23 Temmuz 2025 Çarşamba

Simay Ada Kart yazdı | Fotoğraf

İçeride, dışarıda fotoğraflar çekiyoruz gözlerimizle. Yetmez diyoruz fakat, ellerimizle ilmek ilmek dokunmalı yarının fotoğrafı. Bahara çıksın diye fırtınalar/boranlar, uçsuz göğün semalarında süzülen kuşları seyre dalsın diye mutlu yüzler; sınıfsız, sınırsız, sömürüsüz bir dünyaya açılsın diye bütün bir hayat fotoğrafçısı gözler, şimdi daha sık, şimdi daha kararlı adımlarla yürümelerin zamanı. "Yazgımız kazanmaktır" diyerek, tereddütsüz, zafere giden uzun ve engebeli yollardan... Geride bırakmaların korkuyu, bir başka bakmaların zamanı ölümsüzlerin gözleriyle hayata ve kavgaya... "İkinci Nuh tufanının" mutlaka kazanacağızların zamanı…

Tüm yaşamı kaydetme sözü ile kaşlarımızın altında yerini almış sanki gözlerimiz. Bazen arayan, bazen sorarak bakan, tarifi zor olanı taşıyan bazen, "iyi gör, iyi gör ki unutma" dediğimiz bazen. Yıkmanın ve yeniden inşa etmenin izini bulduğunda berraklaşan görünün kalbi bazen. "Bir başka" bakmak yaşama. "Bir başkası mümkün" diyerek bakmak hatta.

Sabahın ilk ışıklarında bir işçi durağında emeğin fotoğrafını çekiyor gözlerimiz. Bir barikat başında ateş parçalarının fotoğrafını çekiyor insan olan. Alıyor gözlerimizi yollar gidiyoruz, bir halkın özgürlük özleminde, direnci fotoğraflıyor. Sınıflar, sıralar, amfiler, kampüsler gezdiriyoruz, geleceğini söküp almak için birbirine değen omuzların fotoğrafını çekiyor gözlerimiz. Evlere; tezgahında tabaklar dizili, her gün boşalan dolaplarıyla mutfaklara giriyoruz. "Yıkmak bu duvarları ve çıkmak buradan" diyen kadınların fotoğraflarını çekiyor gözlerimiz. Terk ediyoruz dört duvarı, sokaklardan ve telaşlı kalabalıklardan geçiyoruz. Erkenden çizgilenmiş yüzlerin, kaygılı bakışların arasından geçiyoruz. Sonra kuşatılmış alanlar, sonra kuşatılmış yaşamlar. Tüm bu karanlığın orta yerinden olanca kuvvetiyle ışıldayan umudun fotoğrafını çekiyor gözlerimiz. Yürüyoruz ya, sınırsızız işte. Bir vizör ve deklanşörden ibaret değil fotoğraflar.

Bütün bu fotoğrafları daracık havalandırmada, bir hapishane voltasında çekti işte gözlerim. Servisler, makineler, sıkılı yumruklar, umutlu gülüşler ekmek sıcaklığında. Ağır ağır yağan ince bir yağmurun altında; radyoda çalan sevilen bir şarkıya eşlikçi, tel örgülere konmuş bir kuşun ötümünde. Sınırsız diyoruz ya, gözün de fotoğrafın da gizi burada işte. Gerçeği tanıyan ve mekanı aşan… Geziyorum koğuşu gözlerimle. Bir elektrik düğmesinin ardında, duvara çakılı bir çivinin üzerinde fotoğraflar, zarflardan birbirimize göstermek üzere heyecanla çıkarttığımız fotoğraflar. Hepsinde sıcacık gülen yoldaş yüzleri. Bir de hapishanede çekilmiş fotoğraflar elbette. Görüş yerinde, havalandırmada çekilen fotoğraflarımız. Fakat bunlardan ibaret değil. Bizim çektiğimiz fotoğraflar var bir de.

"Haydi bir fotoğrafımızı çek" en çok duyulan cümlelerden belki de A4 koğuşunda iki elin baş ve işaret parmaklarıyla oluşturulmuş bir fotoğraf makinesiyle çekiliyor bu fotoğraflar. Havalandırmanın merdiveninde oturmuş çaylarımızı içerken, bir masa etrafında şarkı söylerken, bir direniş gününde halay çekerken, bitkiler yeşertmeye çalışırken, kahkaha dolu anlarda bazen "haydi fotoğrafımızı çek" dökülüveriyor dudaklardan. Yoldaşlığa, yoldaşça sevmeye bize dair olan ve bir filme yahut ekrana yansımamış olsa da bize kalacak olan fotoğraflar.

İçeride, dışarıda fotoğraflar çekiyoruz gözlerimizle. Yetmez diyoruz fakat, ellerimizle ilmek ilmek dokunmalı yarının fotoğrafı. "Ve artık gecenin evinde yangın çıkartacağız/ Demir parmaklıklardan değil/ asma bahçelerinden seyredecekler/ bahar sabahlarını/ yaz akşamlarını" diyor Nazım. Bahara çıksın diye fırtınalar/boranlar, uçsuz göğün semalarında süzülen kuşları seyre dalsın diye mutlu yüzler; sınıfsız, sınırsız, sömürüsüz bir dünyaya açılsın diye bütün bir hayat fotoğrafçısı gözler, şimdi daha sık, şimdi daha kararlı adımlarla yürümelerin zamanı. "Yazgımız kazanmaktır" diyerek, tereddütsüz, zafere giden uzun ve engebeli yollardan... Geride bırakmaların korkuyu, bir başka bakmaların zamanı ölümsüzlerin gözleriyle hayata ve kavgaya... "İkinci Nuh tufanının" mutlaka kazanacağızların zamanı…

Dört duvar arasında hissettiğinde, ya da dört duvar demir kapı ardında olduğunda sahiden, kavganın sınırsızlığıyla bakmalı etrafa. Orada gözler; dağların, ırmakların, çocuk gülüşlerinin, zafer halaylarının fotoğrafını çekiyor.

Şimdi sallanan bir ranzada, pembe çerçeveli çatlamış bir aynanın karşısında;
Yüreğim, sanki öğret diye siyah beyaz bir fotoğrafın rengarenk yanını görmeyi gözlerine, seni kaburgamın altına saklamışlar…