10 Şubat 2025 Pazartesi

'Kürt sorunu siyasal alanda araçsallaşmıştır, siyasetten medet bekleyemeyiz'

HDK'nin "Halkların eşit ve özgür yaşamı yolunda çözüm barışta" konferansında söz alan Kışanak, devletin inkar ve asimilasyonla yüzleşmediğini kaydetti. Kışanak, "Kürt sorunu bu ülkede siyasal alanda araçsallaşmıştır. O nedenle siyasete bakarak orayı seyrederek ve medet bekleyerek bu işi çözemeyeceğiz" dedi. 

Halkların Demokratik Kongresi (HDK), Florya'da bulunan Elite World İstanbul'da düzenlediği "Halkların eşit ve özgür yaşamı yolunda çözüm barışta" konferansı ikinci gününde devam etti. Konferansa, HDK bileşenleri, demokratik kitle örgütleri, parti temsilcilerinin yanı sıra çok sayıda kişi katıldı.

'TÜRKİYE'DE BARIŞIN TOPLUMSAL ZEMİNİNİ NASIL İNŞA EDECEĞİZ'
İkinci günün ilk oturumu, moderatörlüğünü Prof. Dr. Ayşe Betül Çelik'in yaptığı "Türkiye'de barışın toplumsal zeminini nasıl inşa edeceğiz" başlığında gerçekleşti. Gültan Kışanak "Barışın toplumsallaştırılması ve çözümün paydaşları: Toplumsal ve siyasal öznelerin dahiliyeti ile katılımcı bir barış nasıl mümkün", tarih araştırmacısı, gazeteci ve yazar Erdoğan Aydın "Halklar ve inançlar açısından barışın yaşamsallığı: Egemenlikçi politikaların yarattığı algı ve tutumları aşmak; barışın ortak dilini inşa etmek", Dr. Noemi Levy-Aksu da "Geçmişle yüzleşme ve hakikatlerin ortaya çıkarılmasının toplumsal barışa katkısı: Toplumsal adalet ve güven inşasında kolektif hafızanın rolü" başlığında sunumlar gerçekleştirdi.

AKSU: GEÇMİŞLE YÜZLEŞİLMELİ
İlk olarak sunumunu yapan Dr. Noemi Levy-Aksu, "Geçmişle yüzleşmek derken katliamlar, soykırımlar özellikle Kürtlere karşı işlenen suçlar var. Türkiye'den bahsedersek geçmişle yüzleşmekten çok kolay vazgeçebilecek bir ülke. Bu sebeple toplumsal mutabakatı güçlendirmek için yüzleşmek gerek" dedi.

AYDIN: İKTİDARI BARIŞA RAZI EDECEK ZEMİN HAZIRLAYACAĞIZ
Tarihçi Erdoğan Aydın, sunumunda şunları belirtti: "Egemen ideoloji, gerek milliyetçiliği gerek İslamcıyı gerekse de bunların farklı düzeylerdeki bileşimleri toplum içinde bu denli büyük bir hakimiyet hegemonyasını kurdu. Ne yazık ki sistemin sorumlusu oldu. Sorunların karşısında bile barıştan, çözümden yana bir irade koymak yerine hak talep edenleri, eşit yurttaşlık isteyenleri,  barışı telaffuz edenleri, geçmişle birleşmeyi güncellemeye çalışanları düşmanlaştıran bir çoğunlukla karşı karşıyayız. Hak istemeyi ötekileştiren, hak istemeyi bir sorun haline getiren bir toplumsal bilincin bu denli yaygın olması barış için mücadele eden güçlerin de bu konuda ortaya koydukları performanstan, geliştirdikleri yol ve yöntemlerden mutlaka daha ötesini başarmayı zorunlu kılmaktadır. Bu açıdan stratejik vizyonu aslında büyük imkanlar barındıran Türkiye Kürt hareketinin ortak vatanda kapitalist moderniteye karşı demokratik modernite vurgusu gerek. Barış isteyenler sadece kendi sorunlarını çözmek açısından değil, bir bütün olarak içinde yaşadıkları ülkeyi ve bölgeyi düzeltmek açısından önemli teorik, perspektifler ve stratejikler geliştiriyor. Savaşın bitirilmesi ve gerçek bir barışın gerçekleştirilmesi konusunda şu anda içinde bulunduğumuz toplumsal gerçeklik bu stratejik imkanın toplumu dönüştürmekte henüz oldukça yetersiz kaldığını gösteriyor. Dolayısıyla stratejik imkanı taktikle bugüne kadar kullandığımız, kullanılan ezberlerimiz, cümlelerimiz yaklaşım biçimlerimizin yeniden sorgulanması da gerektirdiği kanaatindeyim. Bugün el sıkışanlar bir yandan kayyum atıyor bir yandan da Rojava'ya, halklara, kadınlara yönelik pervasız bir şekilde saldırı gerçekleştiriyor. Bu süreçte barıştan kaçınamayacağımız bir basınç yaratmak gerek. Bu dönemi ya iktidarı barışa razı edecek ve kalıcı olacak şekilde zemin hazırlayacağız ya da yeniden Kürtlere yönelecek bir sürece dönebiliriz."

KIŞANAK: İNKAR VE ASİMİLASYONLA YÜZLEŞMEDİK
Son süreçte kritik bir meselenin konuşulup, tartışıldığını söyleyen siyasetçi Gültan Kışanak ise, bu meselenin senelerdir konuşulan ancak bir türlü çözülmeyen Kürt sorununun demokratik çözümü olduğunu dile getirdi. Kışanak, sunumuna şu şekilde devam etti: "Bu sorun sadece Kürtlerin talebi olarak kalıyor. 1993'te de bu konuyu az çok konuştuk. 2009 Ağustos sürecinde de bu konuyu az çok konuştuk. 2013 ile 2015 sürecinde de bu konuyu konuştuk. Şimdi yeniden bir şekilde konuşmaya başladık. 10 yıllık sürede barış politikalarını ve barış talebine toplumsal bir destek arayışı neden ötelendi? Bu bizler açısından muhalifler mağdurlar ve demokratik olarak ilkesel ve etik olarak barışı savunanlar açısından bence bir eksikliktir. İktidar masayı devirdikten sonra o defteri kapatıp buzdolabına koyduğu günden itibaren bugünlere hazırlık yaptı. Bu geçen süre içerisinde sadece acılarımız, travmalarımız ve maruz kaldığımız baskıyla birlikte ihlallerle bir şekilde başa çıkmaya çalıştık.  Ama barış politikaları üretme konusunda bu konuda neler yapabiliriz konusunu birazcık erteledik diye düşünüyorum. O nedenle şimdi böyle yeni bir tartışma süreci başlayınca herkes bir şekilde bu işin bir ucundan tutmaya başladı. Yeni süreç aslında geçmişte alışkın olduğumuz süreçlerden çok farklı bir süreç olarak gelişecek. Bu sorun şu nedenle önemli; aslında yıllardır konuştuğumuz bu konuda hala 'barıştan ne anlıyoruz' sorusuna verdiğimiz ortak bir cevabımız yok. Onun için daha çok 'barıştan ne anlıyoruz, nasıl bir barış yapmalıyız' sorusunu sormamız lazım. Barış stratejisi konusunda birlikte çalışma imkanlarını güçlendirecek bir organizasyonla yan yana gelmeye ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Türkiye'nin bir bütün olarak Kürt sorunuyla yüzleşmediğini düşünüyorum. Çatışma sorunuyla yüzleşti fakat Kürt sorunuyla yüzleşmedi eğer demokratik dönüşüm ve kalıcı barış konusunu konuşacaksak hakikat ve yüzleşme meselesine, Kürt sorunuyla yüzleşme perspektifinden bakmalıyız. Hakikatle yüzleşmeyi konuştuk ama inkar asimilasyon ve imhayla yüzleşmedik. Yani hakikatle yüzleşmemiz gerekiyor ve barışın toplumsallaşabilmesi için Türkiye toplumunun gerçek manada Kürt sorunuyla yüzleşmeye ihtiyacı var. Farklı kimliklerin,  kültürlerin, inançların yan yana gelip bir diyalog ve toplumsallık ortamını yaratması gerekiyor. Birbirini kırmadan, incitmeden ama kendi hakikatini konuştuğu buluşmalara ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Onun için toplumsal bir diyalog ve müzakere hareketi başlatmalıyız. Kürt sorunu bu ülkede siyasal alanda araçsallaşmıştır. O nedenle siyasete bakarak orayı seyrederek ve medet bekleyerek bu işi çözemeyeceğiz."

5. oturumda ise "Küresel kriz zemininde savaşlar ve halkların barış arayışları" konusu tartışıldı. Oturumun moderatörlüğünü Dilek Gökçin yaptı. "Ortadoğu'da yıkılan ne, kurulan ne: Suriye, Filistin, Lübnan ve İran'da olup bitenler savaşı uzaklaştırıyor mu, barışı yaklaştırıyor mu" başlığınıHamit Bozarslan, "Dünyada Barışın Öncesi ve Sonrası: El Salvador, Guatemala, Meksika, Kolombiya, İrlanda, Bask" başlığına dair ise araştırmacı Yazar Metin Yeğin sunum yaptı.

'BARIŞIN İNSANLARIN LEHİNE OLDUĞUNU SAVUNMAK ZORUNDAYIZ'
Ortadoğu'da yaşanan gelişmeleri işaret ederek, sözlerine başlayan Hamit Bozarslan, "Ortadoğu'da şiddet sarmalının çözüm yolu toplumların kabulü, milli meselelerin şiddet yoluyla çözülemeyeceğinin anlaşılması ve şiddetin bir seçenek olmaktan çıkarılması gerek. Şiddete şiddetle cevap verilemez. Yeni siyaset yollarının, yeni aktörlerin geliştirilmesi gerek. Kadınların özellikle ön plana çıkması gerekiyor. Kürtler, Ermenilerle birlikte 1. Dünya Savaşının en önemli kurbanlarından biri. 1. Dünya Savaşından kalan Kürt meselesini çözmeden Ortadoğu'da barışa ulaşmak mümkün değildir" dedi.

Yeğin, şöyle devam etti: "Kolombiya'daki barışı imzalayan devlet başkanı Santos bir önceki dönemde İçişleri Bakanı iken 2000 kişinin ölümünden doğrudan sorumluydu. Ama onunla masaya oturuyorsunuz çünkü barışı, masaya oturanlarla yapıyorsunuz. Ve bu yüzden gene de çok önemli bir şey barışta iki türlü şansımız var. Ya barışı desteklerseniz ya da kenara çekilip oturursunuz. Barış dediğiniz hikaye karşılıklı güç meselesi, duygusal bir hikaye değil. Biz onları seviyoruz onlar bizi sevmiyor iyi insan kötü insan falan değil, barış karşılıklı olarak gücünüzü masaya koyuyorsunuz. Barış dediğiniz şey karşılıklı bir güç duygunun tamamen dışında karşılıklı bir şekilde gücünüzü ortaya koyuyorsunuz ve ona karşı çatışıyorsunuz. İlk defa Türkiye'de Gladio'nun parçalarından biri olan birisinin ağzından bir barış kelimesi çıktığında başka türlü önemsedik. Olayı farklı durumlarda ve dolayısıyla bütün bu barış sürecinin içerisinde esas olan en önemlisi esas barışı toplumsallaştırmadan başka yapabileceğimiz bir şey yok. Biz barışı mutlaka bütün insanların lehine bir şey olduğunu savunmak zorundayız."

Konferans, katılımcıların Kürt sorununun çözümüne dair fikir görüş ve önerileri üzerine tartışmalarla devam etti.

KENANOĞLU: ORTAK YAŞAM KALICI BARIŞIN İNŞASIYLA MÜMKÜN
Ardından konferansın kapanış konuşmasını yapan HDK Eş Sözcüsü Ali Kenanoğlu, tarihi bir süreçten geçtiklerini ve bu tarihi süreç için bir arada olduklarını söyledi. Kenanoğlu, "Bu tarihi sürecin önemine denk düşen iki günlük konferansımızda, halkların barış, özgürlük ve eşitlik mücadelesine dair yürüttüğümüz tartışmalar, sadece mevcut sorunları görmek için değil, kalıcı barışın inşası için ortaklaşmanın yol ve yöntemlerini de konuştuk. İki gün boyunca yürüttüğümüz tartışmalarda da bir kez daha, savaşın ve çatışmaların gölgesinde geçen her gün, barış mücadelesinin ertelenemez bir görev olduğunu gördük. Kürt halkının çözümsüz bırakılan talepleri, Filistin'in kanayan yarası, Suriye'de halkların geleceğini karartan savaş politikaları, bize bir gerçeği yeniden gösterdi halkların bir arada yaşama iradesi, ortak bir mücadeleyle kalıcı bir onurlu barışın inşasıyla mümkündür" ifadelerini kullandı.

Egemen güçler tarafından dayatılan savaş düzenine karşı alternatif oluşturmanın zorunlu olduğunu söyleyen Kenanoğlu, "Sayın Abdullah Öcalan'ın ortaya koyduğu ortak vatan, birlikte eşit yaşam ve demokratik cumhuriyet paradigması, işte tam da bu alternatifin tarifidir. Bugün Ortadoğu'da halkların, ulus devlet sınırları içine sıkıştırılarak yok edilme politikalarının nelere yol açtığına şahitlik ediyoruz. Tüm bu yok oluş karşısında sayın Öcalan'ın demokratik cumhuriyet önermesi, halkların bir arada, eşit ve barış içinde yaşam hakkına dairdir. Bu, Kürt halkının özgürlüğü kadar, bu coğrafyada var olan tüm halkların da eşit yurttaşlık temelinde ortak bir yaşamda var olmasını sağlayacak bir çözüm modelidir. Halkların kardeşliği sadece bir söylem değil, anayasal ve yönetsel bir hakikat haline gelmelidir. Bir başka deyişle barış demokrasi içerisinde yasal güvenceyle kurumsallaştırıldığında savaşa sebep olan unsurlar da ortadan kalkar" dedi.

'KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜM ADRESİ MECLİS OLMALI'
Kenanoğlu, "Bu yüzden de cumhuriyetin ikinci yüz yılında Kürt sorununun barışçıl çözümü için sosyal ve siyasal olanın demokrasi ve eşitlik ekseninde dönüşümü temel ve acil olarak hayata geçirilmelidir. Barış, sadece iyi niyetle değil, somut adımlarla, yasal güvencelerle ve güçlü bir siyasal iradeyle mümkündür. Bunun ilk adımı da, 'Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim' diyen sayın Öcalan'ın sağlık, güvenlik ve özgürlük koşullarının oluşturulmasıdır. Öcalan'ın konunun muhatabı olarak rol almasının önemi, kalıcı bir barış ve demokratik çözüm için temeldir. Tecrit politikalarının sona erdirilmesi, çalışma koşullarının oluşturulması, toplumsal barış umudunun büyütülmesi ve demokratik çözüm şansının somutluk kazanması için elzemdir ve tarihsel bir sorumluluktur. Sayın Öcalan için bu koşulların yaratılması yalnızca adil değil, aynı zamanda kaçınılmaz bir gerekliliktir. Diğer yandan adı konulmamış ancak çözüm arayışı için diyalogların sürdüğü bu süreç, yasal bir zemine oturtulmalı, müzakereleri güvence altına alacak hukuki düzenlemeler hayata geçirilmelidir. Kürt sorununun çözüm adresi Meclis olmalı, bu süreç halkın iradesini yansıtan bir şekilde Meclis çatısı altında yürütülmelidir. Bu tartışmaların Meclis'e taşınması, çözümün halk tarafından şekillendirilmesini sağlayarak süreci daha meşru ve kalıcı hale getirecektir" ifadelerini kullandı.

'BARIŞ SADECE SİLAHLARIN SUSMASI DEĞİL'
Kenanoğlu "Dünya tarihinden, Güney Afrika'dan, Kolombiya'dan, Kuzey İrlanda'dan öğrendik. Kürtler, Türkler, Araplar, Aleviler, Dürziler, Ezidiler, Ermeniler, Süryaniler…Barış ancak ve ancak halklar arasında demokratik toplumsal sözleşmeye dayalı eşit ve özgür birliktelikle mümkündür. Devletlerin ve egemenlerin çizdiği sınırları aşmak zorundayız. Devletler, uluslararası güçler, emperyalist müdahaleler halkların barışını engelleyemez. Halklar bunu ancak ortak mücadeleyle belirleyebilir. Kadınlar, gençler, işçiler, köylüler, göçmenler ve ezilen halklar… Barışın gerçek aktörleri bu kesimlerdir ve onların sesi olmadan barışı kazanamayız. Barış, sadece çatışmaların sona ermesi değil, aynı zamanda adaletin tesis edilmesiyle mümkündür. Kürt halkının hakları tanınmadan, Filistin halkının özgürlüğü sağlanmadan, kadınların ve emekçilerin eşit yurttaş olarak kabul edilmediği bir yerde barış mümkün değildir. Bu yüzden barış süreci, sadece silahların susması değil, aynı zamanda toplumsal adaletin tesis edildiği bir düzenle mümkündür. Türkiye'de ve Ortadoğu'da barışı toplumsallaştırmak istiyorsak, müzakere süreçlerini yalnızca devletlerin ve dar anlamda siyasilerin inisiyatifine bırakmamalıyız. Kadın hareketleri, sendikalar, gençlik örgütleri, sivil toplum kuruluşları, akademisyenler ve sanatçılar, kısacası halkın tüm kesimleri bu sürece dahil olmalı" dedi.

'TARİHİ BİZ YAZACAĞIZ'
Kenanoğlu, şöyle devam etti: "Sonuç olarak barış bir halk mücadelesidir. Barış bir halk hareketine dönüşürse, ona sahip çıkan milyonlarca insan olursa, işte o zaman barış kalıcı hale gelir. O yüzden diyoruz ki; barış, sadece istemekle gelmez; onu inşa etmek, onu büyütmek, onu örgütlemek zorundayız. Biz burada, halkların kardeşliğine inananlar olarak barışın bir temenni değil, bir mücadele olduğunu biliyoruz. Bugün burada olan herkes, tarih boyunca savaşa direnenlerin, barış uğruna bedel ödeyenlerin, halkların ortak geleceğini savunanların mirasını taşıyor. Ve biz bu mirası sadece taşımıyoruz; büyütüyoruz, güçlendiriyoruz, yeni bir mücadele sayfası açıyoruz. Bu konferans bir bitiş değil, mücadelenin yeni bir eşiğidir. Buradan çıktığımızda, barışı sadece konuşmakla yetinmeyeceğiz; onu hayatın ta kendisi yapacağız. Barışı duvarların ardında değil, meydanlarda, sokaklarda, her yerde örgütleyeceğiz. Konferansımıza katılan, katkı sunan, emeği geçen herkese en içten teşekkürlerimi sunuyorum. Ve buradan bir kez daha sesleniyorum. Tarihi biz yazacağız. Ve barışı mutlaka kazanacağız."

Konferans iki günün ardından sonuç bildirgesinin okunmasıyla son buldu.