11 Aralık 2025 Perşembe

Arzu Demir yazdı | Sürecin Rojava düğümü

Taraflar, 10 Mart Mutabakatının uygulanmasından yeni anayasaya kadar birçok sorun masada dururken ikinci planlarını da hazırlıyor. Türk devleti, hem Rojava'yı tehdit ediyor hem de Öcalan üzerinde baskı kuruyor. Türk devletinin, Rojava'da Kürt halkının statüsü konusundaki temel yaklaşımında herhangi bir değişikliğin olmadığı görülüyor. Rojava'nın silahsızlandırılması dahil Kürt halkının savunmasız bırakılması amaçlanıyor.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, "Kimse gitmezse ben giderim" şeklindeki İmralı çıkışını yaptığı 18 Kasım'daki Grup Toplantısı kadar çok gündem olmayan 7 Ekim'deki Grup Toplantısında İmralı'ya gidiş ısrarının nedenini çok net izah etmişti. QSD'nin, PKK gibi silah bırakmamasından şikayetçi olup Abdullah Öcalan'ın 27 Şubat'taki Barış ve Demokratik Toplum çağrısının Suriye'yi de kapsadığını iddia ederek, şunları eklemişti: "Beklentim şudur: PKK'nın kurucu önderliği SDG/YPG'ye direkt aynı mahiyet ve muhtevada bir çağrıda bulunarak, Şam yönetimiyle imzalanan 10 Mart tarihli mutabakata uyulmasını istemelidir."

Daha çok DEM Parti'nin gündeme getirdiği Meclis Komisyonunun İmralı'ya gidiş gündemi de Bahçeli'nin 7 Ekim'deki konuşmasıyla ısınmaya başlamıştı. Bahçeli, 4 Kasım günkü Grup Toplantısı'nda da QSD'nin tümen olarak Suriye ordusuna katılımını "milli güvenliğe doğrudan bir tehdit" olarak değerlendirmişti.

İSTEDİKLERİNİ ALAMADIKLARI İÇİN
Bahçeli'nin bu konuşmaları, Meclis Komisyonunun İmralı ziyaretinin, Abdullah Öcalan'ın "başmüzakereci" misyonunun gereği olarak değil, QSD'ye yönelik bir silahsızlanma çağrısı alma amacı taşıdığını ortaya seriyordu. 24 Kasım'da gerçekleşen İmralı ziyaretinden 11 gün sonra bir araya gelebilen Komisyonun 4 Aralık günkü toplantısında yaşanan tutanak kriziyle bu durum kesinlik kazanmış oldu. Gülistan Kılıç Koçyiğit, Feti Yıldız ve Hüseyin Yayman'dan oluşan heyetin Öcalan ile yaptığı görüşmenin tutanağının okunması kamuoyunda beklenirken, bir "özet" okundu. Konu, MHP ve AKP tarafından Komisyonda hızlıca kapatıldı. Ardından da DEM Parti'den, "özet" için "bağlamından kopartıldı" eleştirisi geldi.

Şimdi artık çok net görülüyor ki; söz konusu görüşme tutanağının okunmaması, bir yandan başmüzakereci olarak Abdullah Öcalan'ın Meclis tarafından muhatap alınmasının etkisinin kırılması amacı taşırken, diğer yandan da söz konusu görüşmede istedikleri hedefe ulaşamadıklarının işareti.

SAHADAKİ GELİŞMELERLE TEYİT
Bu durumu, Suriye ve Rojava sahasındaki gelişmeler de teyit ediyor. Her ne kadar, Türk Savunma Bakanlığı kaynakları, "rutin" olduğunu iddia etse de Rojava'nın çeşitli noktalarına yeni askeri sevkiyatlar yapılıyor. Bu sevkiyatların görüntüleri de sosyal medyaya yansıyor. Saray medyasında da "QSD için zaman daralıyor" gibi başlıklarla "operasyon hazırlığı" haberlerinden geçilmiyor.

TEMEL YAKLAŞIMI DEĞİŞMEDİ
Şu anki mevcut durumda Türk devletinin, Rojava'ya yönelik askeri bir saldırı yapıp yapmayacağı konusu bir yana, bu gelişmelerin hatırlattığı en önemli nokta; Türk devletinin Rojava'da Kürt halkının statüsü konusundaki temel yaklaşımında herhangi bir değişikliğin olmamasıdır. Zaman zaman "yüksek siyasetin" irtifasından "büyük haritaya" bakılınca, unutulan esaslı gerçekleri, son gelişmeler yeniden hatırlattı. 13 aydır "süreç"te varılan noktada, Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş'un her açılış konuşmasında ağdalı sözlerle bahsettiği "Türk-Kürt kardeşliği"nden eser olmadığını, Abdullah Öcalan'ın özellikle Suriye ile ilgili değerlendirmelerine getirilen sansürde gördük.

KÜRTLERİ SAVUNMASIZ BIRAKMA
Bahçeli'nin, geçen yıl ekimde söyledikleri, birdenbire demokratlaşarak, "Kürtlere de hakkını verelim" yaklaşımı değildi. Bu işin, ABD Başkanı Trump'ın Orta Asya'dan Akdeniz'e oluşturmak istediği Amerikan ekseni kapsamında Ortadoğu'nun yeniden dizayn ve paylaşımında Türk devletinin pay alma planıyla başladığını unutmamak önemli. Bir yıl sonra, Kürt özgürlük hareketinin attığı adımlar dışında devletin attığı somut bir adım yok. Meclise getirdikleri 11. Yargı Paketi'nde de tekçi devlet tutumunu sürdürerek, politik tutsakları kapsam dışında bıraktılar. Faşist şeflik rejimi, "terörsüz Türkiye" hedefini, "terörsüz bölge"ye yükseltti. Burada kastedilen öncelikle, Rojava halklarının silahsızlandırılması. Hakan Fidan'ın "Hatta İran'daki PKK güçleri de silah bırakmalı" açıklamasında görüldüğü gibi, Kürt halkının her yerde kendini savunma hakkının ortadan kaldırılması amaçlanıyor.

TARAFLAR İKİNCİ PLANLARINI HAZIRLIYOR
Türk devleti, olanağı olsa Rojava'daki statüyü hemen şimdi yok etmek isteyecektir. Bu amacından hiç vazgeçmiş değil. Şam'dan çıkmayan bakanları, istihbaratçıları, askerleri, bürokratlarıyla HTŞ'yi de buna zorladığı biliniyor. Suriye'de cihatçı esaslara dayalı bir tek adam diktatörlüğü inşa etmek isteyen HTŞ de Türk devletinin planına teşne, çünkü Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi ile arasında ideolojik bir uyuşmazlık, uzlaşmaz bir çelişki var. Uzunca bir süredir takım elbise ile dolaşan Golani, 8 Aralık günü ünlü Emevi Camisindeki namaza, geçen yıl Şam'a girerken giydiği elbisenin benzerini giyerek, ideolojik olarak başladığı noktada olduğunu ilan etmiş oldu. Emperyalistlerin Golani ile nereye ne kadar gideceği kısmı belirsiz olsa da bölgenin Sömürge Valisi Tom Barrack, Suriye için öngördükleri yönetim biçiminin ne olduğu bir kez daha "Adem-i merkeziyetçilik bu bölgenin hiçbir yerinde işe yaramadı" sözleriyle hatırlattı. Ülkenin, ulusal, dinsel, mezhepsel ve siyasal kimlik olarak çoklu yapısı, bu tekçi politikanın hayat bulmasını engelliyor.

Bu haliyle taraflar, 10 Mart Mutabakatı'nın uygulanmasından yeni anayasaya kadar birçok sorun masada dururken "o olmazsa bu olur" diyerek ikinci planlarını hazırlıyor. Türk devletinin planının da hem Rojava'yı tehdit etmek hem de Abdullah Öcalan üzerinde baskı kurmak olduğu görülüyor.