22 Kasım 2025 Cumartesi

Evrim Kızılırmak yazdı | Kavga sonuna kadar

Otuz yıl geçti. Ama bugün bile her adımda, her yoldaşta, her afişte senin izini görüyorum. Senden öğrendim; devrimcilik bir görevdir. Bir sorumluluk, bir yaşam biçimidir. Ve anladım ki, inisiyatif almak, devrimcinin en büyük cesaretidir.

Radyodan yükselen o soğuk, mekanik ses hala kulaklarımda çınlıyor: "ODTÜ'de bir öğrenci trafik kazası sonucu ağır yaralandı, durumu çok kritik."

Hastanede Özgür Evrim Göçen…
Adın söylendiği anda bunun yalnızca kişisel bir trajedi olmadığını, memleketin üniversitelerinde yükselen devrimci iradeye yönelik sistematik saldırıların bir parçası olduğunu biliyorduk. ODTÜ'nün sokaklarını ve amfilerini saran baskı, o gün bir kez daha genç bir yoldaşın yaşamına kast ederek görünür hale gelmişti. Devletin "kaza" perdesinin ardında gençliği sindirme politikasının o soğuk yüzü vardı.

Hayatımın en sarsıcı günüydü. Acilin o buz gibi odasında sen komada yatarken yüreğim sana ulaşmaya çalışıyordu. İçimden durmaksızın sesleniyor; nefesine, mücadele dolu kahkahalarına, bana "çocuk" diye takıldığın o sıcak ve alaycı sese yeniden kavuşmayı diliyordum. Her yanımda seninle geçen kavganın, tartışmaların ve umutların yankısı vardı.

Senin gülüşünde sokaklara cesaret veren bir ışık vardı. Varlığın yalnız yoldaşlara değil; baskıya başkaldıran herkese güven ve direnç aşılıyordu. O gün anladım ki düşen sadece bir beden değildi; üniversitelerde yükselen devrimci sesleri susturmak isteyenlerin hedef aldığı bir yaşam, bir çizgi, bir iradeydi.

Ama biliyorduk: İrade düştüğü yerden kalkar. Ve senin bıraktığın iz, bugün hala mücadele eden herkesin yoluna ışık düşürmeye devam ediyor.

Ama olmadı… 3 Mayıs 1995. Bir duvar yazısında adını gördüğüm an olduğum yere çöktüm. Öyle hıçkıra hıçkıra ağladığımı hiç hatırlamıyorum. Yıkıldım; kahroldum, öfkelendim. Çünkü o duvar yazısı yalnızca bir ad değildi; gençliğin hafızasına kazınmış bir çığlıktı; devlet baskısına karşı bir hesaplaşma, sokaklarda yankılanan bir isyan notasını taşıyordu.

Yürüdüğümüz sokaklar, uğruna kavga ettiğimiz caddeler, kalbi kalbimize benzeyen yoldaşlarla acıları bal eylediğimiz yolculuklar… Hepsi bir film şeridi gibi gözümün önünden aktı. O an anladım ki yas tutmak bir yıkım değil; mücadeleyi devralmanın ilk adımıydı.

Kalbim fısıldıyordu: "Tüm ayrılıkların acısına, tüm baskılara, tüm zorbalığa rağmen ayakta kalacaksın; çünkü bu kavga yarım bırakılmaz."

Sınırsız düşlerle yürüyorsan ayrılıklar da kaçınılmazdır; ama devrimci olan bütün bunlara direnmesini bilendir. Mayıs yağmuru gibi ıslak gezecektim; çünkü yanımda değildin, çünkü her adımımın gölgesinde senin yokluğun vardı.

"Kavga sonuna kadar" dediğimiz günden beri, o sınırsız düşlerin izinde hep seninle yürüdüm. Hapishanede, işkencede, karanlığın en yoğunlaştığı anlarda seni düşündüm. Gökyüzünün maviliğini; kardelenlerin toprağı yararak yükselen inatçı direncini; yıldızlara merdiven dayayacak cesareti senden öğrendim. Senin inadın, senin cesaretin, çocukça gülen, ama asla teslim olmayan yüzün, her zor anımda yeniden can buldu içimde.

Güzel yoldaşım…
Sen yüreğimde hiç sönmeyen bir devrim yıldızı oldun. Yorulduğumda; "Artık gücüm kalmadı" dediğim her anda içimde bir ışık yanıyorsa, bu senin bıraktığın mirasın ışığıdır. Sen düştüğün yerde kalmadın; senden sonra yürüyenlerin adımlarında, soluklarında, direnişinde yeniden ayağa kalktın.

Sensiz geçen otuz yıl…
Ama inan, her adımımda yine benimlesin. Attığım her sloganda, tanıştığım her insanda, zorlandığım her anda nefesin hep omzumda. Devrim davasını sevmeyi, yoldaşların mücadele ruhuna kendi yüreğini bağlamayı senden öğrendim.

Yürüyemeyeceğimi sandığım yollarda ateşten gömleği giymeyi, kendimi değil başkasını düşünmeyi, bireyselliğin tuzağına düşmemeyi, "birisi gelsin de sorunları çözsün" demeden sorumluluğa atılmayı, tüm emekçiliğimle koşmayı, dayanmayı, anlamayı. Bütün bunları ilk senden öğrendim.

En çok da devrimci mücadeleyi sevmeyi; örgütün yükünü ve partiden kopmamayı öğreten o sarsılmaz duruşundu; sevgin, güvenin, direncin, emekçiliğin… Hepsi beni bugün olduğum yere taşıdı. Evet… Özledim seni. "Üzülme" diyen sesini, kahkahalarını, yoldaşlığını, dostluğunu. Ama bil ki bu özlem içimde bir ağırlık değil; yolumun harcı, kavganın sevdalısı, direnişimin gerekçesi oldu.

Gözaltına alındığımda rüyamda seni gördüm. "Dayan, sonuna kadar direnmelisin" diyen o ses karanlığı yaran bir ışık oldu. 15 gün boyunca gözaltında beni hiç yalnız bırakmadın. Ve ben, senden öğrendiğim gibi: Asla yenilmedim.

Ankara sokaklarında yürüdüğümüz yolları, Güneş yoldaşın ölüm haberinin geldiği gün hazırladığımız bildirileri, Hasan Ocak kampanyasında üstlendiğin komite sorumluluğunu, Gorbaçov protestosunda gösterdiğin o öncü ve kararlı duruşu… Bunların hepsi devrimci hafızamın en derin yerinde birer iz olarak duruyor.

En çok da sıcak yoldaşlığını özledim; insanı gerçekten dinleyen, anlayan halini. Toplantı sonrası ortadan kayboluşlarımızı, birlikte kahkaha atışımızı. Futbol maçı oynarken "tutulamaz" halimizi. Sen sorun çıkaran değil, sorun çözen bir yoldaştın. Fırtınada pusula gibi, herkesin dağıldığı yerde yön gösterenlerdendin.

Otuz yılın ardından seni daha çok özlüyorum. Attığım her adımda; devrimci işlerin sınırsızca örgütlenmesinde, küçük işlerin büyük işleri var ettiği bilinciyle hareket ederken. Sözün gücüyle eylemin gücünü birleştirdiğimiz her anda. "Senin gibi devrimcilik yapamam" deyip devrimci görevlerini yapmayanların kopuşunu bizde aramasına tanık olduğumda. Ve yıllar süren hapishane direnişinin en ağır gecelerinde bile, izlerin hep yanımdaydı.

Asla partiyle gereksiz tartışmalar açmazdın.
Hep çözüme yönelir; devrimci işleri sessiz, ama inatçı bir kararlılıkla örgütlerdin. Seni son görüşüm hala gözümün önünde. Eğitim çalışmaları aksıyordu. "Okul amfisinde, sınıflarda, gerekirse bir ormanda yapardınız. İnsan yapmak istedikten sonra her işi çözer" demiştin. O sözlerin bana şunu öğretti: Çözemediğim her iş, aslında üzerine yeterince eğilmediğim içindir.

Senden öğrendiğim en önemli şey, inisiyatifli olmak; koşullar ne olursa olsun devrimci aklı ve cesareti elden bırakmamaktı. O gün Gorbaçov ODTÜ'ye gelecekti; biz Gazi Üniversitesi'nde bir eylem hazırlığındaydık. Sen berrak kavrayışınla Ankara gençliğinin ODTÜ'de birleşmesi gerektiğini söyledin. Tereddüt etmeden planı değiştirdin ve tüm örgütü aynı hedefe yönlendirdin. İşte o an anladım; devrimcilik, doğru anda doğru kararı verecek inisiyatife sahip olmaktır.

ODTÜ'deki protestoda öğrencileri nasıl yönlendirdiğin, barikatları nasıl kurdurduğun, sloganları nasıl yükselttiğin günlerce konuşuldu. O protesto yalnızca bir eylem değil; tarihle hesaplaşmanın anıydı. Ve sosyalizmin yaşadığını gösteren bir eylemdi. Sen o anda devrimciliğin özüydün: korkusuz, inançlı, öncü.

O büyük eylemin ardından ODTÜ'deki jandarma ekibi seni sürekli gözetim altında tuttu. 2 Mayıs günü okulda stant açılacaktı. Seni açıkça tehdit seçtikleri için gitmemen gerekiyordu; örgütün kararı da buydu. Ama sen her zamanki gibi, "Görev varsa yerine getirilir" diyerek okula gittin.

Ve o gün… Jandarmanın seni kampüs içinde kovaladığı; tam o sırada hızla gelen bir aracın sana çarptığı; ardından jandarmanın müdahale edilmesini engellediği söylendi. Ölümün tüm tanıklıklara rağmen hala şüpheli ölüm olarak kayıtlarda duruyor. Bizim içinse bu, devletin karanlık gölgesinde gerçekleşen bir yok etme girişimidir.

Senin yokluğun, o karanlığın içindeki en sessiz kayıttır; ama aynı zamanda bizim hafızamızda yaşayan bir direniş çağrısıdır. İzlerin, faşist baskıya rağmen hala yolumuzu aydınlatıyor.

Seni anlatmak; disiplini, kararlılığı ve o sessiz sorumluluğu anlatmaktır. Bir işi "kim yapacak" diye beklemeden yapan; her görevi sahiplenen bir devrimciydin. Parti çalışmasının en görünmez işinde bile ciddiyetinden asla ödün vermezdin. Sabahlara kadar bildiri çoğaltır, sabahın ilk ışıklarıyla toplantıya yetişirdin. Kimse senin yorgunluğunu hatırlamaz; yüzündeki o sarsılmaz kararlılığı hatırlar.

Otuz yıl geçti. Ama bugün bile her adımda, her yoldaşta, her afişte senin izini görüyorum. Senden öğrendim; devrimcilik bir görevdir. Bir sorumluluk, bir yaşam biçimidir. Ve anladım ki, inisiyatif almak, devrimcinin en büyük cesaretidir.

"Bir insan bir işi çözmek isterse mutlaka çözer" demiştin. Sen çözdün dostum. Yaşamınla, direnişinle, inancınla, ardında bıraktığın o ışıkla. Bizim için hep oradasın; gökyüzünün en parlak, hiç sönmeyen yıldızı olarak. Buluşmak dileğiyle! Seni seven çocuk.