6 Mart 2025 Perşembe

Çiçek: Öcalan demokratik toplum iklimi inşa etmeye çalışıyor

Şubat ayının sonunda İmralı Hapishanesine giderek PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın mesajını alan heyetteki DEM Parti Milletvekili Cengiz Çiçek'le mesajın anlamını, sürecin nasıl ilerleyeceğini, devletin ve Öcalan'ın yaklaşımlarını konuştuk.

PKK Lideri Abdullah Öcalan'la 27 Şubat günü görüşen İmralı heyetinde yer alan Cengiz Çiçek'le açıklamanın içeriğini konuştuk.

Metin üzerinde ve çağrının Rojava'yı kapsayıp kapsamadığı üzerinde çokça tartışma döndüğünü aktaran Çiçek, Öcalan'ın çağrısının ardından devletin ilk elden yapması gerekenleri aktardı. Öcalan'ın uyarılarını da dile getirdi Çiçek ve bu sürecin aslında mücadele çağrısı içerdiğini vurguladı.

Şimdi sözü Asrın Hukuk Bürosu'nda avukatlık yaptığı dönemde 29 kez görüştüğü PKK lideri Abdullah Öcalan ile görüşen DEM Parti Milletvekili Cengiz Çiçek'e bırakalım.

ÖCALAN ÇAĞRIYI DEMOKRATİK CUMHURİYET MANİFESTOSU OLARAK DEĞERLENDİRİYOR

PKK lideri Abdullah Öcalan'ın mesajı üzerinde epey tartışma döndü. Neden böyle bir açıklama yaptı Öcalan?
Elbette ki; onun meseleye nasıl yaklaştığına ve sadece mesele değil kendi örgütüne ve çağa, Kürt-Türk ilişkilerine ve çözüm meselesine nasıl yaklaştığına dair bir çerçeve metnidir bu. Kendisi de demokratik cumhuriyet manifestosu olarak değerlendirilmesi gerektiğini söyledi. Sayın Öcalan 1990'lı yıllardan itibaren kendi örgütü PKK'yi çağın gelişimleri doğrultusunda bir dönüşüm sürecine sokmaya çalıştı. Aslında Sovyetler Birliği'nin dağılışından sonra hem reel sosyalizm çözümlemeleri, iki kutuplu dünya çözümlemeleri, 20. yüzyıl çözümlemeleri ve onun üzerinden ortaya çıkan güncel tabloda kendi örgütünü güncelleyerek bir şekilde var etmeye, ayakta tutmaya ve güçlendirmeye çalıştı. Dikkat edecek olursanız yaptığı çağrıda ilk olarak PKK analizi yapmakta; PKK hangi çağda, hangi iklimde, hangi sorun üzerinden doğdu? "Baskı olmasaydı, inkar olmasaydı, Kürt meselesi siyasal zeminde tanınmış olsaydı, Kürt siyasetine, Kürt halkına kendi anadilinde ve kimliğinde örgütlenme hakkı, siyaset yapma hakkı sağlanmış olsaydı, zaten PKK gibi bir oluşuma gitmemize gerek yoktu" diyor. Halka 80'li yıllarda şunu söylüyordu; "Bizim açımızdan savaş politikanın başka araçlarla sürdürülmesidir" diyordu. Yani o günden bugüne baktığımızda sayın Öcalan'ın; PKK'nin varlık gerekçesi, gelişim seyri, PKK'nin bugünkü durumuna dair ele alış biçimine dair tutarlı, sistematik bir bakış açısı var. Her lider gibi öncülüğünü yaptığı bir hareketi, bir mücadeleyi yeni yüzyıla, içerisinde bulunduğumuz çağa uyarlayarak bir şekilde büyütmenin yollarını arıyor.

TÜRK VE KÜRT HALKININ ÖZGÜR BİRLİKTELİĞİ
İkincisi, metnin ikinci maddesinde de ifade ediyor; Türk Kürt ilişkilerini tarihsel boyutta değerlendiriyor, ama bu da çok speküle edilen bir şey. Yani Türk-Kürt ilişkileri, kardeşliği, ittifakı derken sayın Öcalan sınıfsal temelden yoksun bir okuma yapmıyor bence. Dikkat edecek olursanız bin yıllık ilişkinin kendisini daha sınıfsal temelleriyle de değerlendiriyor. Kastettiği de şu; örneğin 1071'de Türkler ve Kürtlerin ilk ittifakı olduğunda bölge hegemonyası olan Bizans İmparatorluğu gerçekliğinden bahsediyor. Bugün günümüzde nasıl ABD, NATO, İngiltere, Rusya, Çin küresel hegemonik güçlerse ve onların kapitalist emperyalist çağda bütün politikaları halklara, ezilen kimliklere kaybettiriyorsa Bizans İmparatorluğu döneminde de öyleydi. Kürt halkına, Türk halkına, bölgenin halklarına dönük tehlikenin işaretlerine dönük tarihsel okuma yaparak bunu söylüyor. Hegemon güçlere karşı her iki halkın ittifakının, kendilerinin bu coğrafyada yurt edinmesiyle sonuçlandığını söylüyor. O zamanki ilişkiler şimdiki gibi daha baskı ve sömürüye dayalı değil. Tarihsel referansa atıf yapmasının nedeni bu. Yani diyor ki; geçmişte bu iki halk ittifak yaparak bölge hegemonyasına, dünya hegemonyasına karşı dönemin Bizansına karşı, sonuçta buralarda yurt edindiler. Bugüne gelelim, bin yıl sonra, Ortadoğu merkezli yürüyen üçüncü dünya savaşını değerlendirdiğimizde Trump ABD'sini, İsrail'in yayılmacı politikalarını değerlendirdiğimizde Ortadoğu halklarının kapitalist emperyalist politikalar arasında bekleyen tehlikeleri göz önünde bulundurduğumuzda sayın Öcalan aynı tarihsel okuma, aynı sınıfsal perspektifle halklara dönük bir çağrı yapıyor. Diyor ki; bu ittifak, bu kardeşlik aynı zamanda sizin Ortadoğu'da demokratik geleceğiniz, özgür birlikteliğinizle ilgili bir sorun. Bu tek başına devlete, devleti yönetenlere yönelik bir çağrı değil. Bu sistemin muhatapları olarak elbette ki onları da muhatap alıyor ama aynı zamanda halklara bir şey söylüyor. Diyor ki; bu zaman diliminde bir arada demokratik bir şekilde yaşayabilmemiz için ortak vatanda bir tarihsel ittifaka ihtiyacımız var.

Sayın Öcalan, "Hukuki ve siyasi tanınma söz konusu olduğu sürece zaten bizim silahlı mücadele yürütmemize gerek yok" dedi. Bunu PKK'yi kurduğu yıllarda da söylüyor, 90'lı yıllarda da söylüyor, bugün de söylüyor. Aslında hukuki ve siyasi zeminde tanınma nedir; varlığını tanımadır. Kürtlerin sadece kültürel olarak değil bir siyasal varlık olarak Kürt hareketini, Kürtlerin varlığını tanımadır. Çünkü her halk gibi -halklar sadece kültürel kodlardan, konuştuğu dilden, inancından ibadet değil- her halkın içerisinde bulunduğumuz günümüz dünyasında bir siyasal görüşü, dünya görüşü vardır aslında daha çok ona atıf yapıyor. "Hukuki ve siyasal zeminde tanınması gerekir" derken kasıt yok. Varlığını, siyasal varlığını kabul edeceksin. Zaten Öcalan diyalektiğinde şu çok net; Kürt halk varlığı kabul edildi, bugün Kürtlere en katı düşmanlık yapanlar bile Kürt halkı yoktur demiyor. Kimlik olarak, kültür olarak Kürtleri tanıyor. O yüzden Öcalan şunu söylüyor, varlık mücadelesi, kimlik mücadelesini kazandık, varlık ve kimlik sorunu yoktur, bize bunu son görüşmede de söyledi. Bugün belki Ortadoğu'da dört parça Kürdistan'da Kürt halkının yasal ve anayasal zeminde bir statüsü hala yok ama sonuç itibariyle Kürtlerle savaşan, Kürt siyasetiyle kavga eden, Kürt halkını tehdit gören bütün devletlerin ya da muhatapların kendisi Kürt yoktur demiyor. Kürt vardır ama şöyle Kürt olmalıdır, böyle olmadır deniyor.

ÖCALAN DÖNÜŞTÜRMEK İSTEDİĞİ DEVLETİ MUHATAP ALIYOR

Metin dışı okunan cümle devlete çağrı niteliğindeydi. Öcalan'ın çağrısı ve metin dışı mesajı devlete nasıl bir sorumluluk yüklüyor?
Devlete elbette ki bir çağrısı var, bu iki taraflı bir sorun sonuç itibariyle. Zaten sayın Öcalan, "ben devleti muhatap alırım" diyor. Yüz yıldır bir şekilde ayakta duran, kendisini sürdüren bir sistemi muhatap alıyor. Biz hep diyoruz ya; gündelik, aktüel siyasetin çok ötesinde tartışmak lazım bu işi. Hiçbir zaman ben AKP ile muhatabım ya da şununla muhatabım demedi, Özal döneminden Erdoğan dönemine devletle muhatap. Çünkü devlet dediğimiz bir sistem, o sistemi dönüştürmeye odaklandığı için haliyle devlet muhatabı. Temel çağrısı da şu; kendi halkını bu kaostan, savaş koşullarından sağlıklı bir şekilde çıkarmak istiyorsan bu sorunu çözmek zorundasın.

Bu sorunu çözmek için yapılması gereken nedir; sayın Öcalan çağrı yaptı, PKK bu çağrıya "Önderliğimizin arkasındayız, kongremizi toplayacağız, silah bırakma ve fesih çağrısının arkasındayız" diye yanıt verdi.

YASAYLA GARANTİLENMELİ
1999'da ve 2009'da sayın Öcalan'ın çağrısıyla gelen barış grupları oldu. 99'da sayın Öcalan'ın çağrısıyla dağdan gelen üç arkadaşımız ve Avrupa'dan gelen bir arkadaşımız metnin okunduğu otelde yan yana son derece duygulu bir şekilde dinlediler çağrıyı. Eskiden yaşanan o hatalara, devlet tarafından zamanında yerine getirilmeyen o yükümlülüklere bir eleştirisi ve bir beklentisi var. O da şu: "Siz geçmişte ben geri çekilme çağrısı yaptığımda bir yasa çıkarmadınız, tam tersi, yollara pusu kurdunuz, 500 arkadaşımızı öldürdünüz." Habur'da da aynı şekilde sonra bazı arkadaşlarımız tutuklandı.

DEVLET ÇATIŞMASIZLIK ORTAMI YARATMALI
Devletten ne bekleniyor birinci başlık şu: PKK'nin hukuki güvence altında, güvenlik koşullarında kongresini toplaması gerekiyor. Bunun koşullarını sağlayacak devletin ta kendisidir. Devletin operasyonlarını durdurması gerekir. Bu nasıl olur; devlet ateşkes mi ilan eder, etmeden fiili bir durum mu oluşturur, ayrı bir şey. Yani çatışmasızlık ortamı yaratılmalı. Bu bir günlük, bir haftalık bir süreç değil belki yıllara yayılacak bir süreç.

MECLİS BÜNYESİNDE YETKİLİ BİR KOMİSYON KURULMALI
İkincisi; devletin, özellikle iktidarın, şunun öncülüğünü yapması gerektiğini düşünüyor; -parlamentoda grubu olan bütün partilere de, sistemi temsil eden bütün partilere söylüyor- acil Meclis bünyesinde yetkili bir komisyon oluşturulması. Bu komisyon gerçekten yol temizliği yapacak. Örneğin sayın Öcalan'ın koşulları ne olacak? Umut hakkından bahseden bir Bahçeli gerçekliği var, zaten onun umut hakkı çağrısıyla bu süreç başladı. En azından bizim gördüğümüz kadarıyla süreç öyle başladı. Şimdi umut hakkını, sayın Öcalan'ın koşullarını nasıl ele alacaksınız? PKK'nin kongreyi toplama ve yürütme sürecinde sayın Öcalan'ın PKK kadrolarıyla iletişim kanallarının oluşması lazım. Adı üzerinde PKK lideri diyorsunuz, ondan bekliyorsunuz PKK kendisi feshetsin çağrısını. Devletin yasaları nezdinde yasadışı bir örgüt olabilir, ama her parti kongresini lideriyle yapar. O zaman PKK liderinin de PKK fesih kongresinde, yürütülme sürecinin içerisinde gerekiyor. Formu tartışmıyorum, ama içerik olarak sağlıklı bir şekilde yürütebilmesi için kendi arkadaşları, yoldaşlarıyla bir şekilde görüşebilmesi, iletişim kanallarının açık olması gerekiyor.

ÖCALAN TOPLUMSAL VE SİYASAL ÇEVRELERLE GÖRÜŞEBİLMELİ
Eğer gerçekten demokratikleşme üzerinden gidecekse kendi koşullarına ilişkin belli adımların atılması söz konusu olacak. Sivil toplumun, belirli siyasal çevrelerin, belki bu sürece karşı kaygısı olanların, bütün toplumsal ve siyasal çevrelerin katılacağı bir süreç olacaksa sayın Öcalan'ın bu çevrelerle görüşebilmesi gerekiyor.

SERBEST ÇALIŞILABİLİR KOŞULLAR OLUŞTURULMALI
Kendi çalışmalarını yürütebilmesi için sekretaryasının güçlendirilmesi gerekiyor ve günlük çalışacağı bir ortamın sağlanması gerekiyor. Fiziki özgürlük koşullarının ve serbest çalışma koşullarının sağlanması gerekiyor. Adada mı olur başka yerde mi olur, bu muhataplarının bileceği iştir. Sayın Öcalan'ın da bu konuda fikri son derece önemli ve belirleyici. Ama son noktada olmazsa olmaz şeylerden birisi yani üçüncü madde devletin yükümlülükleri bağlamında, sayın Öcalan'ın serbest çalışabilir koşullarının oluşturulmasıdır, buna umut hakkı da dahil. Şimdi bütün bunların hepsi toplamda güven arttırıcı ögeler.

TECRİT DEVAM EDİYOR

İktidar cephesinden tecridin olmadığı açıklamaları yapılıyor. Gerçekten tecrit kalktı mı?
99'dan 2011'e kadar avukatları haftada bir gün bir saat görüşebiliyordu, aslında bunlar çok minimal haklardı. Yasanın en kadük haliydi .Sonraki yıllarda yasa tamamen rafa kaldırıldı. Şimdi çok değerli tabii; siyasi heyetler gidiyor, çözüm adına tartışmalar yürütülüyor, sayın Öcalan'ın sınırlı da olsa çözüme dair görüşleri, meselenin bundan sonraki sürecine dair çağrıları, bütün toplum, dünya tarafından ele alınıyor. Bugün itibariyle somut olarak verilecek tek cevap; tecrit koşulları hala devam ediyor.

ARABAYI ATIN ÖNÜNE KOYMAMAK GEREKİR

Bu çağrının Rojava'yı kapsadığı yönünde hem iktidar cephesinden, hem de heyetteki Sırrı Süreyya Önder'den açıklama geldi. Bu çağrı Rojava'yı kapsıyor mu?
Sayın Öcalan'ın yaptığımız son görüşmede söylediği bir cümleyi okuyayım, bizzat oradan yorumlayalım; "Bizim çağrımızla demokrasi ve demokratik kültür tüm coğrafyaya yayılıyor" diyor. Belki tartışmaları öngördüğü için ya da bir düzeyde bildiği için öyle söylüyor. Kapsıyor, kapsamıyor gibi tek cümlelik cevaplar hepsi speküle edilir. Öyle cevap vermeyi de doğru bulmuyorum. Ama en azından benim anladığım şu; sayın Öcalan metinde de, konuşmalarında da, yazılarında da yıllarca şunu söylüyor: "Bu sorun Türkiye merkezli bir sorundur. Cumhuriyetin tekçi, yasakçı politikalarına karşı isyan ettik." Demirel'in deyimiyle; "300 yıllık tarihte 29. Kürt isyanı" diyor. Sayın Öcalan, "inkar olmadığı sürece isyan da olmaz" diyor.

Bu yüz yıllık haksızlık tarihini nerede çözmek zorundayız. PKK Ankara'da kurulmuş bir örgüt. Sayın Öcalan nerede, Türkiye'de. O zaman bu sorun önce Türkiye Cumhuriyeti devleti ile PKK arasında çözülmeli. Tabiri caizse arabayı atın önüne koymamak gerekiyor. Sorun Türkiye içi bir sorundur. Tarihsel olarak Türkiye'den dışarıya yayıldı. Bugün Türkiye içinde, PKK ile devlet arasında bu işin silahlı boyutunu çözerek Türkiye'den dışarıya bir demokratik kültürü yaymak gerekiyor.

HUKUK KOMPLOSU SURUÇ'TAKİ BOMBALAR KADAR TEHLİKELİ

Bahçeli açıklamayı 1 Ekim'de yaptı, ama bunun öncesi de var. Bu süre içerisinde 10'u DEM Partili 12 belediyeye kayyum darbesi yapıldı. Toplu gözaltı, tutuklama saldırısı yaşandı. Güney'e ve Rojava'ya dönük operasyonlar, saldırılar sürüyor. Bütün bu saldırılar içerisinde bu ortam nasıl sağlanacak? Bu saldırılara tepkisi ne oldu Abdullah Öcalan'ın?
HDK operasyonu, İstanbul Barosu'na yönelik saldırılar, bir bütün olarak kayyum darbesini öfkeyle karşıladı. Gerçekten anlamaya çalışıyor. Birilerinin gücü mü yetmiyor, içeride bir darbe mekaniği me var ve bu kadar güçlü mü diye kendisi de soruyor. Sonuçta tecrit koşullarında yaşadığı için elinde çok veri de yok. Muhataplarına ve bize şunu söyledi. "'93 ateşkesinde Özal yalnızdı. Özal'ın güçsüzlüğü hayatına mal oldu." Ama kıymetli görüyor Özal'ın yaptıklarını. "O kapıyı açmasaydı biz siyasal çözüme bu kadar ağırlık vermezdik" diyor. Yani 32 yıl boyunca meselenin siyasal çözümüne dair kafa yorduğunu, buna öncelik verdiğini söylüyor. Haliyle burada 32 yıllık öfkeyi görüyorsunuz.

Biz sadece Oslo sürecini, 2013-15 sürecini değerlendiriyoruz; ama baktığımızda 32 yıllık bir muhataplık arayışı var. 26-27 yıllık tutsaklığına, tecrit koşullarının yarattığı dezavantajlara, belli bir yaşa gelmesine rağmen hala barışta, demokratik çözümde bu kadar ısrar edip çaba gösterirken birdenbire böyle geçmişi hatırlatırcasına hukuk komplolarıyla karşılaşmak ister istemez kendisini son derece hem kaygılandırıyor, hem öfkelendiriyor. Tekrar olarak görüyor bunu. Daha güncel olarak ifade edecek olursak. Bunları aktardığımızda şöyle bir yorumu oldu; hatırlarsanız 2015'te Ceylanpınar hadisesi yaşandı. O davadan yargılananlar beraat etti. Bugün itibarıyla mahkeme kararıyla ortaya çıktı ki bu bir provokasyondu. "Bugün kayyum darbesi, İstanbul Barosu'na yönelik soruşturma, HDK operasyonları Ceylanpınar provokasyonundan farklı değildir" dedi. Yine Ankara Gar Katliamı ve Suruç Katliamını anarken de aynı şeylerden bahsetti. "Ankara ve Suruç katliamlarıyla o gün ne yapılmak isteniyorsa bugün de bu hukuk darbesiyle, komplosuyla aynı şey yapılmak isteniyor" dedi. "Bugün bu hukuk komplosu o günkü bombalar kadar tehlikeli" dedi. Yani çözüme dönük halkların ortak geleceğine dönük bir saldırıdır bu. Hem bizi uyardı, "Uyanık olacaksınız, tetikte olacaksınız" dedi, hem de muhataplarına son derece uyarıcı şeyler söyledi.

TOPLUMUN DEMOKRATİK ALANINI GENİŞLETMEK İSTİYOR

"Sömürgeci bir geleneğe sahip" dedin Türk devleti. Buradan bakınca bu sürecin olanakları ve riskleri neler?
Kendisiyle 30 defadır görüşüyorum, benim anladığım sayın Öcalan her koşulda topluma bir politik alan açmaya çalışıyor, "barış ve demokratik toplum çağrısı" dedi.

Yıllar öncesinde Demokratik Toplum Kongresi (DTK) vardı. Dönemin iktidarı ona saldırdı. Aynı fikriyata Halkların Demokratik Kongresi (HDK) sahip. "Demokratik toplum çağrısı" dedi, hala HDK ve DTK fikriyatında ısrarcı olduğunu gösteriyor. Yani toplumun demokratik alanını genişletmek, toplumu devlet karşısında daha örgütlü kılmak, özgürlük ve mücadele alanlarını genişletmek. Zaten çözüm arayışının temelinde de bu yatıyor. Yıllar önce bize şunu söylemişti: "Biz her ne kadar kendi yürüttüğümüz mücadeleyle Kürt halkına bir varlık kazandırdıysak da devlet ve devletçi partiler, kimlik karşıtlığı, Öcalan karşıtlığı üzerinden Türkiye'nin batısında çok ciddi bir toplumsal milliyetçilik, ırkçılık yarattı. Kürt halkı için en büyük tehlike budur."

Paradigmasında devletten kopmuş, uzaklaşmış bir Öcalan var. "Demokratik ulus" diyor, devletçi hiçbir çözüm yok. Sosyalizm mücadelesi içerisinde de marksist teori içerisinde de devletçi yaklaşımları ve çözümleri eleştiren bir lider teorik olarak. Katılınır, katılınmaz. Ama devlet ve iktidardan uzaklaşmış bir insan elbette ki devlet tahlilinde durduğu yerde devlet zaten bu hakları verir, demokratikleşir demez. Devleti demokrasiye duyarlı yapmanın yollarını arıyor. O da ne; bir, kendi özgücü, öz mücadelesi, 52 yıllık mücadelesi onun ispatı. İki, bir arada yaşadığı halklarla ittifak temelinde toplumsal örgütle toplum yapısını büyütmek ve devlet üzerinde baskı unsuru oluşturmak. Buna devlet artı demokrasi de diyebilirsiniz. Devletin tekçi alanını antidemokratik alanını daraltmak gibi bir perspektif ve diyalektiğe sahip.

DEVRİMCİ ÖNDERLERİ ANDI

Bu çağrı ve devletin atması gereken adımlar bakımından Türk halkı, Türkiye'de yaşayan diğer halklar, Aleviler, kadınlar, gençler, emekçi sol güçler nasıl bir sorumluluğa sahip?
Sayın Öcalan gerçekten bir devrimci lider. Toplumu demokratik devrimci ölçüler üzerinden dönüştürmeye çalışıyor. Bence dayanma gücünü de buradan alıyor İmralı koşullarında. Son görüşmemizde de, "Denizler Mamak'ta yanı başımdan idama götürüldüler" dedi. "Mahir müthiş bir adamdı" dedi. Kaypakkaya'yı andı, hepsini söyledi. Seyit Rıza'nın meşhur son sözünü söyledi ve "Hepsi son nefesini verirken en ileri, radikal sözleri söylediler. Ama biz 52 yıllık maratonumuzda o son sözleri hayata hakim kılmak için mücadele yürütüyoruz. Biz o sözlerin takipçisiyiz, izini sürüyoruz" dedi. Bu romantize etmek için söylenmiş bir şey değil. 76 yaşında bir insan, 27 yıllık tecrit koşullarında hala bunları anıyor ve söylüyorsa; bir ideolojik iddianın, o mirası sahiplenme iddiasının göstergesidir.

ÖRGÜTLÜ, İLERİCİ, SOSYALİST GÜÇLERE ÇAĞRI
Ezilenlere, ezilenler adına mücadele yürütenlerine ne düşüyor, çok net ifadeler var. "Gadre uğramışların hepsi için gerçek bir rönesans olacak" diyor. Burada sınıfsal bir vurgu var. Yine bizzat kendi ağzından çıkan başka bir sözü söyleyeyim; "Tüm azınlıkların tam özgür ifadesi bizim demokratik toplum tezimizin güvencesinde olacaktır" diyor. Yani bu cümlelerin içi nasıl doldurulacak. Bizim açımızdan Türkiye'deki emekçi halklar açısından, kadınların, gençlerin mücadelesi bağlamında, sosyalist mücadele bağlamında, Alevilerin eşit yurttaşlık mücadelesi bağlamında bu cümlelerin içi nasıl dolacak. Aslında bu cümleler bana göre toplumun bütün örgütlü güçlerine, ilerici, sosyalist, demokratik güçlerine bir çağrıdır.

BİZE DÜŞEN MÜCADELEDİR
Şöyle diyemez kimse; Öcalan ve devlet görüşmesinde bize ne düşecek. Mücadele; bize mücadele düşecek. Öcalan aynı zamanda, "Yeni bir çağ açıyorum, yeni bir mücadele dönemi başlatıyorum" diyor. Demokratik toplum mücadelesi. Demokratik toplum ortamı sağlandığı andan itibaren, mutlak bir demokrasi değil belki ama geçmişe kıyasladığımızda görece daha eşit koşullarda, daha demokratik bir iklimde kendimizi daha fazla örgütleme imkanlarımızın olduğu bir iklimde rolümüzü oynamak.

Ben burada hep 2013-15'e hatırlatıyorum. 2013-15'te Kürt meselesinin demokratik çözümüne dair kamusal tartışmalar yaygınlaştıkça, daha doğrusu her şey normalleştikçe, başta demokratik Kürt siyaseti ve sosyalist hareketler Türkiye'de daha fazla kendisini ifade etme, örgütlenme olanakları buldukça ne oldu yüzde 13.2 oy aldık, büyüdük. Ve devlet bunu gördüğü için korktu. Sayın Öcalan da bunu gördüğü için burayı büyütmeye çalışıyor. Yani demokratik toplum iklimi inşa etmeye çalışıyor. Savaş, ezilenler adına çatışma elbette ki haklı görülebilir, ama savaş ve çatışma iklimi aynı zamanda bizim örgütlenme alanımızı, olanaklarımızı daraltıyor.

BARIŞ MÜCADELEYİ RAFA KALDIRMAK DEĞİLDİR
Barış; politik rekabetin, ideolojik kavganın başka bir iklimde sürdürülmesi demek. Mücadelesizlik değildir. Mücadeleyi bitirmek, rafa kaldırmak değildir. Bütün toplumsal katmanlar, güçler, örgütlü yapılara çözüm ortamında muazzam bir örgütlenme mücadele alanı sağlanır.

Ayrıca siyasi ve hukuki tanımayı sadece Kürtler için istiyor dersek çok büyük haksızlık ederiz, hem kendisine hem paradigmasına. Niye o zaman İstanbul Barosu'nu, Suruç ve Ankara katliamlarını söylüyor. Oradaki neye saldırıydı; bu ülke halklarının, direnenlerinin, ezilenlerinin ortak mücadelesine. Buradan baktığımızda aslında tanıma meselesini sisteme muhalif bütün aktörler için istiyor. Aslında söylerken bile utanıyorum, ama bazen ruh hallerimiz öyle; o masadan bize ne düşecek demeden, beklemeden mücadele etmeliyiz. Öcalan mücadele çağrısı yapıyor. 100 yıllık tekçi cumhuriyete, baskıcı, inkarcı politikalara, gadre uğramış öteki, yok sayılan bütün kimliklere mutlak bir mücadele alanı hala açmaya çalışıyor.