1 Haziran 2025 Pazar

Arif Çelebi yazdı | Barış umut devrim

Sömürgeci faşist devletin politikasının odağında çözüm değil teslimiyet dayatması yatıyor. Devlete başkaldırarak hiçbir hakkın elde edilemeyeceği, faşizme ve sömürgeciliğe karşı silahlı mücadelenin beyhude olduğu, devletin lütfuna sığınmak dışında bir yol olmadığı bilinci Kürtlere ve bütün ezilenlere ideolojik bir zehir olarak zerk ediliyor. Faşist devlet silahların gömülmesinden öte umutların gömülmesine çalışıyor. Oysa çok iyi biliniyor ki, bugün Türkiye'de kimi demokratik kırıntılar varsa bunlar büyük bedeller uğruna elde edilmiştir, devlet lütfetmemiştir.

Onurlu ve demokratik bir barış Türkiye'nin bütün halklarının ve ezilenlerinin arzusudur.

Kürt ulusal sorunu çözülmeden, bir başka deyişle Kürtlere kendi kaderlerini tayin hakkı tanınmadan Türkiye'de demokrasi inşa edilemez. Bu hakkı hangi biçimde kullanacağına Kürt ulusu karar verebilir. Bunun için bu kararı baskı altında olmadan özgürce verebileceği koşulların oluşturulması gerekir.

Bu koşullardan ilki Kürtlerin ulusal varlığının Türk devleti tarafından tanınmasıdır. Kürt ulusal varlığı inkar edilmektedir. On yıllardır süren ulusal demokratik mücadele sonucu Türk devleti Kürtlerin kimi bireysel haklarını tanısa da onları bir ulus olarak tanımamış, inkarda ısrar etmiştir.

İkinci temel koşul Kürtlerin Türklerle tam hak eşitliğinin önündeki bütün engellerin kaldırılmasıdır. Anadilde eğitim verilmeden, Kürtçe resmi dil olarak kabul edilmeden, ırkçı, ayrımcı her türlü uygulama, yasa ve yönetmelik iptal edilmeden bu eşitliğin temel şartları oluşturulamaz.

Üçüncü koşul örgütlenme, söz ve eylem özgürlüğünü yok eden ya da kısıtlayan her türden faşist yasa ve yönetmeliğin yürürlükten kaldırılmasıdır.

Bu koşullar gerçekleştikten sonra kendi kaderini tayin hakkını hangi yönde kullanacaklarına; ayrılma, federasyon ya da eşit yurttaşlık seçeneklerinden hangisini seçeceklerine Kürtlere bir referandumla sorulmalıdır.

'SÜREÇ' HANGİ YÖNDE İLERLİYOR
Kürt halk önderi Öcalan çözüm ve barışa kapı aralayan bir uzlaşma temelinde bütün sorumluluğu üstüne alarak PKK'nin feshedilmesini ve silahlı mücadele yöntemine son verilmesini istedi ve PKK de bu yönde adımlar attı. Eğer taraflar yenişememişse, bir pat durumu varsa asgari temelde de olsa, geçici de olsa bir uzlaşma kaçınılmazdır ama temel haklar bir şantaj konusu yapılamaz. Görülüyor ki faşist şeflik rejimi ayak sürtmektedir. Sömürgeci faşist Türk devleti bir "uzlaşma" arayışında olmaktan çok uzakta, uzlaşmadan çok bir teslimiyet dayatıyor. Faşist şeflik rejimi en sıradan adımlar, örneğin, hasta tutsakların serbest bırakılması, kayyum politikasına son verilmesi gibi adımlar için dahi şantaj politikası güdüyor. Önce Öcalan fesih çağrısı yapsın ondan sonra adım atarız dendi, Öcalan'ın çağrısından sonra PKK kendini feshettiğini açıklasın dendi bu da yapıldı. Şimdilerde silahlarını teslim etsin, kadrolarını dağıtsın, bir daha asla yeni bir örgütlenme girişiminde bulunmasın, Rojava'daki özerk yönetim ve onun silahlı birlikleri de kendini dağıtsın HTŞ'ye bağlansın, Avrupa'da da PKK ardılı hiçbir örgütlü yapı kalmasın dayatmasında bulunuyorlar. Bu dayatmanın karşılık bulması için Medya Savunma Alanları'na saldırmaya, Rojava'daki özerk yönetimin tasfiyesine dönük siyasi, diplomatik hamleler geliştirmeye, Türkiye'de tutuklamalara devam ediyorlar. "Kardeşlik hukuku" değil "düşmanlık hukuku" yürürlükte. Görülüyor ki devletin aradığı çözüm ve barışa kapı aralayan bir uzlaşma değil tam teslimiyettir.

SÖMÜRGECİ BURJUVA FAŞİST TÜRK DEVLETİNİN İKİLEMİ
Türk devleti büyük bir ikilem içinde. Kırk yıldan fazladır PKK ile savaşıyor ama onu yenemedi. PKK'nin varlık sebebi olan Kürt ulusal bilincini ortadan kaldırmak bir yana Kürtlük bilinci milyonları saran bir örgütlülüğe dönüştü. Kürt ulusal sorunu uluslararası bir nitelik kazandı ve Kürtler bilhassa DAİŞ'e karşı savaşları ve zaferleriyle Êzidîlerin soykırımdan kurtuluşunda oynadıkları rolle birlikte dünya halklarının sempatisini kazandı. Sömürgeci Türk devleti PKK'yi yok edemediği gibi Rojava'daki halkçı demokratik devrimi de yıkamadı.

İran'ın Ortadoğu'daki etkisinin kırılması İsrail'in batılı emperyalistlerin tam desteğiyle Ortadoğu'da hegemonya savaşına girişmesi, Suriye'de HTŞ çetesinin emperyalistlerin eliyle Esad'ın yerine geçirilmesi Türk devletini bir yol arayışına itti. Bu yeni koşullar altında Kürtler Ortadoğu'da kilit bir konum kazanıyordu. Türk devleti Kürtlerle savaşı sürdürerek değil onlarla uzlaşarak hegemonya mücadelesinden pay kapabilirdi. PKK'yi yenememesi, Rojava'yı yıkamaması ve Ortadoğu'da ortaya çıkan yeni hegemonya mücadelesi Türk devletini Öcalan'ın kapısını çalmaya mecbur etti.

Bir yandan köklü çözüm yönünde yürümek gerekirken diğer yandan Türk devleti Kürt ulusal varlığını tanımadan, ulusal tam hak eşitliği yönünde adım atmadan kimi palyatif çözümlerle sorunu geçiştirmeye çalışıyor. Bu tam bir ikilemdir.

Türk devleti bu ikilemden çıkamaz. Çıkamaz, çünkü Kürtlerin ulusal varlığını tanısa bir başka deyişle inkar politikalarına son verse bunun Türk egemenlik sisteminin sonunu getireceği ve Kürtlere ayrılma yolu açacağı korkusu yaşıyor. PKK'nin 12. Kongre'de aldığı fesih ve silahlı mücadele yöntemini sonlandırma kararında ırkçı, inkarcı 1924 anayasası ve Kürdistan'ın esaretini onaylayan Lozan'ı işaret etmesi dahi bu korkunun bir paranoya hali almasına yetti.

FAŞİST BİRİKİM
Kürt ulusal sorununun uzlaşma temelinde çözülmesinin en önemli engellerinden biri on yıllar boyunca oluşmuş faşist devlet birikimidir. Bu sadece askeri faşist darbelerle oluşan bir birikim değildir, bundan öte bu giderek biriken kesintisiz bir faşistleşme sürecidir. Kürt ulusal devrimini bastırma girişiminde başarısız kaldıkça sömürgeci faşist karşıdevrim çok daha saldırgan bir nitelik kazanmıştır. Bugünkü faşist şeflik rejimi bunun yeni bir aşamasıdır.

Faşist anayasa, yasa ve yönetmelikler ve bunları uygulayan bürokratlar kadar yasadışı faşist devlet görevlileri özel bir konum edinmiştir. Bu konumlarını kaybetmemek için burjuva demokratlara karşı dahi tahammülsüzdürler, faşist tutuklama ve baskı, devrimci demokratik halk muhalefetini aşarak faşist şeflik rejimine şu ya da bu düzeyde muhalefet eden herkese yönelmiştir. Faşist şeflik rejimi faşist anayasal sistemin kurallarına dahi uymamakta, Anayasa Mahkemesi'nin kararlarını tanımamakta, hukuku burjuva muhaliflerini bile susturmanın bir silahı olarak kullanmaktadır.

Faşist şeflik rejimi aynı zamanda bir çeşit mafya devletidir, uyuşturucu devletidir. Faşist kirlenme ve yozlaşma, rüşvet ve yolsuzluk tepeden tırnağa bütün devleti esir almış durumda. Kürtlere karşı yürütülen kirli savaş devlet kurum ve kadrolarını tam bir bataklığa sürüklemiştir.

"Süreç"in mimarlarından faşist Bahçeli'yi ele alalım, mafya liderleri olan Alaattin Çakıcı'nın, Kürşat Yılmaz'ın ve irili ufaklı diğerlerinin lideridir. İçişleri eski bakanı Süleyman Soylu uyuşturucu icaretinin merkez üssüydü. Eski başbakanlardan Binali Yıldırım ve oğlu kokain ticaretinden zenginliklerine zenginlik kattılar. MİT eski başkanı ve şimdilerde Dışişleri Bakanı olan Hakan Fidan Kıbrıs'taki uyuşturucu ticareti ve kara para aklama işlerindeki rolüyle gündeme geldi. Örnekleri çoğaltmak mümkün.

Türkiye'nin demokratikleşmesi, politik özgürlüğün elde edilmesi Kürt ulusal sorununun çözülmesiyle olanaklı hale gelebilir. Bunun gerçekleşmesi faşizmin çözülmesine yol açar. Faşizm sadece bir ideoloji değil, sadece yasalardan da ibaret değil, sadece şu ya da bu partinin politikası değil Türkiye'de faşizm asıl olarak kurumlaşmış devlet aygıtları ve onları sevk ve idare eden kadrolarda karşılık bulur. Bu aygıtlar ve kadrolar Kürt ulusal sorununun çözüm yolunu açarak kendi kendilerini, konumlarını, varlıklarını feda edebilirler mi? Faşizm kendi kendini çözebilir mi?

SİLAHLARDAN ÇOK UMUTLARIN GÖMÜLMESİ
Elbette sömürgeci faşist Türk devletini uzlaşma arayışına mecbur bırakan Kürt ulusal özgürlük mücadelesidir. Daha önce olduğu gibi şimdilerde kimi palyatif adımlar atmaya zorlayan da büyük bedeller ödenerek verilen savaşımdır.

Sömürgeci faşist devletin politikasının odağında çözüm değil teslimiyet dayatması yatıyor. Bazı pansuman tedbirler alınacaksa bile bunun mücadelenin değil devletin bir lütfu olduğu propaganda edilmek isteniyor. Devlete başkaldırarak hiçbir hakkın elde edilemeyeceği, faşizme ve sömürgeciliğe karşı silahlı mücadelenin beyhude olduğu, devletin lütfuna sığınmak dışında bir yol olmadığı bilinci Kürtlere ve bütün ezilenlere ideolojik bir zehir olarak zerk ediliyor. Faşist devlet silahların gömülmesinden öte umutların gömülmesine çalışıyor. Bu bir faşist psikolojik savaştır.

Bu psikolojik savaş gerçeğin ters yüz edilmesini hedefliyor. Oysa çok iyi biliniyor ki, bugün Türkiye'de kimi demokratik kırıntılar varsa bunlar büyük bedeller uğruna elde edilmiştir, devlet lütfetmemiştir.

DEVRİMCİ BİRİKİM
Türk burjuva faşist devleti için en büyük korku Kürt ulusal mücadelesi ile Batı'nın işçi-emekçi-gençlik-kadın hareketinin mücadele birliğidir. Bu nedenle böyle bir mücadele birliğinin oluşmaması için devletin bütün faşist aygıtlarını harekete geçirmektedir. Biliyorlar ki sadece Bakur'da değil Türkiye'de de bütün saldırılara karşı yok edilemeyen bir devrimci birikim vardır. Kurumsal ve kadrosal zayıflamasına karşı faşist devlet bu birikimin halkla buluşmasından korkuyor. Yıllar sonra Gezi ayaklanmasından intikam alma davaları açması bu korkunun boyutunu gözler önüne seriyor. Nafile, Gezi'den on iki yıl sonra patlayan 19 Mart ayaklanması Türkiye'de bir kitlesel isyan hafızası oluşmaya başladığını gösteriyor. 19 Mart ayaklanması bilhassa gençlik içinde biriken devrimci potansiyeli açığa çıkardı. Devlet devrimci birikimin bu potansiyelle birleşerek olası bir devrimci patlamaya yol açmasını engellemeye çalışıyor. Bu da faşist şeflik rejiminin faşist yasalardan, kurumlardan vazgeçmemesinin bir başka gerekçesini oluşturuyor.

Türk burjuva faşist devleti ezilenlerin en temel sorunları olan yoksullaşma, adaletsizlik ve özgürlükten yoksunluk sorunlarına çözüm getiremez. Bu sadece Türk burjuva devletinin de çıkmazı değil. Bütün dünya halkları farklı düzeylerde de olsa bu sorunların girdabındalar. Bu koşullar bir yandan gençliğin yeni faşist hareketlere meyletmesine yol açarken diğer yandan sosyalizme, antifaşizme doğru bir eğilim de gençler arasında boy veriyor. Türkiye ve Bakur'un farkı uzun yıllara yayılan kesintisiz devrimci mücadelenin yarattığı bir birikimin varlığıdır. Bu birikimin derlenip toparlanması, Kürt ulusal mücadelesi, işçi ve emekçi halk hareketi ve gençliğin mücadele birliğini yeni bir düzeyde buluşturmaya zemin yapılması devrimcilerin başlıca görevlerindendir.