13 Haziran 2025 Cuma

Abed Al-Zurei'i: Filistin halkının dik duruşu siyonizmin saldırılarını püskürtüyor

Filistin Toprak Çalışmaları Enstitüsü Direktörü görevinde bulunan devrimci araştırmacı, yazar Abed Al-Zurei'i ETHA'ya konuştu. Siyonizmin ve Filistin ulusal direnişinin tarihini anlatan Al-Zurei'i, üç aşama olarak nitelendirdiği Filistin direnişinin ikinci aşamasının 7 Ekim Aksa Tufanı hamlesi olduğunu kaydetti. Siyonistler ve emperyalistlerin işbirlikçiler, yalan haber, sivillere dönük katliamlar ve direnişçi örgütlerinin liderlerine suikastlarla direnişi bitirmeyi amaçladığını vurgulayan Al-Zurei'i, başta kadınlar olmak üzere Filistin halkının dik duruşunun, şarkılarla, kültürüyle direnişe katkı sunmasının siyonizmin saldırılarını püskürttüğünü kaydetti.

Uzun yıllar Afrika'nın çeşitli ülkelerinde, son olarak da Tunus'ta yaşamaya başlayan Filistin Toprak Çalışmaları Enstitüsü Direktörü görevinde bulunan devrimci araştırmacı, yazar Abed Al-Zurei'i ile 7 Ekim 2023 tarihinde 14 Filistin direniş örgütünün ortak Aksa Tufanı hamlesi ışığında Filistin ulusal kurtuluş mücadelesini ve siyonizmin Afrika'daki etkisini konuştuk.

Zurei'i sorularımıza şu yanıtları verdi:

FİLİSTİN HALKI SİLAHLI VE HER TÜRLÜ MÜCADELE ARACIYLA DİRENDİ

Öncelikle Filistin direnişinin sürekliliğini nasıl sağladığını anlatır mısınız? 7 Ekim Aksa Tufanı hamlesi süreklilik ve Filistin ulusal kurtuluş mücadelesi bakımından nerede duruyor?
Siyonistler Filistin'e ilk ulaştığında, orada yaşayan köylülerin topraklarını gasp etmeye çalıştı. Siyonist hareketin özü buydu. Bu istilaya karşı mücadele, başlangıçta, çiftçilerin çapa ve küreklerle karşılık vermesiyle, o dönemin imkanları ve bilincine göre şekillenerek başladı. Ancak Filistin'in İngilizler tarafından işgal edilmesiyle, 1917'de mücadele seviyesinde bir değişiklik oldu. O dönemde Balfour Deklarasyonu yayınlandı ve Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurulacağı kesinleşti. O andan itibaren Filistin halkı, her türlü araçla, yani silahlı mücadele, sokaklarda mücadele, grevler ve diğer tüm biçimlerde direnmeye başladı.

Başlangıçta, Balfour Deklarasyonu siyonistler ve İngilizler arasında bir anlaşmayken, 1922'de BM'nin Filistin mandasını İngiltere'ye vermesiyle anlam değişti ve Balfour Deklarasyonu, resmi bir yasal mevzuat haline geldi.

İkinci Dünya Savaşı sırasında, siyonistler ve Almanya'daki Naziler, Yahudilerin Almanya'dan Filistin'e getirileceği konusunda anlaşmışlardı. Dolayısıyla, Filistin'in işgalinin Nazilere karşı olduğu veya onlara bir tepki olarak meşrulaştırıldığı iddiası yalandır. İşgalin başlangıcından itibaren Filistin halkının ulusal kurtuluş mücadelesi kesintisiz devam etti.

7 Ekim, tam da bu kesintisiz mücadeleyi göstermektedir. Bugün bazı gruplar, Hamas'ın İslami bir örgüt olması nedeniyle bu operasyonu sorguluyorsa, biz de Aksa Tufanı'nın bir hak olduğunu söylüyoruz. Bu hak, üç temel gerçekliğe dayanmaktadır. İlk olarak, uluslararası hukuka dayanan kendi kaderini tayin hakkı ilkesi vardır; sömürgeleştirilen her halk, ideoloji sorununu gündeme getirmeksizin her türlü yolla buna karşı mücadele etme hakkına sahiptir.

İkincisi, Filistin halkı, ayrım gözetmeksizin tutuklamalar, hapishanelerde işkence, evlerin ve mülklerin yıkılması, toprakların gasbı, sürgün ve cinayet dahil olmak üzere siyonist varlık tarafından maruz bırakıldıkları zulme direnme konusunda tartışmasız kendini savunma hakkına sahiptir.

Üçüncüsü, kontrol altına alınması gereken tehlikeler vardır. Suudi Arabistan ve İsrail arasında geçen yıl başlayan normalleşme süreci, Filistin halkı için tehlikelerden biridir. Bu süreçte İsrail, zaten 7 Ekim'den önce Filistin halkına ve direnişine karşı bir saldırı hazırlığındaydı; bu yüzden Aksa Tufanı'nı hazırlayarak, önce vurarak saldırıların önüne geçti.

7 EKİM ULUSAL KURTULUŞ MÜCADELEMİZİN MEŞRUİYETİNİ YENİDEN TESİS ETTİ
Şimdi bu operasyonun neyi başardığını tartışacak olursak, öncelikle Filistin ulusal kurtuluş mücadelesinin meşruiyetinin yeniden tesis edilmesine yol açtığını kabul etmeliyiz. Bunu uluslararası dayanışma hareketinde görüyoruz. İkinci olarak, siyonist varlığın özünde zaten var olan çelişkileri daha da şiddetlendirdi ve siyonistlerle ortakları arasında çelişkiler yarattı.

ULUSAL KURTULUŞ MÜCADELEMİZ ÜÇ STRATEJİK AŞAMADAN GEÇMEKTE
Filistin halkı ulusal kurtuluş programı temelinde mücadele etmektedir ve üç stratejik aşamadan geçmektedir: Birincisi stratejik savunma aşaması, ikincisi birleşme ve savunmadan saldırıya geçiş aşaması, üçüncüsü işgale karşı stratejik saldırı aşamasıdır. Bu mücadelenin ilk aşaması, 1948-2021 yılları arasında 75 yıl sürmüş ve 2021'de Kudüs'teki direniş ve buna eşlik eden "Kudüs'ün Kılıcı" operasyonuyla sona ermiştir. Aksa Tufanı, mücadelenin ikinci aşamasını resmen başlatmıştır. Bu aynı zamanda siyonist katliamın düzeyini ve aşırı vahşetini de açıklamaktadır. Aksa Tufanı, Filistin'i birinci aşamadan ikinci aşamaya, mücadelenin yeni ve daha yoğun bir aşamasına getirmiştir.

EVLERİ YIKARAK İNSANLARI GÜVENSİZ HİSSETTİRMEK İSTİYORLAR
Siyonist varlığın buna cevabı nedir? Stratejileri sivil nüfusu yok etmek ve böylece direnişi, Filistin halkının iradesini kırmak ve onları bölmektir. Siyonist varlık saldırılarına evleri yıkarak başladı. İnsanların dinlenebilmek, kendini güvende hissetmek için dönebilecekleri bir yerleri olduğu duygusunu yok etmek için bazı insanlarla iletişime geçtiler, evlerini bombalayacaklarını ve kaçmalarını söylediler. Bu durum halk arasında büyük korkuya neden oldu. Artık insanlar kendi evlerinde güvende hissetmiyor ve tüm mesele de budur.

Siyonistler aslında Filistinlilere "Sizi koruyacak evleriniz yok" diyor. Bombalanan evlerde çok sayıda kadın, çocuk ve yaşlı insan vardı. Şehit sayısının fazla olmasının nedeni de budur. Ancak insanlar evlerinden kaçtıklarında, başka bir saldırıya uğruyor. Bu yüzden daha küçük gruplara ayrıldılar. Gazze'de gidebilecekleri üç yer vardı. İnsanlar kamu kurumlarına gitmiş ve orada korunmayı ummuşlardı, örneğin UNRWA okulları. Bu okulların BM'ye ait olduğunu ve burada güvende olduklarını düşündüler. Ancak düşman bu okullara da saldırarak Filistin halkına ikinci bir mesaj verdi: "Filistinliler, sizi koruyacak uluslararası kurumlara da sahip değilsiniz." Diğerleri kilise ve cami gibi kutsal yerlere gitmişti, ancak oralarda da saldırıya uğradılar. Bu da siyonistlerin üçüncü mesajıdır: "Filistinliler, sizi koruyacak bir tanrınız da yok."

İnsanlar böyle bir zulme maruz kaldığında, bu suç önünde sonunda herkes tarafından kabul edilecektir. Ancak bu zulmün ortaya çıkması için basına ve gazetecilere ihtiyacımız var. Siyonist varlık bunu biliyor ve suçunu örtbas etmek için basına saldırıyor. Gazze'de en az 226 gazeteci öldürüldü. Bu da dördüncü mesajdır: "Filistinliler, sizin adınıza konuşacak ve dolayısıyla sizi dinleyecek kimse yok."

Bunlar, Siyonistlerin halkımıza verdiği dört mesajdır: "Eviniz yok, uluslararası yardım ve kurumlarınız yok, tanrınız yok ve sizi dinleyen kimse yok." İnsanları yok etmek istiyorlar. Ya kaçmak zorundalar ya da sadece kendi canlarını kurtarmalılar. Bu, 7 Ekim'den bu yana siyonizmin stratejisi olmuştur.

FİLİSTİN HALKININ DİK DURUŞU SİYONİZMİN SALDIRILARINI PÜSKÜRTÜYOR
Bu nedenle Filistin direnişi ve uluslararası direniş çok önemlidir. Örneğin ABD'de insanlar, Filistinli kadınların direncinden ve tüm bu saldırılara karşı dik duruşlarının ne kadar özel olduğundan bahsediyor. Bu tutum, Filistin halkının çok derin bilincinden kaynaklanıyor. İnsanlarda görünmeyen güçler yaratıyor ve bu farkındalık, ancak belli bir kültür tarafından oluşturulabilir. Örneğin Cibaliye'de bunu görüyoruz; 24 saat bombalama, soykırım koşulları altında yeni şarkılar yazılıyor ve bir direniş kültürü devam ediyor, üretiliyor. Filistin halkı bu şekilde dik duruşunu koruyor ve siyonizmin saldırılarını geri püskürtüyor.

LENİN, 'DEVRİMCİLER FİLİSTİN HALKININ YANINDA DURUN' DERDİ
Lenin buna ne derdi? Öncelikle, siyonizmin gerici ve faşist bir hareket olduğu konusunda haklı olduğunu söylerdi. Ayrıca, çoğu sol partinin siyonizm konusundaki tutumunun yanlış olduğunu belirtirdi. "Bugün Filistin halkının direnişinde, benim mücadele ettiğim işçi sınıfının mücadelesini görüyorum" derdi ve "Tüm ülkelerin proleterleri birleşin. Siz devrimciler, Filistin halkının yanında durun" derdi.

SİYONİST VARLIK YALAN HABERLER, ALDATMAYLA KAMUOYUNU TARAFINA ÇEKMEYE ÇALIŞIYOR

Filistin halkının siyonizm ve emperyalist güçlere karşı direnişi hangi yönde ilerliyor ve siyonistlerin hedeflerini detaylandırabilir misiniz?
Önce ikinci soruyu yanıtlayacağım, çünkü bu yanıt birincisini açıklıyor. Siyonist plan üç bölümden oluşuyor. Eğer 90 derecelik açıya sahip bir üçgen hayal edersek, taban çizgisi en altta yer alır. Bu çizgi, Gazze ve Lübnan'daki doğrudan saldırıları ve askeri operasyonları temsil ediyor, çünkü direnişin somut destek aldığı yerler buralar. Yukarıya doğru uzanan çizgi ise sivillere ve evlere yönelik saldırıların yoğunluğunu gösteriyor. Bu iki çizgi arasındaki diyagonal ise insanların bilincine saldıran ve ortaya çıkmasını engellemeyi amaçlayan medya ve siyasetin karartmasını temsil ediyor. Birincisi, halkla somut savaş cepheleri arasında; ikincisi ise sahadaki güçlerle uluslararası dayanışma hareketi arasında bağ kuruyor. Yalan haberler ve diğer aldatma girişimleri yoluyla, kamuoyunu kendi tarafına çekmek ve insanların gerçekte neler olduğunu fark etmesini engellemek istiyorlar. Başka bir deyişle, üç taraf da askeri varlıklarını arttırıyor, sivillere saldırıyor ve medyayı kandırıyor. Trump, bu konuda onları desteklemeye devam edecek.

GAZZE VE LÜBNAN'DA DİRENİŞ DEVAM EDECEK
Buna nasıl karşı koyacağız? Hem Gazze'de hem de Lübnan'da direniş devam edecek ve sonuna kadar topraklarında ısrar edecek. Mücadele biçimleri farklıdır, ama her iki cephenin de bakış açısı ve iradesi aynıdır; düşmana tüm araçlarla vurmak. Her iki cephede de olup bitenlere iyi karşılık vermeliyiz.

FHKC İŞBİRLİKÇİLERİ UYARDI
Sivillere yönelik saldırılar bunun için iki sonuç sunuyor. Birincisi, elimizden gelenler, yani somut destek, tıbbi, lojistik vb. hedef alınıyor. İkincisi, siyonist varlık dolambaçlı yollardan ajanlarla, yani işbirlikçilerle temas kurmaya çalışıyor. Bunların görevi, örneğin yardım çalarak, olumsuz durumlar yaratarak, provoke ederek iç cepheyi yok etmek, düşmanın kamu düzeni kurumlarına yönelik saldırılarına destek olmaktır. Buna karşı koymak için FHKC, işbirliği yapan herkesi uyardı ve işbirliğine karşı mücadele etmek için halk komiteleri kurdu. İşbirlikçiler, siyasi örgütler ve ailelerle birlikte çalışarak yok edilir ve kamu düzeni yeniden sağlanır.

Medyadaki aldatmacalarla mücadele etmek için, örneğin, insanları mevcut durum hakkında bilgilendirmek amacıyla günlük bildiriler ve açıklamalar yayınlanıyor. Hedef kitlemiz sadece Filistin halkı değil, aynı zamanda uluslararası dayanışma hareketidir. Uzun vadede dezenformasyona karşı harekete geçmeleri için farkındalık yaratmak istiyoruz. İster Tunus'ta ister Avrupa'da olsun, sadece gösterilere gitmek yeterli değil; siyonizmin dezenformasyonuna da direnmeliyiz.

YIKIM, CİNAYET GÖRÜNTÜLERİNİ DEĞİL UMUT YARATAN VİDEOLARI YAYALIM
Bilincimizi zayıflatmak, direniş ruhumuzu kırmak için acımasız yıkım ve cinayet görüntüleri tekrar tekrar paylaşılıyor. Bunun yerine, umut yaratan ve doğrudan Gazze'den gelen diğer videolar saklanıyor. Kendimizi bu tür saldırılardan korumalı, güçlü bir bilinçle dezenformasyona karşı mücadele etmeli ve direnmeye devam etmeliyiz.

FİLİSTİN DİRENİŞİ İÇİN HERKESİN YAPABİLECEĞİ BİR İŞ VAR
Örneğin, daha önce de belirtildiği gibi, Gazze'de en az 226 gazeteci öldürüldü. Eğer basın her yerde bu öldürülen insanların yanında durursa, eğer sağlık çalışanları her yerde öldürülen sağlıkçıların yanında durursa, destek çemberimizi sürekli genişletebilirsek, bu mücadelemizin devamı ve güçlenmesi için çok önemli bir temeldir. "Ben şunu yapamam, bunu yapamam" diyen herkes, anne ya da doktor olmanız fark etmez, yapabileceğiniz bir iş var.

Mesela biz Tunus'ta mühendislik fakültesinde çalışmaya başladık. Aslında öğrenciler Filistin'deki gelişmelerden haberdar olsalar da çok aktif değillerdi. Fakat duyarlı bir avuç öğrenci vardı. Onlarla tartıştık ve Aksa Tufanı hakkında konuştuk, mühendis olarak direnişe destek verebileceklerini söyledik. Kasım ayında öğrenciler final projesi olarak Gazze'de barınak inşa etmek için yeni olanaklar üzerinde çalışmaya ve somut öneriler sunmaya karar verdi. Bu proje Filistin medyasında geniş yer buldu ve insanlara umut oldu.

SİYONİSTLER BATI AFRİKA'DA ASKERİ KAMPLAR KURDU

Uzun yıllardır sürgünde Kuzey Afrika'da yaşıyorsunuz ve birçok ülkeyi ziyaret ettiniz. Afrika'nın ulusal kurtuluş mücadelelerini ve siyonizmin kıta üzerindeki etkisini bizzat deneyimlediniz. Siyonizm Afrika'da nasıl bir strateji izliyor?
Siyonizm kanserinin özellikle kültürel düzeyde yayılması konusunda çok endişeliyiz ve ben bu konuya odaklanmak istiyorum. Her şey 1958 yılında başladı. O yıl iki önemli olay gerçekleşti. Bunlardan ilki, Cemal Abdünnâsır ve Endonezya Devlet Başkanı Ahmet Sukarno tarafından düzenlenen, Afrika ve Asya'daki ulusal kurtuluş hareketleri için bir temel oluşturan Bandung Konferansı'ydı. Elbette İsrail davet edilmemişti, yalnızlığının ve tanınmayacağının farkındaydı. Dolayısıyla Afrika'daki siyonist politika için de uzun vadeli bir temel oluşturdular.

AFRİKA'DAKİ MÜSLÜMANLARIN FİLİSTİN DAVASINI DESTEKLEMESİNİ ENGELLEME ÇABASI
7 yıl sonra Gana bağımsız oldu, siyonist temsilciler bağımsızlık kutlamalarına katılarak işbirliği kurdu. Bu, siyonistlerin askeri eğitim kampları açmaya ve güvenlik yapılarının kurulmasına müdahale etmeye başladığı anlamına geliyordu. Bunu tüm Batı Afrika'da sürdürdüler. Bizim için en tehlikeli şey, siyonizmin askeri kamplar oluşturmasıydı. Daha sonra Tel Aviv'de, İsrail-Afrika İşbirliği Merkezi kuruldu ve bu kartel aracılığıyla siyonistler Afrika hükümetlerinde önemli koltuklar elde etti. İlk hedefleri Batı Afrika'ydı, çünkü orada Müslüman nüfus yoğundu. Bunların Filistin davasının bir ayağı haline gelmesinden korktukları için, mümkün olduğunca çabuk kontrol altına almak istediler.

Doğuda ise öncelikle Afrika'da büyük bir nüfuza sahip olan Etiyopya üzerinden güç kazanmaya çalıştılar ve Orta Afrika'da siyonist Afrika Kilisesi'ni inşa ettiler. Bu, siyonizmi meşrulaştırmak ve ona destekçi kazanmak için Eski ve Yeni Ahit arasında bağlantı kurmaktadır. Bu, sözde ekonomik yardım, askeri eğitim kampları ve ulusal kurtuluş hareketleriyle kurulan kartellerle birleşerek Afrika'da siyonist etkiyi büyüttü.

Nâsır yönetimindeki Mısırlıların rolü bu kanserin yayılmasına sınır oluşturdu, ancak bu Camp David'in imzalanmasıyla sona erdi. 1967'de üç Afrika ülkesi hariç hepsi İsrail'le ilişkilerini kesti ve Afrika ülkelerinin toplantısında siyonist saldırganlığa son verilmesi çağrısı yapıldı. Enver Sedat Camp David'i imzaladığında her şey çok daha zorlaştı. Afrikalılar, "Araplar siyonizmle anlaşma imzalıyorsa biz neden imzalamayalım" dediler. Mısır'ın normalleşmesi nedeniyle diğer ülkeler de siyonist varlıkla müzakerelere başladı. Netanyahu hükümeti devraldıktan sonra Batı Afrika'yı ziyaret etti ve ECOWAS'ı destekledi, bugüne dek iki toplantıya katıldı. Ayrıca İbrahim Anlaşmaları'ndan bu yana yaşanan normalleşme, Birleşik Arap Emirlikleri gibi Arap ülkeleriyle normalleşmede etkisini güçlendiriyor ve Fas da buna büyük katkıda bulunuyor.

Mali, Nijer ve Burkina Faso'daki duruma bakarsak, burada da siyonist varlığın parmağı olduğunu görebiliriz. Siyonistler, terörist rejimlerle ittifaklar kurdu ve böylece stratejilerini gerçekleştirebildi. Afrika'daki siyonist varlık, Arap direnişini zayıflatmakta ve İsrail'i güçlendirmektedir. Böylece İsrail'e karşı çıkmak isteyen tüm halklar zayıflatılmaktadır.

Marksist leninist güçlerin Afrika'daki rolü nedir?
Afrika'da, Senegal'de Filistin'le dayanışma hareketine bakarsak, bu hareket islamcıdır ve bununla bir sorunumuz yok. Ama devrimci güçler nerede? Örneğin Angola'da büyük bir marksist leninist hareket vardı, peki neden bugün bağlantılarımızı güçlendirmek için devrimci bir Bandung toplantısı yok? Afrika kıtasının, emperyalizmin yeni bir savaş alanına dönüşeceğini biliyoruz ve buna hazırlıklı olmalıyız. Diğer tüm devrimci güçlerle bağlantımızı güçlendirmek için Afrika'yı tartışmak üzere bir seminer düzenlemeyi önerdim.

Afrika, Ortadoğu ve dünyanın pek çok coğrafyasında özgürlük hareketlerini ezme amacıyla hareketin önderlerine suikastlar düzenliyor. Deneyimleriniz ışığında, öncülere dönük saldırılar hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Devrimci örgütlerin, klanlar gibi işlediğini ve başlarını ortadan kaldırırlarsa fikrin de ortadan kalkacağını düşündüklerini görüyoruz. Sonrasında zaferlerinin kolay olacağını sanıyorlar. Kolektifler olarak buna karşı mücadele etmeli ve özellikle gençler arasında bilinci arttırmalıyız. Kolektifi yaratırsak, kurucularımızı ve önderlerimizi kaybedebiliriz, onların yasını tutarız, ama sonra savaşmaya devam ederiz. Kolektif çalışma kültürünün önemi burada yatıyor.

Öncelikle, tüm bunlara karşı koymak için yüksek bilince ihtiyacımız olduğunu bir kez daha vurgulamak isterim. Son on yılda, özellikle gençler arasında, mücadelenin önderlik ve örgütlenmeye ihtiyaç duymadığı, sosyal medya gibi araçların yeterli olduğu, önderlik ve örgütlenmenin yerini alabileceği yönünde bir anlayış gelişti. Askeri operasyonlarda öncülerin saldırı altında olması da bu eğilimi destekliyor.