İki ateş hattı ve devrimci stratejiyi savunmak

Gelinen aşamada PKK'nin kararının Türk burjuvazisi ve devleti katında ne düzeyde "zafer havası" estirdiğinden bağımsız olarak, "terörle bir yere varılamayacağı" propagandasının vites yükselteceğini söylemek mümkün. "Terörsüz Türkiye" tanımlamasının aynı zamanda devrimci, komünist güçleri de kapsamına aldığını, bunun faşist ideolojik kuşatmayı sıkılaştırmak kadar kesintisiz örgütsel tasfiyeci saldırılar anlamına geldiği de açık.
Kürt halk önderi Abdullah Öcalan, 27 Şubat'taki "Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı" başlıklı bildiriyle, PKK'ye "örgütsel fesih" ve "silah bırakma" çağrısında bulundu. PKK, bu çağrıya uygun şekilde 12. Kongresi'nde aldığı kararla 41 yıllık profesyonel gerilla savaşında somutlaşan silahlı mücadele yönteminden vazgeçtiğini ve 47 yıllık örgütsel varlığını sonlandırdığını duyurdu. Sonuçlarından bağımsız, şüphesiz bu bir tarihsel kırılma anıydı.
Sonuçlarından bağımsız diyoruz, zira, bu kararın "barışın tesisi" ve "devletin demokratik dönüşümü" hedefine ne düzeyde ulaşacağı, ulusal varlığı yüz yılı aşkın süredir inkar edilen Kürt halkının kazanım hanesine nelerin yazılacağı belirsiz. Dahası, sürecin hangi adımlarla ve nasıl ilerleyeceği de henüz açıklık kazanmış değil. Bu belirsizliğin özellikle sömürgeci faşist Türk burjuva devletinin izleyeceği strateji ve taktik hamleler için çok daha fazla olduğunu kaydedelim.
Fakat, silah bırakma ve örgütsel fesihte cisimleşen PKK 12. Kongre kararlarının Türkiye ve Kürdistan siyasal zemininde açığa çıkaracağı sonuçlardan birinin ideolojik saflaşmalar olacağını öngörmek zor değil. Bu saflaşmalardan birinin sömürgeci faşist rejim, diğerinin Türkiye emekçi solu zemininden gelişecek iki boyutu bulunduğunu ekleyelim.
Birinci olarak; burjuvazi iktidara geldiği tüm ülkelerde şiddet ve silah tekelini daima elinde bulundurur. O, bunu meşru görür ve bu temelde yığınlar üzerinde ideolojik hegemonya kurar. Herhangi bir karşıtının aynı biçimde zor yöntemlerine başvurmasını kabul etmez. Türk burjuvazisi de bundan azade değil. Kuruluş sürecinden bu yana tüm varyasyonlarıyla egemen burjuvazi bu tekeli elinde tuttu. Kendisine karşı hangi siyasal, ideolojik temelde gelişirse gelişsin zora dayalı tüm karşı mücadele yöntemlerini şedit uygulamalarla karşıladı. Bunu politik olduğu kadar ideolojik mücadelenin de konusu yaptı. Zora dayalı tüm mücadeleleri "şakilik", "anarşi" ve nihayet "terör" demagojisiyle mahkum etti. Devlete karşı gelinemeyeceğini, buna yeltenenlerin devletin demir yumruğunu karşılarında göreceklerini bilinçlere zerk etti. 100 yıllık tarihi boyunca başta Kürt ulusal başkaldırıları olmak üzere, özellikle ilerici, devrimci mücadeleye yönelen kitleleri bir de bu ideolojik zehirle kuşattı. Anayasaları ve yasaları, faşist askeri darbe bildirileri, seçim bildirgeleri, hükümet programları bunu vaaz etti.
Gelinen aşamada PKK'nin kararının Türk burjuvazisi ve devleti katında ne düzeyde "zafer havası" estirdiğinden bağımsız olarak, "terörle bir yere varılamayacağı" propagandasının vites yükselteceğini söylemek mümkün. "Terörsüz Türkiye" tanımlamasının aynı zamanda devrimci, komünist güçleri de kapsamına aldığını, bunun faşist ideolojik kuşatmayı sıkılaştırmak kadar kesintisiz örgütsel tasfiyeci saldırılar anlamına geldiği de açık. 2015'teki Suruç katliamıyla başlayan son on yıllık süreçte rejimin faşist saldırı pratiği ve tasfiyeci kuşatması bu anlamda yeterli veri sunuyor.
İkinci olarak; büyük tarihsel kırılma anları sol, sosyalist, devrimci parti ve örgütlerde de birer "sınanma anı" haline gelir. Devrimci amaçlara bağlılık ya da kopuş kendisini dayatır. Son 100 yıllık sınıf mücadelesi tarihi, amaçlarından kopan devrimci güçlerin mezarlığına da tanıklık etti. 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı patlak verdiğinde 2. Enternasyonalin hemen hemen tüm partileri top güllelerinin gümbürtüsü altında dümeni kendi burjuvazilerinden yana kırarak oportünizme ve sosyal şovenizme saplandı. Lenin, bu kırılma anını "2. Enternasyonalin ölümü" olarak tanımladı. 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasında kapitalizmin girdiği göreli refah dönemi yeni revizyonist hareketlerin, restorasyoncu anlayışın toprağı oldu. 1989-'91 momentinde revizyonist SSCB'nin yıkılışı yeni bir tasfiyeci dalgayı beraberinde getirdi. Portekiz'den Brezilya'ya, Almanya'dan Türkiye ve Kürdistan'a değin yerkürenin geniş bir bölümünde devrimci, komünist partiler ideolojik kuşatmaya boyun büktü, yasalcılığa ve parlamentoculuğa savruldu.
Dolayısıyla, Türkiye ölçeğinde büyük bir bölümü legalizmle, şovenizmle ve sosyal şovenizmle zehirlenmiş emekçi sol hareketin saflarında verili olan tasfiyecilik de içinde bulunduğumuz koşullarda devrimci, komünist hareketi çevreleyen bir diğer çeper olacaktır. Kürt sorununun "silahsız", "TBMM zemininde", "yasal çerçevede çözümü" stratejisi, legalizm ve parlamentoculuk anlayışının güçlenmesinin vesilesi yapılacaktır. Batıdaki devrimci mücadele güçlerinin halihazırda son on yılda tam bir faşist cendereye alınmış olması, bu mücadelede faşist rejimin göreli başarılar elde etmesi, devrimci harekette yaşanan kadro ve nitelik kaybı koşullarında yalnızca burjuva saflardan değil, aynı zamanda emekçi sol hareketin reformcu, oportünist, sosyal şoven saflarından da tasfiyeci değirmene su taşınması anlamına gelecektir bu. Bunun karşılığı, tarihin bu kesitinde sınıf mücadelesinin ideolojik zemininin şiddetleneceği, devrimci, komünist güçlerin bu hücumlara karşı daha berrak bir bilinçle ideolojik mücadeleyi yükseltmeleri gerektiğidir.
Emekçi sol saflardaki bu tasfiyeci, sosyal şoven ideolojik propagandanın ilk dalgaları kıyıya vurdu bile. PKK'nin 12. Kongre bildirisinde vurguladığı "silah bırakma" ve "örgütsel fesih" bu cenah tarafından "Kürt sorununun demokratik yol ve yöntemlerle çözümü" adına büyük coşkuyla karşılandı. Ne var ki, propagandanın diğer yanını PKK'nin bildirisinde geçen "Cumhuriyetin Kürt soykırımı üzerine kurulu olduğu" vurgusu, keza 1924 Anayasasının gerici karakteri ile Lozan Antlaşmasının sonuçları üzerine yaptığı vurgular, emekçi solun kimi yasalcı, reformist bölüklerini hızla Türk burjuvazisinin sol yedeğine itmeye yetti. TKP'nin açıklamasından BirGün yazarlarına kadar azımsanmayacak bir bölük, silah bırakmayı ve feshi hayırlı karşılarken, bildirideki bu ifadelere öfkeyle yaklaştı, dahası PKK'yi tam da Lozan'a yaklaşım temelinde politik islamcı AKP'yle aynı zeminde buluşma, bunu açık veya gizli ittifakın kulvarı olarak görme anlayışlarını dışa vurdu. Aynı satırlarda Kürt sorununun adil, demokratik çözümü için burjuva devleti ve faşist şeflik rejimini baskılayan, mücadelenin bu anında safını Kürt halkından yana belirleyerek "demokratik mücadeleyi yükseltme" çağrısı yapan tek bir ifadenin bulunmaması ise şaşırtıcı değil elbette.
Hiç şüphe yok ki, bir başka tasfiyeci zemin ise Bakur ve Başûr Kürdistan merkezli gelişecektir. Bir yandan burjuva iktidar biçimi olarak Barzani rejimi, diğer yandan Kürt özgürlük hareketinin saflarındaki orta sınıf eğilimlerin gerek Rojava'da gerek Bakur'daki emekçi, halkçı karakterli çizgiyi hedef alacak, bu çizgiyi geriletmenin ideolojik, politik mücadelesini verecektir. Sosyalist yurtseverler daha belirgin hale gelmesi muhtemel bu eğilimi hesaba katmalı, ulusal sorunun marksist leninist çözüm programını görünür kılmalı, sosyalist propagandayı yükseltmeli, Kürdistan'ın yoksul, emekçi sınıflarıyla etkili bağlar kurmanın yeni yollarını bulmalıdır.
Bu tarihsel kırılma anı, devrim iddiasına sahip güçler için yeni bir "sınanma anı" olacaktır. Sömürgeci faşist rejimin zora dayalı mücadeleyle yıkımını savunan devrimci, komünist güçler işte bu her iki cepheden gelecek tasfiyeci ateşe hazır olmalı, ideolojik mücadele cephaneliğini güçlendirmeli, bir yandan reformcu, legalist ve parlamentarist çizgiye, öte yandan Kürt sorunu zemininde batıda yerleşik bulunan şovenist, sosyal şovenist, Kürdistan'da da milliyetçi eğilimlere karşı ideolojik mücadele ve propaganda zeminini büyütmelidir. İşçi sınıfı ve ezilenlerin komünist öncüsünü korumak, bir başka deyişle devrimci çizgiyi savunmak, yalnızca faşist tasfiyeci saldırılara değil, aynı zamanda hareketin reformist, oportünist, milliyetçi bölüklerinden gelecek tasfiyeci dalgaya da göğüs germek demektir.
Elbete ideolojik mücadele devrimci eylemden ayrı düşünülemez. Herkes kendi eylemiyle sınanacaktır. Dolayısıyla, devrimci sosyalistlerin tasfiyeciliğe karşı tutumu lafzi değil, bugüne kadar olduğu gibi eylemli olmalıdır. Kürt halkının tüm ulusal demokratik taleplerini pratik politikanın konusu yapmak, adil ve demokratik barışı istemek, Kürdistan'ın her üç parçasındaki işgalin sonlandırılmasını, Rojava'nın statüsünün tanınmasını, başta anadil olmak üzere temel ulusal hakların anayasal ve yasal güvenceye alınmasını, faşist TMK'nin kaldırılmasını, Kürt halk önderi Öcalan ve tüm tutsakların özgürlüğünün koşulsuz şekilde sağlanmasını istemek, dönemin politik olduğu kadar ideolojik ayrıştırıcı görevidir. Bu politik talepler etrafında Türkiye ve Kürdistan'daki ilerici, devrimci, yurtsever güçleri saflaştırmak ve harekete geçirmek, hem sömürgeci faşist rejimin tasfiye planlarına hem de şoven ve sosyal şoven saflardan gelecek gerici dalgalara karşı da set olacaktır.