HTŞ'ye dayalı planlar tutmadı tutmayacak
HTŞ ile DAİŞ arasındaki ilişki, Batılı merkezlerin sunduğu gibi net bir kopuş ilişkisi değil. Daha çok ayrışmış, rekabet etmiş ama çözülmemiş bir bağdan söz etmek gerekiyor. HTŞ küresel cihat iddiasını geri plana itmiş olabilir, ancak selefi ideolojik çerçevesini, şeriatçı yönetim anlayışını ve zor araçlarını terk etmiş değil. Palmira saldırısı, bu sürekliliğin sahadaki yansımasıdır.
Suriye'de son dönemde ortaya çıkan tablo, sıkça iddia edildiği gibi bir "normalleşme" ya da savaş sonrası istikrara geçiş süreci değildir. Daha çok, emperyalist güçlerin kısa vadeli çıkarlarıyla yerel gerici dinamiklerin üst üste bindirildiği, geçici dengelere dayanan ve her an dağılabilecek bir yapıdan söz ediyoruz. Bu yapının merkezinde Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) bulunuyor. HTŞ bugün hem DAİŞ'le aynı ideolojik havuzdan beslenen bir cihatçı gerçeklik olarak varlığını sürdürüyor, hem de aynı anda DAİŞ'e karşı kurulan uluslararası koalisyonun fiili bir parçası haline getiriliyor. Bu çelişki, Suriye'nin geleceğinde yeni çatışmaların ve iç savaş olasılıklarının temel kaynaklarından biri durumunda.
Palmira'da gerçekleşen DAİŞ saldırısı, bu çelişkinin en çıplak biçimde açığa çıktığı anlardan biri oldu. Bu saldırı yalnızca bir güvenlik açığı ya da istihbarat zaafı olarak görülemez. Palmira, HTŞ'nin "dönüştüğü", "ılımlılaştığı" ve kontrol altına alındığı yönündeki anlatının sahadaki gerçeklikle ne kadar uyumsuz olduğunu gösterdi. HTŞ bünyesine entegre edilen eski El Kaide kadroları, yabancı savaşçılar ve selefi-cihadist ilişkiler ideolojik olarak ortadan kalkmadı; sadece yeni koşullara uyum sağladı. DAİŞ'le yaşanan geçmiş çatışmalar, bu ortak zemini ortadan kaldırmadı. Aksine, aynı toplumsal ve ideolojik havuzdan beslenen yapıların farklı biçimlerde varlığını sürdürdüğünü bir kez daha kanıtladı.
HTŞ ile DAİŞ arasındaki ilişki, Batılı merkezlerin sunduğu gibi net bir kopuş ilişkisi değil. Daha çok ayrışmış, rekabet etmiş ama çözülmemiş bir bağdan söz etmek gerekiyor. HTŞ küresel cihat iddiasını geri plana itmiş olabilir, ancak selefi ideolojik çerçevesini, şeriatçı yönetim anlayışını ve zor araçlarını terk etmiş değil. Palmira saldırısı, bu sürekliliğin sahadaki yansımasıdır. Bu nedenle HTŞ'nin DAİŞ karşıtı operasyonlara katılması, radikalizmin ortadan kalktığının değil, emperyalistlerin geçici bir taktik tercihte bulunduğunun göstergesidir.
Bu noktada Amerikan politikasının belirleyici rolü açıkça görülüyor. Özellikle Trump döneminde daha da belirginleşen Amerikan yaklaşımı, ilkelere ya da demokrasi söylemine değil, açık bir faydacılığa dayanıyor. ABD açısından Suriye'de esas mesele halkların iradesi ya da kalıcı bir barış değil; düşük maliyetle kontrol edilebilir bir düzenin sürdürülmesi. İsrail'in güvenliğini tehdit etmeyen, Rusya ve İran'ın manevra alanını daraltan, DAİŞ'i ise belirli sınırlar içinde tutan bir yapı, Amerikan politikaları için yeterli kabul ediliyor. HTŞ bu çerçevede, geçmişi ne olursa olsun "iş gören" bir araç olarak değerlendiriliyor.
Trump döneminin uzlaşıcı dili, HTŞ'nin meşrulaştırılmasında önemli bir rol oynadı. Bu uzlaşıcılık, HTŞ'nin ideolojik karakteriyle ilgili bir yanılgıdan değil, ABD'nin bölgedeki yükünü azaltma arzusundan kaynaklandı. Cihatçı bir yapının "ehlileştirilmesi", sahadaki gerçek çelişkilerle ilgilenmeden kısa vadeli kazanımlar elde etmenin bir yolu olarak görüldü. Ancak bu yaklaşım, Suriye toplumunun iç dinamiklerini ve özellikle mezhepsel, etnik ve sınıfsal gerilimleri görmezden geldi. Bugün ertelenen sorunlar, yarın çok daha yıkıcı biçimlerde geri dönme potansiyeli taşıyor.
HTŞ'nin hem DAİŞ'le ideolojik aynı kökenden gelme gerçekliğini taşıması hem de DAİŞ karşıtı koalisyonun parçası haline getirilmesi, Suriye'de yeni iç savaş olasılıklarını güçlendiriyor. HTŞ içindeki daha radikal unsurların kontrol dışına çıkması ve DAİŞ benzeri yapıların yeniden güç kazanması ihtimali var. Diğer yandan, HTŞ'nin merkeziyetçi ve şeriatçı yönetim anlayışı, katliamcı bir fikirle de birleşerek Aleviler, Dürziler ve diğer azınlıklar üzerinde ciddi bir yaşam riski yaratıyor. Bu baskı, yerel isyanlara ve silahlı çatışmalara dönüşebilecek bir toplumsal gerilim biriktiriyor. Buna ek olarak, tekçi bir islamcı iktidar modeli ile yerel özerklik talepleri arasındaki çelişki, Suriye'nin farklı bölgelerinde fiili çatışma alanları yaratıyor.
Bu tabloya bakıldığında, Suriye'de resmi bir bölünme yaşanmasa bile, fiili iç savaşların ve parçalı çatışmaların önümüzdeki dönemde gündemden düşmeyeceği görülüyor. Emperyalist merkezler bu riski bilerek göze alıyor. Çünkü onlar için esas olan uzun vadeli toplumsal istikrar değil bugünün yönetilebilirliği. Yarın yaşanacak kaos, gerektiğinde yeniden müdahale edilecek bir alan olarak düşünülüyor.
Bu karanlık ve kırılgan tablo içinde dikkat çeken bir gerçek var: Suriye'de görece güven ve istikrar üretebilen alanlar, cihatçı yapıların kontrolündeki bölgeler değil, özerk yönetim alanlarıdır. Kuzey ve Doğu Suriye'de inşa edilen özerk yönetim pratiği, mezhepçi ve dışlayıcı değil, çok kimlikli ve çoğulcu bir zemine dayanıyor. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, kadınların toplumsal ve siyasal hayattaki merkezi rolü ve farklı halkların birlikte yaşamasını esas alan yaklaşım, bu bölgelerde görece bir istikrarın oluşmasını sağladı.
DAİŞ'e karşı en etkili ve kalıcı mücadelenin de bu alanlardan çıkmış olması tesadüf değildir. Bu mücadele, emperyalist pazarlıkların değil, toplumsal meşruiyetin ve yerel sahiplenmenin ürünü oldu. Buna rağmen ABD ve diğer emperyalist güçler, kısa vadeli çıkarları uğruna bu özerk alanları pazarlık konusu haline getirmekten çekinmiyor. Türkiye'nin askeri baskılarına göz yumulması ve HTŞ ile kurulan ilişkiler, bu alanların zayıflatılmasına yol açıyor.
Sonuç olarak HTŞ'nin meşrulaştırılması, DAİŞ karşıtlığı üzerinden pazarlanan sahte bir istikrar söylemine dayanıyor. Palmira'daki saldırı, bu söylemin ne kadar kırılgan ve yüzeysel olduğunu açık biçimde ortaya koydu. Amerikan faydacılığı ve uzlaşıcılığı, Suriye'yi kalıcı bir çözüme değil, yeni çatışmaların eşiğine taşıyor. Gerçek güven ve istikrar ise cihatçı yapıların dönüştürülmesinde değil, halkların kendi kendini yönettiği, özerk ve demokratik alanların güçlendirilmesinde yatıyor. Suriye'nin geleceği, bu iki hat arasındaki mücadelenin sonucunda şekillenecek.
*Bedirxan Amanos'un kaleme aldığı yazı Kurdistana Azad internet sitesinden alınmıştır. Yazının Türkçesine buradan, Kürtçesine buradan ulaşabilirsiniz.