Derya Sever yazdı | Torba Yasa Teklifi: Ekolojik yıkımın ve sınıfsal saldırının yasallaşması

Bu yasa teklifi, doğayı sermayeye metalaştıran bir sömürü düzeninin bir hattı olup yalnızca yerli sermayeye değil, küresel enerji ve madencilik tekellerine hizmet etmektedir. İliç örneğinde de görüldüğü gibi, arkasında karmaşık uluslararası sermaye ağları ve oligarşik yapılar bulunmaktadır. Sömürge madenciliğinin, yerel, ulusal ve uluslararası siyasi-finansal ağlarla iç içedir. Ekoloji mücadelesi, sadece çevresel bir sorun olmaktan öte, sınıfsal, demokratik ve antiemperyalist bir direniş hattıdır. Halkın geçim kaynakları elinden alınırken, direnişler faşist güçlerle bastırılmaya çalışılmaktadır.
13 Haziran 2025'te TBMM'ye sunulan ve sadece yedi gün içinde komisyondan geçirilen Torba Maden Yasası Teklifi, Türkiye'nin doğal varlıkları ve halkın yaşam kaynakları üzerindeki yağma planını yasallaştırma hedefiyle geldi. 1985'ten bu yana 30 kez değiştirilen Maden Kanunu'nun en kapsamlı ve talancı revizyonu olarak değerlendirilen bu teklif, ekolojik yıkımı ve sınıfsal çelişkiyi derinleştiriyor.
Bu yasa teklifi, Türkiye ve Kürdistan'da müştereklerimizi yeraltı kaynaklarıyla birlikte yağmalama; üretim araçlarından ve doğa ile bağından koparılan köylüleri göçe zorlayarak ve maden işçilerini sefalet rejimine mahkum ederek ucuz emek rezervini büyütme stratejisinin bir ürünüdür. Bu maden yasası teklifi yalnızca birkaç maddeyle sınırlı teknik bir düzenleme değil, emperyalist iş bölümünün Türkiye ve Kürdistan'daki güncel bir halkası ve ormanları, meraları, zeytinlikleri yok eden, köylünün toprağını gasp eden, işçiyi güvencesizliğe ve sefalete mahkum eden bir talan politikasının yasallaşma halidir. Halkın yerel üretim araçlarını elinden alarak onu kentlere, maden sahalarına, enerji tekellerine ve inşaat lobilerine bağımlı hale getirme planıdır.
TEMA Vakfı'nın 2021 yılında 24 ili kapsayan raporuna göre bu illerde bulunan ormanların ortalama yüzde 60'ı, tarım alanlarının ortalama yüzde 57'si, meraların ortalama yüzde 55'i, korunan alanların ortalama yüzde 57'si, potansiyel koruma alanı olması gereken alanların ortalama yüzde 63'ü madenlere ruhsatlı. Yeni torba yasa ile gelen düzenlemelerle bu oran çok daha yükselecek ve maden işletmelerine hızlı ve koşulsuz ruhsat verilecektir. Örneğin Karadeniz, başta Cengiz Holding'in ve taşeron maskesiyle başlayıp emperyalist şirketlerin devraldığı maden projeleriyle büyük bir çevre ve emek yıkımı altındadır. Cengiz holding Eti Bakır işletmeleri A.Ş. ile hammaddeyi Artvin'den çıkarıp, Murgul'da eleyip, kıyıyı doldurarak inşa edilen kendi limanından Samsun ve Sinop'ta sülfrik asit gibi zehirli maddelerle işleyip yine kendi limanından emperyalist ülkelere ihraç etmesi, bu yasanın ne kadar büyük bir yıkıma kapı araladığını gözler önüne seriyor.
Aynı şekilde ABD merkezli Transatlantic Petroleum'un Amed bölgesindeki petrol ruhsat sahası, MAPEG tarafından onaylanan ek arazi ile birlikte 146,56 milyon metrekareye ulaşmıştır. Trakya bölgesinde ise Transatlantic Petroleum ve bağlı şirketi Thrace Basin Natural Gas tarafından 350'ye yakın kaya gazı sondaj ve üretim noktası bulunmaktadır ve bu alanlar hızla genişleyerek büyük ekolojik yıkıma yol açmaktadır. Sonuç olarak, yer altı ve yer üstü sular tükenmekte, akiferler yok olmakta, su kaynakları zehirlenmekte ve kurumakta; Mezopotamya ve Trakya gibi önemli tarım alanlarında tarım yapılamaz hale gelmekte, bölgedeki insan ve hayvanların göç etmek zorunda kalacağı öngörülmektedir. Yeni yasa bu yağma sürecini daha da hızlandıracaktır; bu talanı ve yıkımı derinleştirecektir.
Yasada Cumhurbaşkanı'na tanınan olağanüstü yetkilerle, IV. grup madenlerde arama ve işletme izni doğrudan Saray'a bağlanmakta, ara bürokrasi tümüyle tasfiye edilmekte, kamusal denetim ortadan kaldırılmaktadır. ÇED süreçleri fiilen sona erdirilmekte, ruhsat için kurumların yanıt vermemesi "izin verilmiş sayılma" kuralına bağlanmaktadır. Bu talanın yalnızca “tek adam rejimi”yle açıklamaya çalışılması yetersizdir; çünkü bu yasa, 12. Kalkınma Planı ve neoliberal AB uyum politikalarının özelleştirme ve sömürü lehine uygulamalarının devamıdır.
Torba yasada yer alan belli maddeler ise şöyledir:
1. ÇED Süreçlerinin İşlevsizleştirilmesi: Bilim ve Doğanın Tasfiyesi
Teklif, Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) süreçlerini hızlandırma iddiasıyla, denetimi ortadan kaldırmakta; kamu kurumlarının görüş verme süresi üç ayla sınırlandırılmakta, yanıt verilmemesi durumunda olumlu görüş verilmiş sayılmaktadır. Hatta ÇED kararı alınmadan ruhsat başvuruları yapılabilecektir.
Bu, bilimi araçsallaştıran bir teknolojik determinizmin ürünüdür. Madencilik gibi yüksek riskli sektörlerde tüm etkilerin öngörülebileceği iddiası bilimsel bir yanılsamadır. Bu düzenleme, doğayı ve toplumu koruma ilkesinin değil, sermayenin kar güdüsünün rehberliğinde şekillenmiştir.
2. Ruhsat ve İzin Süreçlerinin Tekelleştirilmesi: Kurumsal Denetimin Ortadan Kaldırılması
Tüm izin süreçlerinin MAPEG'e (Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü) devredilmesi ve karar süreçlerinin Cumhurbaşkanlığı'na bağlı bir komisyona bağlanmasıyla, idari denetim mekanizmaları fiilen yok edilmektedir. Orman izinleri dahi artık Orman Genel Müdürlüğü'nün değil, MAPEG'in bünyesinde olacaktır. Bu otoriter ve merkezileşmiş yapı, demokratik denetimi, meslek örgütlerini, yerel örgütlerin ve toplulukların iradesini tamamen devre dışı bırakmaktadır. Böylece yasa, yalnızca doğaya değil; emeğe ve yerel halkın özneleşmesine de doğrudan saldırmaktadır.
3. Korunan Alanların Madenciliğe Açılması: Ekosistemlerin Sermayeye Teslimi
Ormanlar, zeytinlikler, sulak alanlar ve sit alanları gibi korunması gereken tüm doğa alanları fiilen maden faaliyetlerine açılmaktadır. Zeytin ağaçlarının "taşınabileceği" yönündeki iddialar bilimsel temelden yoksundur. Bu düzenlemeyle ekosistemlerin çöktürülmesi hızlanacak; tarım, hayvancılık ve kırsal üretim yok olacak, kırsaldan kente zorunlu göç artacaktır. Bu, ekolojik krizin toplumsal yoksullaşma biçiminde yeniden üretildiği sınıfsal bir saldırıdır.
4. Acele Kamulaştırma: Toprağın Gasbı, Emekçinin Proleterleştirilmesi
"Stratejik madenler" bahanesiyle acele kamulaştırma yetkileri genişletilmekte, köylüler üretim araçlarından koparılmakta ve güvencesiz işçileştirme sürecine mahkum edilmektedir. EPDK'ya tanınan bu yetkiler 2030'a kadar geçerli olacak; süre, Cumhurbaşkanı kararıyla 5 yıl daha uzatılabilecektir. Bu, kır emekçilerinin toprağından edilerek ucuz iş gücü rezervi haline getirilmesini hedefleyen bir politikadır. Böylece yasa, sermayenin ihtiyaç duyduğu esnek, güvencesiz ve örgütsüz emek düzenini tahkim etmektedir. Tıpkı Hatay Samandağ'da olduğu gibi yerel halk daha hızlı mülksüzleştirilecek, kimliksizleştirilecek ve geçim kaynaklarını kaybedeceklerdir.
5. Kaçak Madenciliğe Af: Cezasızlık ve Ekolojik Aklın İnfazı
Yapı ruhsatı olmayan madenler için af getirilerek, geçmişteki yıkım kararları ve cezalar geçersiz kılınmakta; yasa dışı faaliyetler meşrulaştırılmaktadır. Bu düzenleme, çevre suçlarını teşvik eden bir cezasızlık kültürünü beslemektedir. Bu af, sermayenin her türlü yasal ve ekolojik kuraldan muaf tutulduğu ekstraktivist rejimin hukukla değil, doğrudan şiddet ve yağmayla işlediğini göstermektedir.
6. Sermaye Lehine Madencilikte Ekstraktivist Rejim
Yeni Maden Kanunu Teklifi'nin 8, 9 ve 10. maddeleri, madencilik faaliyetlerini sermaye lehine kolaylaştıran ve doğayı piyasa mantığına göre şekillendiren kritik düzenlemeler içermektedir. 8. madde, “nitelikli yatırımcı” gerekçesiyle küçük üreticileri dışlayarak ruhsatları sermaye tekellerine devretmeyi kolaylaştırmakta; 9. madde ise “asgari üretim” şartı ile doğa dostu küçük ölçekli faaliyetleri cezalandırırken, yoğun üretimi teşvik etmektedir. 10. madde ile daha önce terk edilmiş ya da rezervsiz alanlar bile yeniden ruhsatlandırılarak doğanın kendini yenileme imkanı ortadan kaldırılmakta, maden faaliyetlerinin yayılımı genişletilmektedir. Bu üç madde, birlikte değerlendirildiğinde; doğayı, yerel halkı ve kamu yararını hiçe sayan, yatırımcının kârını merkeze alan bir ekstraktivist rejimin tahakkümü açıkça görülmektedir.
7. Yeşil Yeni Talan
Yeni yasa teklifinde, Türkiye'nin 2035 yılına kadar elektrik üretiminde yenilenebilir kaynak oranını yüzde 65'e çıkarma hedefi doğrultusunda rüzgâr ve güneş yatırımları öncelikleniyor. Bu amaçla ÇED ve orman izinleri gibi çevresel süreçler sadeleştirilerek hızlandırılıyor.
Ancak bu düzenlemeler, yeşil dönüşüm adı altında mevcut sömürü sisteminin devam etmesi, enerji üretiminin merkezileşmesi adınadır. Yenilenebilir enerji yatırımları da yerel toplulukların katılımı olmadan planlanmakta; ÇED süreçlerinin hızlandırılması, ekolojik risklerin ve emek sömürüsünü göz ardı etmektedir.
Bu yasa teklifi, doğayı sermayeye metalaştıran bir sömürü düzeninin bir hattı olup yalnızca yerli sermayeye değil, küresel enerji ve madencilik tekellerine hizmet etmektedir. İliç örneğinde de görüldüğü gibi, arkasında karmaşık uluslararası sermaye ağları ve oligarşik yapılar bulunmaktadır. Sömürge madenciliğinin, yerel, ulusal ve uluslararası siyasi-finansal ağlarla iç içedir. Ekoloji mücadelesi, sadece çevresel bir sorun olmaktan öte, sınıfsal, demokratik ve antiemperyalist bir direniş hattıdır. Halkın geçim kaynakları elinden alınırken, direnişler faşist güçlerle bastırılmaya çalışılmaktadır.
Bu saldırıya karşı mücadele de antikapitalist ve antifaşist bir perspektif gerektirmektedir. Şu an gelen tepkiler üzerine teklifin meclise sunulmasını ertelemiş olsalar da devlet-sermaye bu yasayı iştahla beklediği için biz yaşam ve hak savunucularının mücadele ve direniş hattını diri tutmamız gerekmektedir.
Mücadele, sadece maden şirketlerini değil, arka plandaki finans şirketlerini, sermayenin akademisyenlerini, bankaları, ve medya manipülasyonlarını da deşifre etmelidir. Yerel direnişlerin ülke genelinde bütünleştirilmesi, emek ve ekoloji örgütlerinin ortak bir program ve strateji etrafında birleşmesi ve sadece bugün değil her gün büyüyerek mücadele etmesi önem taşımakta. Bu, yalnızca doğayı değil, emeği, barışı, halkların ortak yaşamını ve geleceğini savunma mücadelesidir.