektir o söz, "Kürdistan'da erken büyüyor çocuklar".
O çocuklar ilk saldırıda geri dönen büyüklerden daha soğukkanlı, daha sol duyulu, daha 'büyüklerdi' dört gün boyunca. Bu anne de, Yılmaz Behrareş yoldaş ölümsüzleştiğinde, cenazesine kucağındaki birkaç aylık bebeğini kaldırıma bırakıp koşan anne kadar, insanlığıyla, yoldaşlığıyla ve inancıyla bağlı şehidine ve devrimine. Bunu bu topraklarda yaşamayanın anlaması zor. Bu yazıyı okuyup, "ahlak" ya da annelik dersi verecek olanlar, Filistin'de her gün bombalanan çocuklara baksınlar. Annesinin, babasının cansız bedenine sarılan çocuklara baksınlar. Kürdistan'da her gün bomba sesleri altında uyumaya çalışan çocuklara baksınlar… Diyorum ya; canı cehenneme küçükburjuva ahlakın da, bireysel aile kaygılarının da… Bu coğrafyada her gün savaş var. Dünyanın duymadığı ya da duymanın ötesine geçmediği bir yerde 7 aylık bebekler annesiz, babasız kalıyor burada…
Bir savaş gazisi var, iki bacağı, bir kolu kesik. Proteziyle 2 kilometreye yakın yürüdü. "Elim yoksa sloganımla katılırım bu direnişe. O da olmazsa varlığımla destek olurum" dedi doktor Ferhat'ımız (Şenol Sağaltıcı) gibi. Bir akşam nöbetinde anlattı; 8 yaşındaki oğlu, "Baba ben de geleyim" demiş. "Yok oğlum sen gelme" dediğinde oğlunun cevabı, "Bir şey olursa benim canım sizden daha tatlı değil ki... Geleyim" olmuş. Burada çocuklar böyle büyüyor. Sokakta birlikte oynadığı arkadaşı işgalcilerin bombasıyla katlediliyor. Bu çocuklar kendilerini bildiklerinden itibaren savaşın içinde elde silah dövüşen abla ve abileriyle büyüyor.
Diğer gruplarda da her şey benzer ilerliyor. Tek fark, halk artık daha hazırlıklı ve deneyimli. Bombalar ha düştü ha düşecek diye bekliyoruz. Şehidini kaldırmada da yarasını sarmada da deneyim sahibi bu halk. Şehidini kaldırdığı gibi zafer işaretini de kaldırıyor havaya.
HALKIN DİRENİŞİ SAVAŞÇILARA GÜÇ VERİYOR
Eğer bir kere tanık olduysanız onların direnişine, cesaretine, coşkusuna bir daha unutamazsınız. Uzun uzadıya tanımak gerekmiyor destansı direnişlerini görebilmek, hissedebilmek, anlayabilmek için. Bu halkın daha 18'ini yeni doldurmuş gencecik evlatları büyük bir coşkuyla kendilerini öneriyorlar savaş cephelerine. Ölümü sevmek değil bizimki, aksine o kadar büyük bir bağ ile bağlılar ki yaşama. Savaşçıların yüzündeki kahkaha da gözlerindeki ışık da eksik olmuyor. Bu cümleler size çok edebi gelebilir, fakat diyorum ya bazı şeyler savaşın içindeyken anlatılamıyor, görüntülenemiyor, paylaşılamıyor. İnsanlara gözüyle görmediklerini tarif etmek zor oluyor. Ama onları görenler çıkaramayacaklardır akıllarından. Her gözümü kapattığımda onların inançlı gülen yüzlerini görüyorum. Bu görüntü hiç silinmeyecek.
Hep diyoruz ya "eşitsiz bir savaş" bu. Cephanesinden, lojistiğine her şeyiyle çok dikkatli harcanmak zorunda. Savaşan evlatları kısıtlı cephane ile doğru hamleyi yapma konusunda profesyonelleştiği gibi halk da kısıtlı imkanlarla yaşamayı ve direnmeyi öğrendi. 40'ı aşkın gündür bu halkın evlatları Tişrîn Barajında, Qereqozak Köprüsünde, Dêr Hafr'da, Minbic cephesinde ve aslında Kuzey ve Doğu Suriye'nin her köşesinde tarihi bir direniş sergiliyor. Yanı başında yoldaşı şehit düşüyor. Kaldırıp sarıyor cenazesini savaşçılar, sonra düşmanın üzerine yürümeye devam ediyor. 10 dakika önce gördüğü yoldaşını bir daha göremeyeceği bilinciyle yaşıyor, fakat kendine de ayak bağı etmiyor duygularını. İki kardeşin aynı cephede savaştığına da tanık olduk, birbirlerine tünelde rastladıklarındaki yaşadıkları duyguyu en iyi onlar bilir. Bize tahmin etmek düşer.
Bir kez daha altını çizerek belirtmek istiyorum, herkesin bildiği o gerçeği. Eğer haftalardır en ileri teknolojiyle, savaş uçakları, keşifleri, ağır silahları ve daha çeşit çeşit silahla sömürgeci Türk devleti bir barajı geçemediyse; işte bu inançla, inatla direnen savaşçıların eseridir.
Bir şiir okumuştum yıllar önce, bugün hala o şiirin iki satırı aklımda. "Al bu da kanlı gömleklerimiz./ Zaferi bunlarla kucaklayacağız."
O şiirdeki gibi ezilen Kürt halkı zaferi kanlı gömlekleriyle kucaklayacak.