Aryen Şafak Zagros | Emeğini asla boşa düşürmeyeceğim
Ahmet yoldaşın devrimci ve askeri gelişimim konusunda o kadar çok emeği oldu ki, her özelliğimle mücadele ederek, ileri yanlarımdan tutup beni öne çıkardı. Bu yüzden Ahmet yoldaşla geçirdiğim sınırlı "üç ay"lık zaman değildir belirleyici olan. Bu üç ay içinde devrimciliğime kattıkları, bana verdiği sonsuz değer ve sevgiyi çok güçlü hissettim.
Sabahın erken saatinde kalkıp tüm gün araç yolu için taş taşıyıp toprak kazdığımız bir günün ardından, başka bir kampa gidip yakıt taşıdığımız o yorucu günün akşamı sırtımda son yükümle çıkarken artık adım atmaya mecalimin kalmadığı soğuk yağmurlu bir gündü. Akşam saat 21.00'de tek başıma kampa döndüğümde iliklerime kadar ıslanmıştım. Oturup nefeslendiğimde yoldaşlar senin ölümsüzleştiğinin haberini verdi. Oysa o gün fazlasıyla yorulmama rağmen, enerjimi, sesimi, içimdeki sıcaklığı koruyabilmiştim. Ve hiçbir şeyin beni yıkamayacağını hissetmiş, kendimi çok güçlü görmüştüm. Ta ki, o habere kadar. Bir anda ortamdaki yoldaşların, seninle ilgili anılarını anlatmaya başladığını duydum. Tünele çıkıp düşünmeye başladım; Ahmet yoldaşın benim hayatımda ne kadar yeri vardı ve şimdi yaşamımda nasıl bir boşluk oluşacaktı?
Ahmet yoldaşla toplasam üç ayı zor bulacak bir dönem beraber kaldım. Ama anlattığım, anlatamadığım ya da anlatmaya sözcüklerin yetmediği o kadar çok şey yaşamışız ki, ben sanki onunla doğmuş, onunla büyümüş gibi hissediyordum. Oysa başta da dediğim gibi hepi topu üç aylık bir zamanda yaşadıklarımızın toplamıydı anılarımız.
Şehit Serkan Taburuna gittiğimde hem partili hem de biyolojik yaşı henüz çok genç bir yoldaştım. O dönemin benim için bu kadar önemli olması da bu yüzdendir. Çocukluktan gençliğe, yurtsever sıradan bir insandan partili bir profesyonel devrimciye adım attığım dönemlerdi. Her yoldaş bilir; bu dönemler kolay olmayan, çok sancılı süreçlerdir. İşte Ahmet yoldaş böylesi sancılı bir dönemde komutanlığımı yaptı. Eksikliklerim, hatalarım, zaaflarım ve bunların üzerine boş vermişliğimle Ahmet yoldaşı az kızdırmamışımdır. Aldığım herhangi bir görevi fark etmeksizin mutlaka yüzeysel yapardım. Örneğin jeneratör açılacaksa suyunu, yakıtını, yağını kontrol etmem gerekiyordur; bense mutlaka her seferinde birini yapmazdım. Jeneratörü açtıktan yarım saat sonra eksikliğimin karşılığını alır, jeneratör kapanır, tüm tabur karanlığa gömülürdü. Kadın mangasında, kamelyada ya da mutfakta mutlaka arkamda "Aryennn" diye bağıran Ahmet yoldaş olur, ben ise koştura koştura teknik mangasına giderdim. Eksik kalan işleri böylece tamamlardım. Çiçek mi sulanacak hepsini sulamaya üşenirdim, gün içinde Ahmet yoldaşın gözünden kaçmadığı gibi yine "Aryennn" sesiyle yarım yamalak yaptığım işi tamamlamaya koşardım. Artık birçok konuda o kadar alışılmıştı ki benim bu halim, bir keresinde gerçekten yarım işin sahibi ben olmamama rağmen, adımı duyduğumda koşarak Ahmet yoldaşa gidip yerden bir çakıl taşı alarak "şu yoldaş yaptı" deyip yarım işin sahibini bildirmiştim. Zaman zaman Ahmet yoldaş şaka yollu, yerden çakıl taşı alıp yoldaşların ayağına atardı. Ki o çakıllardan kaçmak bile başlı başına bir eğlenceye dönmüştü taburda. En sonunda gidip "Ya Ahmet yoldaş, ben adımı değiştirmek istiyorum" dediğimde şaşırarak nedenini sordu; cevabım "Artık sende alışkanlık olmuş her durumda Aryennn diyorsun böyle olmaz ki" olmuştu.
Ahmet yoldaşla sohbet etmek istediğimde yürüyüş yaptığı zamanları tercih ederdim. Ona eşlik ederek derdimi anlatmaya çalıştığımda iki turdan sonra nefes nefese kalırdım. Ahmet yoldaşın arkasında kala kala yarım cümlelerle konuşmaya çalışırdım. Fiziken güçsüzlüğümle de mücadele ediyordu. Bu durumu gördüğü halde yavaşlamaz "bana yetiş, hadi hadi biraz daha tempo" deyip sınırıma vardığımı düşündüğüm zaman da daha da kendimi zorlayarak o sınırı aşmamı isterdi. Taburdaki yoldaşlarla voleybol, futbol oynuyordu, ama gün içinde beni çağırıp karşılıklı top oynamaya başladığımızda bilerek bazen çok geriye bazen de öne atıyordu. Hızlı davranmam gerektiğini topu iyi takip etmemi istiyordu. "Niye yapıyorsun" diye sorduğumda fiziğimi iyi kullanmam, hızlı ve atik olmam gerektiğini söylerdi. Hüseyin Demircioğlu Akademisine görevlendirildiğimde, yolculuğun uzunluğu ve tempolu yürüyüşün önemini anlatmış, bunun sadece benim değil grubun güvenliği için önemli olduğunu belirterek dağa gidecek grubun günlük spor dışında bir saat tempolu yürüyüş yapmasını planlayıp, her gün uygulanmasını denetlemişti. Bir süre sonra beklenen yolculuğu yaptığımda yoldaşlara, "Ya bu yol için mi biz o kadar hazırlık yaptık ben yorulmadım ki" demiştim. Yoldaşlar, gruptan bazı PKK'li yoldaşların yürüyemediği için grubun nasıl ikiye ayrıldığını bana hatırlatarak, "O hazırlık olmasaydı sen bu kadar iyi yürüyebilir miydin" demişlerdi. Ahmet yoldaşın ne yapmaya çalıştığını o an anlamıştım.
Öğlen yürüyüşümüzü bazen futbola çevirerek geçiriyorduk. Kimse Ahmet yoldaşın takımında hatta rakip takımda da olmak istemezdi. Futboldan ziyade kişilik analizi yapıyordu çünkü Ahmet yoldaş. Bir gün yine futbol oynarken Ahmet yoldaş bana iyi oynayan bir yoldaşın sürekli peşinde olmamı, onun oynamasını engellememi istedi. Topun peşinden ziyade ben o yoldaşın peşinden koşuyorum. Peşinden koştuğum yoldaş, "Peşimi bırak, sen benden ne istiyorsun" diye sorunca ben de "Ahmet yoldaşın talimatı böyle. Bunu yapmadığımda iki gün boyunca tekmil gündeminden düşmem biliyorsun" dediğimde yoldaşın tepkisi, "Haklısın, sana acıdım" olmuştu.
Birçok konuda Ahmet yoldaşın beni motive ettiğini, devrimciliğimi geliştirdiğini ve bunun için sürekli bana yardımcı olduğunu o kadar içten hissediyorum ki... Başta da dediğim gibi ideolojik olarak bir şekillenmem olmamıştı, yaşım da gençti. Tüm bunlar birleşince sürekli bir ağlama krizine girer, kendimi Ahmet yoldaşın mangasına atardım. Manganın camlı kapısına dayandığımda hiç tereddütsüz içeri alır, küçücük mangada yatağının kapladığı yerden geriye kalan boşluğa oturup saatlerce ağlardım. Ağlama şeklime bakıp yeni bir şey mi, yoksa eski bir durum mu olduğunu hemen anlardı. Biraz bekler, bilgisayar başındaki işini bitirip bana döner, "Anlat bakalım ne oldu" derdi. Ya da beni izler bilgisayarından kafasını kaldırmazdı. Bende ağlamam bitince kalkıp çıkardım. Ve bana, "Sen şu an gelişim sancısı çekiyorsun. Bu durumu nasıl yönlendireceğin sana kalmış. Ya güçlü bir devrimci olacaksın ya da yerinde sayacaksın. Sen şu an bu acıyı yaşıyorsun" demişti.
Hatırlıyorum da sadece bir konuda motiven işe yaramadı ve hala da yaramıyor! Reqa cephesinden dönerken araçta eğer iyi odaklanırsam kusmayacağımı söylemiştin. Tabii ben iki saat dayanabildim ve Serêkanîyê'nin girişinde kusmuştum. Günler sonra bir görev için Dêrik'e gitmemiz gerektiğinde, Yılmaz (Osman Nuri Ocaklı) ve Sarin (Şevin Söğüt) yoldaşların içinde olduğu aracı dört saatlik yolda defalarca durdurup kustum. Geri döndüğümde Baran (Bayram Namaz) yoldaş, "Niye durumunu söylemedin, başka yoldaşı gönderirdik" dedi. Ben de "Ahmet yoldaş eğer kendimi iyi örgütlersem kusmayacağımı söyledi, onu yapmaya çalıştım, ama olmadı" yanıtını verdim. Ahmet yoldaşın bana bakıp "Beni bu kadar bir sen ters anlayabilirsin" dediğinde Baran yoldaşla ne çok gülmüştük.
Yine bir defasında bir şeylere kızmış, gerilmiş ve yoldaşlara bilgi vermeden taburun bahçesindeki büyük otların arasına uzanmıştım. Düşünmeye başladım ve uyuyakalmışım. Zamanın ne kadar ilerlediğini bilmeden uyumuşum ve birden panikle uyandım, doğruldum. Bir de ne göreyim; Ahmet yoldaş başkaca devrimci yapılardan siper yoldaşlarımızla hemen on metre ötemde toplantı halinde. Doğrulmam ve Ahmet yoldaşla göz göze gelmem bir oldu. Ahmet yoldaş bozuntuya vermeden konuşmaya devam ederek gözümün içine baktı bir süre. Ben de derhal alanı terk etmem gerektiğini anlayıp, çaktırmadan gerisin geri sürünerek oradan uzaklaştım. Durumu tahmin ettiği için orada ne yaptığımı bile sormamıştı.
Kitap okuma alışkanlığımı da Ahmet yoldaş sayesinde edindim. Kendi başıma sobanın başında oturur; okumaz, yazmaz, çalışmazdım. Bir gün Moskova Önlerinde kitabını gördüm. Kendi kendime hele bakayım nasıl bir kitap derken Ahmet yoldaş beni gördü. Hiç çaktırmadan, "Sen madem bu kitabı okuyorsun not tut, eğitim yapalım" deyince, gurur yaptım ve "okumuyorum" diyemedim. Aslında okumadığımı biliyordu. Oturup her iki cildi detaylıca okuyup, not tuttum ve birlikte eğitim çalışması yaptık. O günden sonra kitap okumaya ve yüzeysel yaklaşmamaya başladım, böylece kitap okuma alışkanlığı edindim.
Ahmet yoldaşın devrimci ve askeri gelişimim konusunda o kadar çok emeği oldu ki, her özelliğimle mücadele ederek, ileri yanlarımdan tutup beni öne çıkardı. Bu yüzden Ahmet yoldaşla geçirdiğim sınırlı "üç ay"lık zaman değildir belirleyici olan. Bu üç ay içinde devrimciliğime kattıkları, bana verdiği sonsuz değer ve sevgiyi çok güçlü hissettim. Bu yüzden Ahmet yoldaşın ölümsüzlüğünün ardından sanki yoldaş hala Rojava'da görevlerinin başında, sadece ben onu göremiyorum gibi hissettim. Bir daha asla göremeyecek olsam bile, yukarıda yalnızca çok azını anlatabildiğim ve anlatmaya devam etsem sayfalar alacak emeğini asla boşa düşürmeyeceğim. Sen uzaktan bana bakıp nasıl büyüdüğümü, olgunlaştığımı, devrimci sorumluluklar üstlendiğimi izle ve gurur duy! Sonsuz özlem ve minnetle, daima bizimlesin...