Baker: Güç dengeleri değişse de Filistin halkının iradesi davayı dirençli kılıyor

FDKC Hukuk Departmanı Başkanı Fouad Baker ile sürgün içinde sürgün yaşadığı Euskal Herria'da görüştük. Filistin direniş örgütleri ve Hizbullah'ın silah bırakmasının söz konusu olmayacağını vurgulayan Baker, Gazze'de soykırım sonrası dönemin Filistin direnişinin biçim ve yöntemlerinde değişimler, farklı siyasi, askeri ve halk mücadelesi türlerini gerektireceğini söyledi. Baker, "Filistin davasının özü her zaman Filistin halkının iradesine ve devredilemez tarihi haklar konusundaki ısrarına bağlı olmuştur. İttifaklar ne kadar değişirse değişsin, güç dengeleri ne kadar eğilirse eğilsin, davayı tasfiyeye karşı dirençli kılan da budur" dedi.
Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi (FDKC) Hukuk Departmanı Başkanı Fouad Baker ile Euskal Herria'da bir araya geldik. Ailesi, siyonist İsrail rejimi tarafından Gazze'de hedef alınarak katledilen Baker, uzun süre yaşadığı Lübnan'da siyonistler tarafından hedef alınarak sürgün içinde sürgün yaşamaya zorlandı. Filistin ve bölgedeki son gelişmeleri görüşmek üzere Euskal Herria'da bir araya geldiğimiz Baker, siyonist İsrail'in emperyalistler ve bölge gerici devletlerinin işbirliğinde işgal saldırılarının geldiği boyuta işaret ederek, Filistin halkının katliam saldırıları, açlık, su, ilaç gibi yaşamsal malzemelere ulaşamamasına rağmen sergilediği direnişe işaret etti.
Baker'in soykırım saldırılarının yanı sıra, Suriye'deki rejim değişikliği ve Lübnan'da değişen güç dinamikleri kapsamında Ortadoğu'da devam eden kaosun Filistin davası üzerindeki etkileri ve ulusal kurtuluş için mücadelenin nasıl sürdürüleceğine ilişkin sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:
SİYONİZMİN AMACI 'BÜYÜK İSRAİL' PROJESİNİ SÜRDÜRMEK
Filistinlilere yönelik soykırımın ve soykırıma karşı direnişin ikinci yılındayız. Mevcut durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Filistin için ne gibi zorluklar, riskler ve fırsatlar ortaya çıktı?
Filistin halkı modern tarihte eşi benzeri görülmemiş bir felaketle karşı karşıya. Soykırımın özellikleri, Gazze Şeridi'ne uygulanan boğucu ablukada ve Filistinlilerin iradesini kırmak ve onları teslim olmaya itmek için tasarlanan sistematik aç bırakma politikasında açıkça görülmektedir. Bu politika artık evlerin, hastanelerin ve altyapının bombalanmasıyla sınırlı kalmayıp, su, gıda ve ilaç gibi yaşamın en temel ihtiyaçlarına karşı sistematik bir savaşa dönüşmüştür. İnsani trajedi, işgalin acımasızlığının ve uluslararası toplumun sivilleri korumadaki başarısızlığının lanetleyici bir görüntüsü haline geldi.
Askeri düzeyde ise İsrail, Filistin direnişini ezmek olarak ilan ettiği hedefine ulaşamadı. Ablukaya ve İsrail'in Batılı güçler tarafından desteklenen askeri üstünlüğüne rağmen, direniş kararlılığını korumakta, yüksek ulusal ruhla savaşmakta ve kendisini soykırıma karşı son siper olarak görmektedir. Direnişin sahadaki varlığını sürdürmesi, İsrail projesi için başlı başına siyasi ve ahlaki bir yenilgidir ve Filistinlilerin sadece hayatta kalmak için değil, aynı zamanda İsrail'in geri çekilmesini sağlamak ve savaş makinesini durdurmak için de savaştığını teyit etmektedir.
Siyasi düzlemde ise direniş sadece seyirci ya da doğrudan reddedici olmamış, çıkmazı kırmak için gerçekçi ve esnek çözümler üretmiştir. Gazze'nin hizip kontrolünden uzak teknokratik bir hükümet aracılığıyla bağımsız ve uzman kişiler tarafından yönetilmesi fikrini kabul etti. Ayrıca savaşın durdurulması ve İsrail'in çekilmesinin güvence altına alınması karşılığında İsrailli esirleri teslim etmeye hazır olduğunu açıkladı. Ancak her müzakere turunda İsrail yeni ve daha imkansız koşullar ekleyerek gerçek bir çözüm arzusundan ziyade yayılmacı niyetlerini ortaya koydu. En önemlisi, son görüşmelerde Filistinli gruplar İsrail'in kendi teklifinin yaklaşık yüzde 98'ini kabul etti, ancak İsrail yine de reddetti. Bu da amacının rehineleri kurtarmak değil, Gazze'yi tamamen ele geçirerek, Batı Şeria'yı ilhak ederek, Lübnan ve Suriye topraklarına doğru genişleyerek ve Filistinlileri Mısır ve Ürdün'e doğru zorunlu göçe zorlayarak, "Büyük İsrail" projesini sürdürmek olduğunu ortaya koydu.
FİLİSTİN HALKI TOPRAKLARINI VE HAKLARINI SAVUNUYOR
Bu gerçekler, dünyanın, tarihsel olarak küresel emperyalist projeyle bağlantılı olan siyonist hareketin vahşetini açıkça görmesini sağladı. Filistin'in "topraksız bir halk için halksız bir toprak" olduğuna dair yüzyıllık siyonist efsaneyi nihayet yıktılar; çünkü artık topraklarını ve haklarını ne pahasına olursa olsun savunan, yaşayan köklü bir halk olduğu aşikardır.
1948 NAKBASINDAN SONRA EN BÜYÜK ZORLA YERİNDEN EDİLME DALGASI YAŞANDI
Siyonist İsrail devletinin uluslararası hukuku hiçe sayarak Filistin'i ilhak etme girişimlerini özetleyebilir misiniz? Şu anda Batı Şeria'daki gerçeklik nedir?
19 Temmuz 2024'te Uluslararası Adalet Divanı (UAD), İsrail'in tüm eylemlerinin, kapsamı ne olursa olsun, Kudüs de dahil olmak üzere uluslararası hukuka göre işgal altında olan Filistin topraklarının yasal statüsünü değiştiremeyeceğini açıkça teyit eden tarihi bir karar yayınladı. Mahkeme Filistin halkının 4 Haziran 1967 sınırlarında, başkenti Kudüs olan bağımsız bir devlet kurma hakkını bir kez daha teyit etti.
İsrail bu bağlayıcı hukuki ve siyasi karara uymak yerine, sistematik bir sömürge projesine dayanan yeni bir oldubittiyi dayatmak için acele etti. Bir yandan tahkim edilmiş yerleşimler inşa ederken ve yerleşimcileri düzenli orduyu tamamlayacak örgütlü milisler olarak silahlandırırken, diğer yandan da şehirleri parçalayarak ve yan yollar, tüneller ve köprülerle izole ederek Filistin coğrafyasını yeniden çizmeye çalışıyor.
İşgal, toplu cezalandırma aracı olarak ev yıkımlarının ötesine geçerek çok daha tehlikeli bir aşamaya geldi: Filistin alanını tamamen yeniden şekillendirerek Filistin ulusal projesini köklerinden öldürüyor. Batı Şeria'da, özellikle Cenin ve Tulkarim mülteci kamplarında, işgal kasıtlı olarak geniş çaplı yıkımlar gerçekleştirerek onbinlerce kişiyi yerinden etti. Tahminlere göre 60 binden fazla Filistinli evsiz kalmıştır. Ki bu 1948 nakbasından bu yana yaşanan en büyük zorla yerinden edilme dalgalarından biridir.
GERİ DÖNÜŞ HAKKI TAMAMEN ORTADAN KALDIRILMAK İSTENİYOR
Bu plan Filistin'in iç bölgelerinin ötesinde diasporadaki mülteci kamplarına kadar uzanmaktadır. Gazze ve Batı Şeria'daki kampların yıkılmasının ardından, şimdi de geri dönüş hakkını tamamen ortadan kaldırmayı amaçlayan daha geniş bir strateji kapsamında Lübnan ve Suriye'deki kampların dağıtılması planları ortaya çıkıyor. Bu proje sadece toprağı ele geçirmekle ilgili değil, aynı zamanda Filistinli mültecilerin hafızasını silmek ve onları ulusal kimliklerinin temeli olan mekansal sembollerden mahrum bırakmakla da ilgili.
Bu anlamda İsrail, UAD'nin kararına sahadaki gerçeklere dayalı politikalarla karşılık vermekte, her türlü hukuki ve siyasi yolun içini boşaltmakta ve bunun yerine, yerinden etme, el koyma ve demografik mühendislikten oluşan sömürgeci bir plan uygulamaktadır. Ancak bu sadece siyonist projenin varoluşsal krizini yansıtmaktadır. Ki bu kriz artık sadece Filistinlilerle değil, aynı zamanda uluslararası hukukun meşruiyeti ve insanlığın vicdanıyla da karşı karşıyadır.
SUUDİLER GÖSTERMELİK BİR FİLİSTİN DEVLETİNİN TANINMASINI AMAÇLIYOR
Lübnan'daki son siyasi gelişmeler, özellikle de ABD'nin İsrail'le normalleşme yönündeki baskıları Filistinlileri nasıl etkiledi?
Lübnanlı yetkililer, özellikle de yeni hükümet, İsrail'le hiçbir şekilde temas kurmadıklarını ve kapsamlı bir barış karşılığında İsrail'in işgal altındaki Arap topraklarından tamamen çekilmesini öngören Arap Barış Girişimi uygulanana kadar normalleşmeyi reddetmeye kararlı olduklarını bir kez daha teyit etmektedir. Bu duruş, Lübnan'ın herhangi bir sapmanın sadece Filistin meselesinde değil, aynı zamanda Lübnan'ın kendi iç ve bölgesel dengelerinde de tehlikeli bir stratejik taviz anlamına geleceğinin farkında olduğunu yansıtıyor.
Ancak Suudilerin New York'ta uluslararası bir konferans toplama çabaları yeni bir karmaşıklık yarattı. Konferans, egemenliği elinden alınmış ve Filistinli güçler tarafından oybirliğiyle reddedilen koşullarla zincirlenmiş göstermelik bir Filistin devletinin tanınması için bastırmayı amaçlıyor. Önerilen bu devlet askerden arındırılacak, sınırları ABD istihbaratı tarafından kontrol edilecek, sınırlı bir Filistinli sivil güç tarafından denetlenecek ve eğitim sistemi İsrail ve ABD vizyonlarıyla uyumlu olacak şekilde temelden değiştirilecektir. Gerçekte böyle bir "devlet" kağıt üzerindeki mürekkepten başka bir şey olmayacak, işgal, yerleşim ve yerinden edilme devam edecektir. Daha büyük tehlike ise böyle bir formülün Arap-İsrail normalleşmesini hızlandırmak için siyasi ve ahlaki bir kılıf olarak kullanılabilecek olmasıdır.
DİRENİŞİN SİLAHSIZLANDIRILMASINI HALK VE LÜBNAN REDDETTİ
Lübnan daha bu aşamaya gelmeden, normalleşmenin önündeki başlıca engel olarak gösterilen Lübnan ve Filistin direnişinin silahlarının tasfiyesi konusunda ağır bir baskıyla karşı karşıya. Direnişin silahsızlandırılması, "direnişsiz barış" denkleminin dayatılması için gerekli bir başlangıç olarak sunuluyor. Ancak bu öneri, direnişi ulusal savunma ve Filistin'i tasfiye projelerine karşı korumak için hayati önemde gören Lübnanlı kilit partilerin muhalefetinin yanı sıra geniş çaplı bir halk reddiyle karşı karşıya.
Dolayısıyla Lübnan bugün kendisini, normalleşme projesinin zayıf halkası haline getirme girişimleriyle ABD, Suudi ve İsrail hesaplarının iç içe geçtiği bölgesel-uluslararası bir mücadelenin merkezinde bulmaktadır. Yine de iç güç dengeleri ve halkın Filistin davasına olan derin bağlılığı, bu tür planların muazzam siyasi ve güvenlik maliyetleri olmaksızın dayatılmasının önünde bir engel oluşturmaya devam ediyor.
YENİ DÖNEM YENİ MÜCADELE BİÇİM VE YÖNTEMLERİ GETİRECEKTİR
Suriye'de rejim değişikliği ve Lübnan'da değişen güç dinamikleri de dahil olmak üzere Ortadoğu'da devam eden kaosun Filistin davası üzerindeki etkisi nedir?
Filistin davası, özellikle komşu ülkelerde bölgesel dengeler her bozulduğunda doğrudan etkilenmektedir. Lübnan ve Suriye'deki her siyasi ya da güvenlik kayması Filistin'in yörüngesinde iz bırakır, tıpkı Mısır ve Ürdün'ün İsrail'le yaptığı barış anlaşmalarının onları Arap-İsrail çatışması denkleminden çıkararak Filistin'i destekleyen bölgesel cepheyi zayıflatması gibi.
Yine de belirleyici faktör her zaman Filistin halkının direnci ve işgale karşı koyma kabiliyeti olmaya devam etmektedir. Bu kararlılık pusulayı yeniden yönlendirmekte ve marjinalleştirme girişimlerine rağmen davanın tasfiye edilmesini engellemektedir. Deneyimler, BAE, Bahreyn, Sudan ve Fas gibi Arap devletlerinin normalleşmesinin Filistin mücadelesinin özünü temelden değiştirmediğini göstermiştir. Çünkü amaç hiçbir zaman rejimler üzerine değil, Filistin'i hala haklı ve merkezi bir dava olarak gören özgür halklar üzerineydi.
Gazze'de soykırım sonrası dönemin Filistin direnişinin biçim ve yöntemlerinde değişimler getireceği kesindir. Yeni koşullar, önümüzdeki aşamaya uygun farklı siyasi, askeri ve halk mücadelesi türlerini gerektirebilir. Ancak bu direnişin sona ereceği anlamına gelmez. Aksine, Filistinliler on yıllardır, işgal ne zaman silahlı mücadeleden halk ayaklanmalarına ve uluslararası siyasi ve hukuki eylemlere kadar tüm ufukları kapatmaya çalışsa, yeni direniş araçları geliştirme konusundaki eşsiz yeteneklerini göstermişlerdir.
Filistin davasının özü her zaman Filistin halkının iradesine ve devredilemez tarihi haklar konusundaki ısrarına bağlı olmuştur. İttifaklar ne kadar değişirse değişsin ya da güç dengeleri ne kadar eğilirse eğilsin, davayı tasfiyeye karşı dirençli kılan da budur.
LÜBNAN DİRENİŞİ VE FİLİSTİNLİ GRUPLARIN İKİLİ GİRİŞİMLERİ BİRBİRİNİ TAMAMLIYOR
Hizbullah ve Filistinli gruplar üzerindeki silahsızlanma baskısını, özellikle de Lübnan'daki Filistinlilerin tarihini göz önünde bulundurarak, Sabra ve Şatilla'da ABD'nin sahte güvenceleriyle Filistinlilerin silahsızlandıktan sonra katliama maruz kalmalarını, nasıl değerlendiriyorsunuz? Verdikleri yanıt nedir?
Hizbullah hala geniş ve sağlam bir halk desteğine sahiptir ve bu da onu Lübnan'ın iç ve bölgesel dengelerinde bypass edilmesi imkansız bir siyasi ve askeri güç haline getirmektedir. Benzer şekilde Lübnan'daki Filistinli gruplar da silah meselesinin hassasiyeti ve tarihi karmaşıklığının farkındadır. Bu nedenle konuya Lübnan'ın iç çatışmalarına karışmaktan kaçınarak tamamlayıcı faktörler üzerinden yaklaşıyorlar. Filistinliler, Lübnan'daki iç çatışmalardan kaçınılması gerektiği konusunda ortak bir görüşe sahiptir ve odaklarını ulusal ve kolektif hakları savunmaya yöneltmeleri gerektiğini düşünüyorlar.
Bu çerçevede Lübnan direnişi, Lübnan'ın tekrarlanan İsrail tehditlerine karşı koyma kapasitesini güçlendirmeye odaklanan kapsamlı bir ulusal savunma stratejisi geliştirme girişiminde bulundu. Bu girişim, Lübnan ordusu ile direniş arasındaki tamamlayıcılık üzerine inşa edilmiş olup mevcut askeri kabiliyetlerin caydırıcılık için kullanılmasını sağlamaktadır.
Buna paralel olarak Filistinli gruplar, Lübnan'daki Filistin varlığını sadece silah meselesine indirgenemeyecek kapsamlı bir çanak olarak ele alan bir girişim önerdi. Bu girişim, Filistinli mültecilerin insani, toplumsal ve ekonomik haklarının yanı sıra kamp yönetimi için güvenlik ve istikrarı koruyan ve dış sömürüyü engelleyen örgütlü mekanizmaların ele alınmasına öncelik veriyor. Bu, Filistinlilerin meselenin parça parça tedbirlerle veya silahsızlanma baskılarıyla çözülemeyeceğine, ancak Filistinlilerin varlığını koruyan ve ana davaya hizmet eden bütüncül bir yaklaşımla çözülebileceğine dair inancını yansıtmaktadır.
Tüm bölgesel ve uluslararası baskılara rağmen Lübnan direnişi silahsızlanma çağrılarını kategorik olarak reddetmekte, bu silahların İsrail saldırganlığına karşı temel bir güvence ve Lübnan'ın koruyucusu olduğunda ısrar etmektedir. İç krizlerden kaçınmanın tek yolunun, İsrail'le yüzleşmenin en önemli öncelik olduğu ilkesi üzerine inşa edilmiş, ulusal düzeyde kabul görmüş bir savunma stratejisinden geçtiğini vurguluyor.
Dolayısıyla, Lübnan direnişinin ve Filistinli grupların ikili girişimleri birbirini tamamlayan yaklaşımları temsil etmektedir. Birincisi Lübnan'ın egemenliğini korumaya, ikincisi Lübnan'daki Filistin varlığını pekiştirmeye odaklanırken, direniş silahlarını İsrail projesine karşı daha geniş bölgesel caydırıcılık cephesinin bir parçası olarak dar anlaşmaların dışında tutmaktadır.
FDKC ULUSAL KURTULUŞ ELDE EDENE KADAR MÜCADELEYİ SÜRDÜRECEK
Bugün yaşanan süreç bakımından FDKC'nin çağrısı nedir?
FDKC, İsrail işgali sona erene ve ulusal kurtuluş ve bağımsızlık elde edilene kadar Filistin ulusal mücadelesinin kararlılıkla sürdürülmesi çağrısında bulunmakta ve bu hedefin 75 yılı aşkın bir süredir Filistin mücadelesinin özünü oluşturduğunu teyit etmektedir. Özgürlüğün, 4 Haziran 1967 sınırlarında tam egemenliğe sahip, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını ve Filistinli mültecilerin 194 sayılı BM kararı uyarınca 1948'de zorla yerlerinden edildikleri evlerine ve mülklerine geri dönüş haklarının garanti altına alınmasını gerektirdiğinde ısrar eder.
FDKC, direnişin her türlüsünün (halk direnişi, kitle direnişleri, siyasi veya silahlı direnişler) Filistin halkının ilahi yasalar ve uluslararası hukuk ilkeleri tarafından onaylanmış meşru bir hakkı olduğunu vurgular. Toprak ve onuru savunmanın ve işgalciyi geri çekilmeye zorlamanın aracıdır. Bu bağlamda, siyasi ve askeri direnci güçlendirmenin yanı sıra halk direnişini geliştirmenin ulusal kurtuluş stratejisinin omurgasını oluşturduğunu vurgular.
Yurtiçinde ise FDKC, Filistinlilerin bölünmüşlüğüne son vermenin en önemli öncelik olduğunu, zira hiçbir büyük ulusal davanın parçalanmışlık ve rekabet altında yönetilemeyeceğini teyit eder. Bu nedenle, ortak bir mücadele programı benimseyen ve siyasi ve kurumsal ikiliğe son veren birleşik bir ulusal önderliğin oluşturulması çağrısında bulunur. Demokratik, şeffaf Filistin kurumlarının inşasını, özellikle de Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) tüm grupların kapsayıcı evi olarak yeniden canlandırılmasını, tam orantılı temsile dayalı, herkes için gerçek katılımın sağlanmasını teşvik eder. Filistin'de karar alma süreçlerinin tekelleştirilmesini kategorik olarak reddeder, bunun yerine özgür halk iradesini yansıtan ve birleşik ulusal meşruiyeti yeniden tesis eden kapsamlı bir siyasi sistem reformu talep eder.
FDKC Arap halklarına ve onların yaşayan güçlerine İsrail ile her türlü normalleşmeyi reddetmeleri ve Filistin davasının sadece Filistinlilerin iç meselesi değil tüm Arap ulusunun davası olarak merkeziliğini korumaları için açık ve acil bir çağrıda bulunur. Araplar için Filistin, haysiyet ve egemenliğin sembolüdür ve onu terk etmek, bir bütün olarak Arap geleceğini terk etmek anlamına gelir.
Uluslararası düzeyde, FDKC küresel toplumu ve kamuoyunu İsrail'i devam eden öldürme, yerinden etme, yerleşim ve abluka suçlarından sorumlu tutmaya çağırır ve işgal uluslararası hukukun ve meşruiyetin açık bir ihlali olduğu için başta Uluslararası Adalet Divanı (ICJ) ve Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICC) olmak üzere uluslararası yargı organlarının harekete geçirilmesi çağrısında bulunur.
FDKC, Filistin mücadelesinin münferit değil, her türlü sömürgecilik, ırkçılık ve emperyalizme karşı küresel kurtuluş hareketinin ayrılmaz bir parçası olduğunun altını çizer. Bu bakış açısıyla, Filistin'deki mücadelenin evrensel bir insanlık mücadelesi olduğunu, insanlığın özgürlük, adalet ve halkların hakları için verdiği mücadelenin ön saflarında yer aldığını teyit eder.