Arif Çelebi yazdı | Taşeronluğun politik ekonomisi

Türkiye Ortadoğu'daki konumunu da kullanarak bölgesel hegemonik bir güç olarak öne çıkmaktadır, ama mali oligarşiye rağmen bunu başaramayacağını da biliyor. Kimi zaman emperyalistler arasındaki rekabette ortaya çıkan boşluklarda top çevirmeye çalışıyor. Ne var ki bunun koşulları giderek ortadan kalkıyor. Trump ABD'si kendisi ile ilişkideki bütün ülkeleri bir karar almaya zorlamaktadır. Türkiye de bu anlamda karar almaya zorlanmış, faşist şefin son ABD gezisinde bu zorlama karşılık bulmuştur.
Türkiye, 550 milyar dolar dış borç (180 milyarı kısa vadeli) ve yüzde 65 ithal girdi bağımlılığı nedeniyle sürekli borçlanma döngüsündedir. Kırılgan ekonomisi yüzünden bu borçları yüksek faizle bulmak zorundadır. Bir başka deyişle Türkiye emperyalist mali oligarşinin bir çeşit taşeronudur. Daha doğru bir ifadeyle emperyalist mali oligarşiden aldığı borç sermaye ile üretim yapmaktadır. Onlardan durmadan yüksek faizle borç dilenmek zorundadır. Bu borcu bulamazsa ekonomiyi çeviremez. Yüksek faizle alınan bu borcu ödeyebilmek için durmadan ihracatı artırmak, ihracatı artırmak için daha çok ithalat yapmak, bunun için de daha çok borçlanmaya mecburdur. Borç yükü ise işgücünün ucuzlatılması ve vergilerin artırılması yoluyla emekçi sınıflara yüklenmektedir.
Sıcak para akımları üzerinden gerçekleşen kar ve faiz transferleri de Türkiye'nin emperyalist mali oligarşinin nasıl bir emme basma tulumbası haline getirildiğinin bir başka kanıtıdır. Örneğin 2024'te 1,5 milyar dolar faiz ve kar transferi sıcak para yatırım geliri olarak transfer edilmiştir.
Türkiye bu sıcak para akışını sürekli canlı tutmak zorundadır. Sıcak para, döviz açığını kapatmanın önemli kaynaklarından biridir. Sıcak para akışı azaldığında ani döviz kıtlığı finansal krizleri tetiklemektedir.
Döviz açığını gidermek için Türkiye devlet eliyle bir uyuşturucu dağıtım ve kara para aklama üssü haline getirilmiştir.
Sürekli borç bulma ve sıcak para akışını canlı tutma zorunluluğu, Türkiye'yi emperyalistlerin iktisadi ve siyasi taleplerine bağımlı kılmaktadır.
Mali ekonomik sömürgeler için istikrarlı bir bağımlılık ilişkisi yoktur. Sermaye akışı kolaylıkla yer değiştirebilir. Mali ekonomik sömürgeler kendini daha iyi soydurmak için rekabete girişmektedir. Kim daha iyi soygun koşullarını mali oligarşiye sunarsa o rekabette avantaj elde etmektedir.
HEGEMONYA ÇABASI VE SINIRLARI
Bu rekabet siyasi arenada da kendini göstermektedir.
Türkiye bir NATO ülkesi olarak önemli bir avantaja sahiptir. Bu avantajı bölgesel hegemonya mücadelesinde kullanmak istiyor. Ekonomide nasıl ki mali oligarşiye muhtaçsa siyasette de mali oligarşiye, onun emperyalist politikalarına bağımlıdır. Bu alanda da bağımlılık stabil değildir, kendisini siyasi olarak en iyi pazarlayan diğerlerinden öne geçebilmektedir.
Türkiye Hazar Denizi ve çevresindeki petrol ve gaz kaynaklarının Avrupa'ya ulaştırılması ve enerji geçiş hatlarının güvenliğinin sağlanması ile görevlendirilmiştir. Bu görevi yerine getirmesi karşılığında Türkiye ödüllendirilmekte, ona Kafkasya'da manevra alanı açılmaktadır.
Türkiye Ortadoğu'daki konumunu da kullanarak bölgesel hegemonik bir güç olarak öne çıkmaktadır, ama mali oligarşiye rağmen bunu başaramayacağını da biliyor. Kimi zaman emperyalistler arasındaki rekabette ortaya çıkan boşluklarda top çevirmeye çalışıyor. Ne var ki bunun koşulları giderek ortadan kalkıyor. Trump ABD'si kendisi ile ilişkideki bütün ülkeleri bir karar almaya zorlamaktadır. Türkiye de bu anlamda karar almaya zorlanmış, faşist şefin son ABD gezisinde bu zorlama karşılık bulmuştur.
Gazze "barışı"nda Türkiye'nin üstlendiği rol bunun örneklerindendir. Türkiye, Trump planı doğrultusunda Hamas'ı ikna etmekle, daha doğrusu Hamas'a baskı yapmakla görevlendirildi. ABD Türkiye'ye Mısır ve Katar'la birlikte Gazze'de taşeronluk görevi verdi.
İran'ın Ortadoğu'daki etkisinin kırılması ile oluşan bir hegemonya boşluğu var. Türkiye ve İsrail bu boşluğu kendi lehlerine doldurmak için kıyasıya bir rekabet içindedir. S. Arabistan ve kısmen Mısır da bu rekabete dahil olmaktadır.
Türkiye Esad rejiminin yıkılması için Körfez ülkeleri ve S. Arabistan ile birlikte emperyalizmin taşeronu görevini üstlenmişti. Bu çerçevede politik islamcı çetelerin silahlandırılması, eğitilmesi, lojistik olarak desteklenmesi için harekete geçtiler. Süreç içinde DAİŞ'in ortaya çıkması ile birlikte Türkiye bu yeni durumu kendi lehine değerlendirmek istedi, DAİŞ'i besledi ve kullandı. İdlib'te HTŞ'nin silahlandırılması, lojistik olarak desteklenmesi sürecinde de Türkiye bir taşeron gibi hareket etti. HTŞ'ye iktidarın teslim edilmesinden sonra Türkiye HTŞ üzerinden Suriye'yi kendisinin bir arka bahçesi olarak düzenlemek istiyor. Bir bakıma bir üst taşeron olarak Suriye'ye yerleşmeyi hedefliyor. ABD'yi de bu düzenlemeye onay vermesi için ikna etmeye çalışıyor.
Türkiye, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi'ni ve QSD'yi ortadan kaldırarak hem Suriye'deki hegemonyasının önündeki en önde gelen engellerden birini yok etmek hem de bu yoldan Kürtlerin olası statü sahibi olmasını engellemek istemektedir. HTŞ ile yapılan son anlaşma ile Suriye'ye 30 km kadar derinlikte operasyon hakkı kazanması bu yöndeki emellerinin bir ifadesidir. Bu Türkiye'nin Suriye'deki işgal alanlarından çekilme niyetinde olmadığı gibi yeni alanlar da işgal etme isteğini ve tehdidini ortaya koyuyor. ABD de Suriye'de Türkiye'ye kendi çıkarları doğrultusunda rol biçiyor, ama şimdilik QSD'nin de Golani Suriyesine bağlı olarak varlığını korumaya çalışıyor. Türkiye Arap aşiretleri ve HTŞ içindeki Türkiye eksenindeki grupları kullanarak bir oldu bitti yaratma peşindedir. Fırsatını bulduğu anda bu tür müdahalelerde bulunmak için harekete geçmekten kaçınmayacaktır.
Şimdi sırada Kıbrıs var. Kıbrıs seçimlerinde sömürgeci Türk devletinin adayı ağır bir yenilgiye uğradı. Federasyon yanlıları seçimi kazandı. Kıbrıs Türkleri, Türk devletinin sömürgeci yönetiminden kurtulmak istiyor ve bu doğrultuda hareket ediyor. Bununla birlikte ABD, AB ve İsrail de Kıbrıs'taki statükonun değişmesini istiyor. İsrail Kıbrıs üzerinden Avrupa'ya bağlanmaktadır. Kıbrıs, Hindistan'dan gelerek Avrupa'ya uzanan enerji yolunun Akdeniz'deki başlıca durağı olarak kurgulanmaktadır.
Türkiye Ortadoğu'da ve Kafkaslarda bölgesel bir güç olarak yükselmek istiyor ve bu yönde hamleler yapıyor. Bu hamleler zaman zaman onu emperyalistlerle karşı karşıya getirse de sonuçta emperyalist politikalara angaje olmaktadır. Emperyalistler Ortadoğu'yu yeniden şekillendirmeye girişirken Türkiye de bundan kendine pay çıkarmakta, dahası bu vesileyle sınırlarını ve nüfuz alanını genişletmeyi arzulamaktadır. Gel gör ki Türkiye siyasi ve askeri olarak ne kadar büyüklenirse büyüklensin nihayetinde gelip mali-ekonomik sömürge sınırlarına çarpmaktadır. Emperyalistler ve bölgedeki gerici devletler arasındaki çelişkilerden faydalanarak manevra alanını genişletse de dönüp dolaşıp Trump'ın isteklerini sahada yerine getirmekle görevli bir uşak olduğu kendisine hatırlatılmaktadır.