9 Kasım 2025 Pazar

Adanalılar plastik çöp atıklarına karşı sokağa çıktı

Adana'ya gönderilen 400 bin ton plastik atıkların dönüştürülmesi sırasında maruz kaldıkları zehirli gazlara karşı çıkan mahallellier, nefes alma haklarının gasp edilmek istendiğini kaydetti. Bölgede bulunan tesislerin etrafında küçük mafya düzeninin döndüğünü, buralarda göçmen, kadın ve çocuk işçilerin kölece çalıştırıldığın ve kimi belgelerin ortadan kaybedilmesi için bilinçli yangın çıkarıldığını ve kaza dendiğini aktaran mahalleli, "Bu sadece bir çevre sorunu değil; bu doğrudan bir yaşam hakkı gasbı" dedi. 

Plastik kirliliği günden güne yayılıyor. Plastikler hayatımıza yaklaşık 50 yıl önce girerken, bugün denizde ve karada büyük plastik çöp yığınları oluşuyor. İngiltere gibi ülkeler biriken plastik çöplerinden kurtulmak için bunları Türkiye'ye göndermeye başladı. Türkiye, plastik atık ithalatı adı altında plastikleri kabul ediyor, ancak plastikler yüzyıllar içinde çözünüyor. 

Adana'nın Küçükdikili, Sarıhamzalı, Şakirpaşalı mahalleleri plastiklerin işlendiği bölgeler. Plastik çöplerin yüzde 10-15'i dönüştürülürken, kalan büyük kısım tarlalara, kanallara atılıyor. Söz konusu mahallelerde yaşayan halk her gün etrafa gelişigüzel atılmış, dökülmüş plastik çöplerin arasında yaşamını sürdürmek zorunda kalıyor. Plastik atıkların dönüştürülme işlemi sırasında yüksek ısılı fırınlarda eritme yapılırken etrafa zehirli gazlar yayılıyor. Bölge halkı yavaş yavaş zehirleniyor. 

'400 BİN TON PLASTİK ATIK ADANA'YA GELİYOR'
Plastik kirliliğine karşı Adana Ekoloji Platformu ve Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Adana İl örgütü, KüçükDikili eski belediye binası önünde açıklama yaptı. Basın metnini okuyan Belgin Işık, plastik denilen maddenin son elli yılda hayatımıza girdiğini söyledi. Işık, mikroplastik ve nanoplastik halinde küçük plastik parçacıkların insan kanında, beyinde ve akciğer gibi hayati organlarda biriktiğini, plastiğin bir petrol ürünü olduğunun altını çizdi. Işık, "Sadece bu kadar da değil; sert veya yumuşak, kırmızı veya sarı, nasıl bir plastik üretilmek isteniyorsa, üretim sırasında içine bunu sağlamak için çeşitli kimyasal maddeler katılıyor. İşte bu zehirli kimyasallar da insanı, hayvanı, bitkileri, havayı, suyu, toprağı zehirlemektedir. Plastik konusunda 'geri dönüşüm' yalandır. İnsanlar bunu duyunca geri dönüştürülen plastik yok oluyor, diye düşünüyor. Oysa, geri dönüştürülen, granül haline getirilen madde tekrar plastik üretiminde kullanılıyor. Şirketler, devletler açıkça yalan söylüyor. Türkiye'ye her yıl 700 bin ton plastik atık getiriliyor, bunun yarıdan fazlası, yani 400 bin ton plastik atık Adana'ya geliyor. Dünya gezegeni ortak evimizdir. Başkasının evine ya da bahçesine çöp dökmek ahlaksızlıktır. Adana Avrupa'nın çöplüğü oldu, deniliyor. Bundan utanç duyması gerekenler bu işe izin verenlerdir. Lisans verdikleri işletmeleri denetlemeyenlerdir, çıkarılan yangınlar için soruşturma açmayanlardır" dedi. 

'SASA FABRİKASINDAN MAHALLELERİMİZE ZEHİR  YAYILIYOR'
Petro-kimya üretimiyle uğraşan SASA fabrikasının yarattığı çevre kirliliğine dikkat çeken Işık, şöyle devam etti: "Özellikle geceleri SASA fabrikasından mahallelerimize yayılan dumanla karışık sis ve koku bizleri rahatsız etmektedir. Bizler kokunun, zehirli bir kimyasalın atmosfere yayılmasının sonucu olduğunun farkındayız. Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı Adana İl Müdürlüğünü görevlerini yapmaya çağırıyoruz. Fabrikayı denetlemeli, özellikle geceleri yayılan kirliliği kontrol etmeli ve önlemelidirler. Artık yeter! KüçükDikili, SarıHamzalı, ŞakirPaşa mahallelerinde yaşayanlar olarak susarak zehirlenmeye devam etmek istemiyoruz. Plastik atık ticareti bütün dünyada yasaklanmalıdır. Avrupa ülkelerinin çöplerini buraya göndermelerinin adı 'ekolojik sömürgeciliktir.' Bakanlık çöp ithalatını bir an önce yasaklamalıdır. Sağlık Bakanlığı bu mahallelerde sağlık taramaları yapmalıdır."

'BU BÖLGEDEKİ TESİSLERİN ETRAFINDA KÜÇÜK MAFYA DÜZENİ DÖNÜYOR'
Bölgede yaşayanlardan Hakan Çayan da "Bu bölgedeki bazı tesislerin etrafında küçük mafya düzenleri dönüyor. Kağıt üzerinde başka, gerçekte başka üretim yapıyorlar. Naylon faturalarla vergi kaçırıyor, usulsüz anlaşmalarla denetimleri satın alıyorlar. Devletin gözü önünde, halkın sırtında bir soygun çarkı dönüyor. Kirli ilişkilerle korunuyorlar; bir yangın çıktığında 'kaza' deniliyor, bir denetim yaklaştığında izler yok ediliyor. Bu kazaların çoğunun tesadüf olmadığını görüyoruz: belgelerin, numunelerin, izlerin yok oluşunu, yangının rahatlatıcı sessizliğini kullanarak çekilen sigortaları ve örtbas edilen suçları. Bunlar sadece iş kazası değil; sistematik bir örtbas ve pazarlıklı suç düzeni. Artık geri dönüştürülemeyecek atıkları doğaya boca ediyorlar. Derelere dökülen zehirli sular, toprağın altında biriken kimyasallar sadece çevreyi değil, bütün canlı yaşamını yok ediyor. Kuşlar ölüyor, balıklar ölüyor, ağaçlar kuruyor, insanlar hasta oluyor. Bazen dağın eteğine, bazen derelerin kıyısına, bazen de gece yarısı kimsenin görmeyeceğini sandıkları bir araziye dökülen o çuvallar, bir çift eliyle büyük bir sırın parçası oluyor. Oysa bu sadece bir çevre sorunu değil; bu doğrudan bir yaşam hakkı gasbı" dedi. 

BİLİNÇLİ OLARAK ÇIKARILAN YANGINLARA DİKKAT ÇEKTİ
Fabrikaların içinde bambaşka bir cehennemolduğunun altını çizen Çayan, "Ucuz emekle çalıştırılan mülteci işçiler, gündelik paralarla hayatta kalmaya çalışan kadınlar, sigortasız, güvencesiz, sessiz bırakılmış insanlar… Kadınlar hem emeğiyle hem direnciyle ayakta kalmaya çalışıyor; eşitsizlik her yerde; aynı işi yapıyorlar ama daha az ücret alıyorlar, kazada kimse onların adını anmıyor. İşçinin hayatı, kayıt dışı tuttuğunuz maliyetlerden ibaret görülüyor. Bu düzenin her dişlisi bir başka ezilme biçimiyle dönüyor. Ve şimdi bir de bilinçli olarak çıkarılan yangınlar var. Yangınlar bazen izleri, bazen tehlikeli depoları, bazen çöplerin kokusunu saklamak için yakılıyor. Uyuyan mahallelerin gece yarısı alevlerle yüzleşmesi tesadüf değil; bu bir hesap, bir yöntem, bir düzenin savunma mekanizması. Yangının alevleriyle yok edilen tutanaklar, yanan depo çekmecelerinden aylardan beri saklanan deliller, bilinçli olarak planlanmış bir örtbasın parçası. Bunlar insan hayatını riske atan, çocukların penceresinden giren dumanla oynayan suçlardır. Biz bunu kaza diye yutmuyoruz. Susarsak ölürüz. Bu kadar basit" ifadelerini kullandı. 

Çayan, birlikte hesapsoracaklarını, nefes alma hakkını geri alacaklarının altını çizdi.