Elif Bayburt yazdı | Suriye'nin 'yeniden inşası' üzerine

Entegrasyon, dönemin her anlamda anahtar kelimelerinden biri. Kukla ve cılız bir rejimin kontrolündeki Suriye'nin "yeniden inşası" söz konusu olunca da, hem Türkiye'deki patron örgütleri, hem de yabancı sermaye tekelleri hiç vakit kaybetmeden bu entegrasyonun taşlarını döşemek için kolları sıvadı.
Suriye'de rejimin 8 Aralık 2024'te Türkiye, ABD ve Batılı emperyalist güçler eliyle cihatçı Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) çetesine teslim edilmesinden bu yana Suriye'nin "yeniden inşası" meselesi yerli ve yabancı sermayenin iştahını kabartan temel bir gündem olmayı sürdürüyor.
Şam Ticaret Odası Başkanı Bassel Hamwi, rejim değişikliğinden 3 gün sonra Reuters'a yaptığı açıklamada, yeni hükümetin "serbest piyasa modelini" benimseyeceğini açıklamış ve Suriye'nin "küresel ekonomiye entegre edileceğini" vurgulamıştı.
Entegrasyon, dönemin her anlamda anahtar kelimelerinden biri. Kukla ve cılız bir rejimin kontrolündeki Suriye'nin "yeniden inşası" söz konusu olunca da, hem Türkiye'deki patron örgütleri, hem de yabancı sermaye tekelleri hiç vakit kaybetmeden bu entegrasyonun taşlarını döşemek için kolları sıvadı.
MÜSİAD, 11 Şubat'ta Antep'te Türkiye-Suriye İktisadi İşbirliği Zirvesi'ni gerçekleştirdi. Antep, hatırlayacağımız üzere bu gelişmelerin yaşandığı esnalarda, sefalet ücreti dayatmasına karşı BİRTEK-SEN'de örgütlenerek Başpınar havzasında kısa bir süre içerisinde onlarca direnişe imza atan binlerce tekstil işçisinin kenti. İşçilerin eylemleri büyük bir zorla bastırılmak istenmiş, sendika başkanı Mehmet Türkmen tutuklanmıştı. Antep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin ise Şam'daki Emevi Camisinin halılarını döşemekle meşguldü.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın, Ticaret Bakanı Ömer Bolat'ın aralıktan bugüne Suriye'yle ilgili yaptıkları neredeyse her açıklamada, Suriye'nin "yeniden inşası" için her türlü sorumluluğa hazır oldukları ve "Türk girişimcilerin Suriye'de aktif rol oynamak için ne kadar da hevesli olduğu" vurgusu vardı. Bu açıklamalar, pek çok patron örgütü ve hatta Hak-İş'in Suriye'ye dönük ziyaretlerinde somut karşılık buldu.
TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, temmuzda Şam'ı ziyaret ederek HTŞ lideri Muhammed el-Golani'yle bir görüşme gerçekleştirdi. Suriye'deki "normalleşme" sürecini memnuniyetle takip ettiklerini vurgulayan Hisarcıklıoğlu, "Başta altyapı, inşaat, enerji, gıda, lojistik gibi birçok sektörde Türk firmalarının önemli rol üstlenebileceğini" dile getirdi. OSB konusunda "müthiş bir tecrübeleri" olduğunu söyleyerek, bu deneyimlerini Suriye'ye taşımak istediklerini ekledi.
Bu esnada sınırın öte tarafındaki Kilis'te, 50 milyon metrekare üzerinde Polateli Şahinbey Organize Sanayi Bölgesi kurulmaya devam ediliyor. Polateli Şahinbey OSB Müdürü Abdulkadir Tanrıaşkı, Anadolu Ajansı'na verdiği görüşte, "Suriye'de değişen yönetim sonrası Suriye'nin temel ihtiyaçlarının karşılanması noktasında çok ciddi bir potansiyelimiz bulunmaktadır. Suriye sınırındaki Öncüpınar Gümrük Kapısı'na en yakın OSB olmamız da buradaki sanayicinin yatırımına bir avantaj sağlamış olacaktır" ifadelerini kullanıyor. 6. dereceden devlet teşviki olan OSB'de 200 bin kişinin istihdam edilmesi bekleniyor.
"Cumhuriyet tarihinin en önemli projesi" olarak nitelendirilen Dörtyol-Hassa Demiryolu ve Otoyolu Projesi için de çalışmalar hızlandı. Projeyle Antep'ten Bakur'daki tüm iller iki karayolu, bir demiryolu tüneliyle İskenderun'a bağlanacak. Patronlar Dünyası'na konuşan Antep Sanayi Odası Meclis Başkanı Adil Sani Konukoğlu, 2011 yılından beri bu projenin peşinden koştuklarını söylüyor.
"Maraş'tan yukarıya Türkiye haritasını cetvelle çizin doğusunda kalan hangi il varsa hepsi bu tüneli kullanacak" diyen Konukoğlu, projenin bölgede "yeni yatırımlara öncülük edeceğini" ifade ediyor ve ekliyor: "Suriye'nin yeniden yapılanmasında da bu tünel önemli bir görev üstlenecek. Bir sonraki aşamada ilerideki büyük proje olan İpek Yolu projesinin gerçekleşmesi durumunda da bu hat kullanılacak."
Erdoğan, 5 Temmuz'da Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev'le telefon görüşmesinin ardından, "İlham Aliyev kardeşim, Suriye'ye doğalgaz konusunda 'Ben her türlü desteği vermeye hazırım' dedi" ifadelerini kullandı. 12 Temmuz'da soykırımcı İsrail'in petrol tedarikçisi de olan SOCAR ve HTŞ yönetimi arasında mutabakat zaptı imzalandı. Taşıyıcı, tahmin edilebileceği üzere Türkiye olacak.
Bununla da kalmadı. 29 Mayıs'ta Golani'nin de katılımıyla, Suriye Enerji Bakanlığı ile yakından tanıdığımız Kalyon Holding ve Cengiz Holding, Katar'dan UCC ve ABD'den Power International şirketleri arasında 7 milyar dolarlık stratejik işbirliği anlaşması imzalandı. Anlaşma kapsamında, Kalyon Holding'in de aralarında bulunduğu konsorsiyum tarafından Suriye'nin Treyfi, Zeyzun, Deyrizor ve Mıharde bölgelerinde toplam 4 bin megavat güce sahip doğalgaz çevrim santralleri, Vidyan el-Rabii bölgesinde 1000 megavat güce sahip güneş enerjisi santrali inşa edilecek.
Üstüne üstlük, Kalyon İnşaat, Cengiz İnşaat ve TAV İnşaat'ın da içinde bulunduğu konsorsiyum ile Şam yönetimi, Şam Uluslararası Havalimanı tesislerinin yolcu kapasitesinin 8 yıl içinde yıllık bazda 31 milyona çıkarılmasını öngören, yatırım tutarı 4 milyar dolar olan bir anlaşmaya da imza attı. Törende hazır bulunan ABD Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, bu "büyük başarı" nedeniyle herkesi tebrik ederek, "yeni bir merkez"in yükselişine tanıklık ettiklerini söyledi.
Bütün bunların yanı sıra DEİK'le kurulan Türkiye-Suriye İş Konseyi, bir dizi ticaret odası arasında anlaşmalar, görüşme trafikleri devam ediyor. Patron örgütlerinin yayın organları, "özgürleşen Suriye"nin yeni döneminde Türk şirketlerinin anahtar rolüne dikkat çekerek, kabaran iştahlarını açığa vuruyor. Suriye'de ABD, Türkiye ve İsrail'in çıkarları doğrultusunda başa geçirilen HTŞ çetesi, Suriye'yi büyük bir sömürü alanı, kocaman bir şantiye olarak uluslararası sermayenin çıkarlarına açmak için elinden geleni ardına koymuyor. Önümüzdeki dönemde Türk sermayesinin Suriye'de yatırımlarına devam edeceğini, kaldırılan yaptırımlarla ticaretin daha da hızlanacağını, iş makinelerinin her yeri saracağını ve daha önce defalarca tanık olduğumuz gibi hem doğa, hem de işçi ve emekçiler bakımından büyük birer cinayet mahallerine dönüşeceğini öngörmek zor değil.
Elbette Suriye'de işleyen süreç, bölgede olan biten diğer gelişmelerden yalıtık değil, aksine hepsi büyük bir yapbozun parçaları. Türkiye'de Kürt halk önderi Abdullah Öcalan'ın "Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı" ve ardından yaşananlar, sınırın bu yakasında da patronları iştahlandırdı. MÜSİAD ilk iş olarak "Terörsüz Türkiye" çalışma grubu kurdu.
Patron örgütlerinin PKK'nin silah yakma töreninin ardından yaptığı açıklamalar, Erdoğan'ın "bölge gücü" olmaya dönük ifadelerini tamamladı. İTO Başkanı Şekib Avdagiç'ten örnek vermek gerekirse: "Yeni dönemde Musul ve Kerkük'ten İstanbul'a, Şam'dan Ankara'ya, Halep'ten İzmir'e oluşturulan güçlü bağlar hem Türkiye hem bölge ekonomisine yüz milyarlarca dolarlık üretim ve yatırım gücü katacaktır." Avdagiç ve benzerlerine göre bu gelişme, ekonomide de "Türkiye'nin önünü açacak ve iç cephesini tahkim edecek." Türkiye, "iç barışı"nı sağlayarak "bölgesel bir güç olarak ağırlığını hissettirecek."
Süreçle birlikte, sermayedarlar Bakurê Kürdistan'ı da kocaman bir şantiyeye çevirmek için harekete geçmiş durumda. Halihazırda özel savaş politikalarıyla yıllardır doğası talan edilerek sermayeye peşkeş çekilen, kültür turizmi adı altında asimilasyon politikalarının tam gaz devam ettiği, özyönetim direnişlerinin ardından Sur, Cizre gibi sembol kentlerin bilerek ve istenerek betona çevrilip kimliksizleştirilmeye çalışıldığı Bakur, süreçle birlikte sermayenin talanına daha da açılmak isteniyor.
Suriye pazarının ekonomik olarak paylaşılması ile Bakur'daki sömürgeciliğin derinleştirilmesi olguları işbirlikçi Türk sermayesinin bölgesel yayılma isteğini somut olarak ortaya koyuyor. Bu yeni tabloya öteden beri bir sömürge pazarı haline getirilmeye çalışılan Başûrê Kürdistan pazarı eklendiğinde Türk burjuvazisinin bölgesel ölçekte pazar büyüttüğünü söylemeliyiz. Bu gerçeklik zemini üzerinde bakıldığında Suriye'nin, Rojava'nın, Bakur'un, Başûr'un ve Türkiye'nin bölgesel ekonomik entegrasyonu bu ülkelerde yaşayan halklarımızın geleceğini ve yazgılarını doğrudan belirliyor. Yeni süreç ve entegrasyonun saray rejimi tarafından Türk, Kürt, Arap ittifakı ve terkibi olarak tarif edilmesi bu bakımdan eşyayı adıyla çağırmaktadır. Bu tabloda bölge halkları ve devrimci demokratik güçleri, egemenlerin sömürgeci entegrasyonuna karşı halkların çıkarlarını ve özgürlüğünü hedefleyen demokratik Ortadoğu federasyonu görüş açısıyla politik alternatifleri yükseltme göreviyle karşı karşıyadır.