Tar: Türkiye'de LGBTİ+'lar, baskı ve şiddetin laboratuvarına dönüştürülmüş durumda
                    Türkiye'de LGBTİ+'ların iktidarın her türlü baskı, şiddet ve kontrol mekanizmasını denediği bir laboratuvara dönüştürüldüğüne işaret eden Kaos GL Genel Yayın Yönetmeni Tar, 11. Yargı Paketiyle LGBTİ+'ları hedef alan yeni saldırının tüm topluma döneceğini kaydetti. Bu yargı paketinin sadece bir "dayanışma meselesi" olmadığını vurgulayan Tar, "Buna verilecek tek cevap, LGBTİ+ haklarını merkezine alan, tavizsiz bir demokrasi ittifakıdır. Bu bir lütuf değil, ortak geleceğimiz için bir mecburiyettir" ifadelerini kullandı.
AKP-MHP iktidarı, 11. Yargı Paketi taslağıyla LGBTİ+'lara dönük nefret politikalarını derinleştirmeye devam edeceğini gösterdi. "Biyolojik cinsiyete ve genel ahlaka aykırı" tutum ve davranışlara hapis cezası getiren, cinsiyet uyum süreçlerine yeni engeller çıkartan, çocuk haklarını hedef alan bu yeni saldırı konseptine karşı pek çok kentte kadınlar ve LGBTİ+lar eylemlerle tepkisini gösterdi.
11. Yargı Paketinin ne anlama geldiğini, iktidarın giderek derinleşen nefret politikalarını ve buna karşı örülecek toplumsal mücadeleyi, Kaos GL Genel Yayın Yönetmeni Yıldız Tar'la konuştuk.
BÜTÜN BİR TOPLUMU DİZAYN ETMEYE ÇALIŞAN BİR ZORBALIK TASARISI
11. Yargı Paketinde LGBTİ+'ları hedef alan maddeler neyi amaçlıyor?
11. Yargı Paketinde önerilen değişiklikler aslında 10. Yargı Paketinde sokmaya çalıştıkları, şubat ayında Kaos GL'nin açığa çıkardığı taslağın daha da ağırlaştırılmış hali. Paket "hayasızca hareketler" maddesine bir ek yaparak biyolojik cinsiyete ve genel ahlaka aykırı tutum ve davranışta bulunan kişi ve aynı zamanda bunu özendiren, teşvik eden kişilere bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası diyor. Bu doğrudan LGBTİ+'lara hapis cezası anlamına geliyor ve bu haliyle Rusya'daki LGBTİ+ yasağından daha da ağır bir durum ile karşı karşıyayız.
Pakette, biyolojik cinsiyete aykırı tutum dedikleri çok belirsiz bir madde mevcut ama bunun genel ahlak açısından LGBTİ+'ları işaret ettiği çok açık. Daha genel yorumladığımızda bu madde kısa saçlı bir kadının biyolojik cinsiyetine aykırı davrandığı sonucunu da, uzun saçlı bir erkeğin biyolojik cinsiyetine aykırı davrandığı sonucunu da çıkarabilir. Hatta ve hatta bir kadının pantolon giymesini de biyolojik cinsiyete aykırı bir tutum olarak görebilir. Evet ana hedef LGBTİ+ ama bunun üzerinden sadece LGBTİ+'ları değil bütün bir toplumu dizayn etmeye çalışan baskıcı bir zorbalık tasarısıyla karşı karşıyayız.
LGBTİ+'LARA YAPILAN SALDIRILAR TOPLUMUN GERİ KALANINA DA DÖNÜYOR
Yapılmak istenen, temel haklar ve özgürlükleri elden almanın ötesinde bir grup insanı, doğuştan taşıdıkları özelliklerinden dolayı insan dışı olarak tariflemektir. Devlet LGBTİ+'ları ya da biyolojik cinsiyete aykırı tutumun içerisinde LGBTİ+ olduğunu varsayarak kişileri hapse atarak nefret suçu işlemeye hazırlanıyor. Bunun önünde durmak lazım.
Nasıl ki Kürt halkına dönük saldırılarda, Kürt halkına dönük imha ve inkar politikasında, sömürgeci yaklaşımların dönüp dolaşıp bumerang etkisiyle Türkiye'nin batısında da şiddeti doğurduğu tespitleri yapılıyorsa benzer bir şekilde LGBTİ+'lar şu anda bu toplumda baskı ve şiddetin laboratuvarına dönüştürülmüş durumda. Ve LGBTİ+'lara yapılan saldırılar bumerang etkisiyle dönüp dolaşıp toplumun geri kalanına da dönüyor. Bu hapis cezalarıyla bizler gireriz, yatarız, çıkarız. Ama çıktığımız memleket aynı memleket olmayacak. Çıktığımız memleket bütün bir toplumun köleleştirildiği, demokratik düzen ihtimalinin, demokratik toplum ihtimalinin yerle bir edildiği yer olacak.
LGBTİ+'LARA YÖNELİK İMHA POLİTİKASI DEMEK
Bu düzenlemelerin hayata geçmesi Türkiye'de doğrudan LGBTİ+'ların ve LGBTİ+ olmanın suç olarak tariflenmesi anlamına gelecek. İçerikte yayıncılık dünyasını, basının özgürlüğünü de ilgilendiren maddeler var. Teşvik etme adı altında medyaya, dijital platformlara, gazetelere de çeşitli cezalar uygulanması söz konusu olacak. Bu LGBTİ+'lara yönelik imha politikası demek. Devlet LGBTİ+'lar konusunda inkar politikasından çıkıp imha politikasına geçmiş durumda. Şu anda hapishanelere doldurmakla başlayıp bütün bir topluma korkuyu yaymayı hedefleyen, demokratik toplum düzenini kökünden dinamitleyen bir tasarı söz konusu.
DEVLET BU YARGI PAKETİYLE TRANSLARIN BEDENİNİ GASP ETMEK İSTİYOR
18 yaşına geldiğinizde ehliyet alabiliyorsunuz. Oy kullanabiliyorsunuz. Her türlü eyleminizde özgür bir noktadasınız. Ama kendi bedeninizle ilgili bir tasarrufta bulunmak istediğinizde devlet bunu gasp ediyor. Devlet bu yargı paketiyle transların bedenini gasp etmek istiyor. İnterseksler yani doğuştan fizyolojik, biyolojik olarak cinsiyet çeşitliliğine sahip kişilere zaten çok küçük yaşlarda rıza dışı ameliyatlar yapılıyor. Ve bunu yapabilmeye devam etmek için bir istisna tanımlıyor. Yani devlet "Ben istediğim kişiye hiçbir rızası olmadan, zorla çocuk yaşta işkence anlamına gelecek ameliyatları yaparım. Ama sen bir yetişkin olarak kendi bedeninle ilgili kararı veremezsin" diyor.
NEFRETE GÜÇ VERİLİRKEN, LGBTİ+'LAR SESSİZLİĞE İTİLİYOR
İktidar, son yıllarda LGBTİ+'lara dönük nefret politikalarını giderek derinleştiriyor. 11. Yargı Paketi de bu nefret politikalarının son adımı oldu ancak, Büyük Aile Buluşmaları, hükümetten yapılan çeşitli hedef göstermeler, Onur Yürüyüşlerine dönük yasak ve yoğun saldırılara hepimiz tanığız. Aile yılıyla birlikte bu saldırıların dozu da arttı. Bir bütün olarak bu saldırı konseptini nasıl değerlendirebiliriz?
Nefret politikaları ve sansür, birbirlerinin aynadaki akisleri gibi. Daha doğrusu, birbirlerinin yankıları diyebiliriz. Nefret politikaları, sansürün hiçbir çatlak bırakmayacak şekilde hayata geçirilerek, hedef aldığı grubun sessizleşmesini hedefliyor. Sansür ise, nefret politikaları ve söylemine daha fazla alan açabilmek için, nefretin hedefindeki grupları susturuyor. Mitolojideki kendi kuyruğunu yiyen yılan Ouroboros gibi düşünebiliriz. Fasit bir daire yaratıp, bu dairenin dışına çıkabilme ihtimalini yok ediyor. Nefrete güç verilirken, LGBTİ+'lar eş zamanlı olarak görünmezliğe ve sessizliğe itiliyor.
OHAL ile başlayan, OHAL sonrası olağanlaştırılan kamusal alana çıkarmama kararlılığı, ODTÜ örneğinde olduğu gibi genelden özele doğru ilerledi. En başta devletin merkezi olan Ankara'daki devlet erkanının "gözlerinin önünden uzaklaştırma" olarak okunabilir mi acaba diye düşünülen yasaklar, aşama aşama Türkiye'nin diğer illerindeki onur yürüyüşlerine sirayet etti, bugün Türkiye'de özgürce, polis baskısı veya yasaklar olmadan onur yürüyüşü yapılabilen bir il yok. Devlet, çocuk yetişkin demeden onur yürüyüşüne veya en azından bu konudaki basın açıklamasına katılan bütün LGBTİ+'ları, büyük bir "zevk"le gözaltına alıyor, sanık sandalyesine oturtuyor.
ÇOCUKLAR VE LGBTİ+'LARIN HEDEF ALINMASI BİRBİRİNDEN BAĞIMSIZ DEĞİL
Karşımızda duran 11. Yargı Paketi taslağı, yalnızca teknik bir hukuki düzenleme değil, aynı zamanda toplumsal bir mühendislik planının ve derin bir meşruiyet krizinin de ilanı. Bu paketin en kaygı verici iki ayağı -çocuklara yönelik ceza artırımı ve LGBTİ+'ları doğrudan hedef alarak hapse atma planı- birbirinden bağımsız, rastlantısal adımlar değil. Bu iki cepheli saldırı, kapitalizmin ve hetero-patriyarkanın tarihteki kriz anlarında başvurduğu temel kontrol mekanizmalarının güncel bir yansıması.
Geçmişe, erken kapitalizmin 1780'lerden 1900'lere uzanan dönemine baktığımızda, bugünü anlamamızı sağlayacak iki temel olgu görürüz. Birincisi, çocuk işçiliğidir. Kapitalizm, patriyarkayla önce çatışıp sonra uzlaşarak aileyi bir "toplumsal üretim merkezi" olmaktan çıkarıp bir "yeniden üretim merkezi"ne dönüştürdü. Bu dönüşümde, işçi sınıfı ailelerinin çocukları, acımasız bir sömürü çarkının dişlileri haline geldi. Bir dönem İngiltere'deki fabrikaların yüzde 80-90'ını oluşturan bu çocuklar, "ufak tefek" bedenleri, daha kolay kontrol edilebilmeleri ve sendikalaşma ihtimallerinin düşüklüğü nedeniyle günde 20 saate varan çalışma rejimlerine mahkum edildiler.
ÇOCUK İŞÇİLİĞİ, ÇOCUK YAŞTA EVLİLİĞİN ÖNÜNÜ AÇAN TEHLİKELİ BİR EŞİK
Tam da bu sömürü düzeni işlerken, burjuva aileleri için "saf" ve "arınık" bir çocukluk nosyonu icat ediliyordu. Bugün "çocuk hakları" dediğimiz kavram, bize liberal bir aydınlanma hümanizminin armağanı değildir. Bu haklar, işçi sınıfı ailelerinin, kendi çocuklarının da burjuva çocuklarının sahip olduğu haklara sahip olabilmesi için verdiği çetin sendikal mücadelelerin, büyük eylemlerin ve örgütlenmelerin sonucunda, kanla kazanılmıştır. 100 yılı bile bulmayan bu kazanım, şu anki tasarıyla dinamitleniyor. Hukukta bir çocuk için cezanın önünü açtığınızda, aslında "çocuk nosyonu"nun kendisini ortadan kaldırmış olursunuz. Bu, "müsait" çocukların daha fazla öldürülebilmesinin, çocuk işçiliğinin ve çocuk yaşta evliliğin önünü açacak tehlikeli bir eşiktir.
PARALELLİĞİN İKİNCİ AYAĞI İSE BEDENLERİN DENETİMİ
Tarihsel paralelliğin ikinci ayağı ise bedenlerin denetimidir. Kapitalizm ve patriyarka, çekirdek aileyi inşa ederken bir "üretim fetişizmi" de başlattı. Bu fetişizmde çocuk bir "ürün", kadının bedeni o ürünü üreten "fabrika", erkek ise o fabrikaya "hammadde" sağlayan kişidir. Bu arkaik nosyonda çocuk ölümlerinin ya da kadınların doğumda ölmesinin bir önemi yoktu, çünkü karı sübvanse edecek kadar "hammadde" mevcuttu.
Ancak, nüfusun kritikleştiği anlarda devletin müdahalesi sertleşir. Tıpkı 1500'lerde Kara Veba sonrası Floransa'da gördüğümüz gibi... O dönem, nüfusu kontrol altına almak ve yeniden üretimi güvenceye almak için "sodomi" karşıtı yasalar çıkarıldı. Kilise hukukuna karşı seküler devlet hukukunun ilk nüvelerini gördüğümüz bu yasaklar, başlangıçta sadece erkekler arası anal seksi hedeflerken, zamanla erkekler arasındaki her türlü "ahlaksızlığı" kapsayacak şekilde genişletildi. Kadınlar arası ilişkiler ise bu düzenlemeye gerek duyulmadı; çünkü kadın zaten özel alana hapsedilmişti ve devlet, denetim rolünü oradaki erkeğe devretmişti.
KORKU PEDAGOJİSİNİN İLK ADIMI BELLİ GRUPLARI 'İNSAN DIŞI' ALANA İTMEK
Şimdi 2025'e geldik ve bu iki yasanın (çocukların ve LGBTİ+'ların hedeflenmesi) eş zamanlı geçirilmek istenmesinde tesadüf yok. Tıpkı tarihteki örnekleri gibi, bugünkü siyasal iktidar da yaşadığı siyasi ve ekonomik meşruiyet krizini aşmak için benzer bir denetim mekanizmasına ihtiyaç duyuyor. Bu taslak, sadece teşvik veya propagandayı değil, doğrudan "davranışı" da cezalandırmaya yönelmiş durumda.
Şu anda lubunyalar ve çocuklar, devletin gücünü artırması için bir "laboratuvar" işlevi görüyor. Bu laboratuvarda denenen ve başarılı olan kontrol mekanizmaları, yarın toplumun geri kalanını hizaya sokmak için kullanılacak. Bu bir "korku pedagojisi"dir. Bu pedagojinin ilk adımı, belli grupları "insan dışı" alana itmektir. Hatırlayalım, bir buçuk yıl önce hayvanları katletme yasasını konuşuyorduk. Kendi türün dışındaki bir şeye zulmü meşrulaştırdıktan sonra, sıra kendi türün içindeki belli grupları "insan dışı" ilan etmeye gelir. Şu anda LGBTİ+'lara yapılmak istenen budur. Bu başarıldığı an, başka herhangi bir grubu "insan dışı" ilan edebilme gücünü de elde etmiş olacaklar.
Tüm bunların temelinde, hetero-patriyarka ile kapitalizm arasında yeni bir sözleşme ihtiyacı yatıyor. Özellikle toplumsal cinsiyet alanında kadınların ve LGBTİ+'ların mücadelesi, patriyarkanın eski sözleşmesini ciddi şekilde aşındırdı. Şimdi patriyarka, bu aşınmayı durdurmak ve kazanımları geri almak için kapitalizmi desteğe çağırıyor. Türkiye'den Macaristan'a, Rusya'dan Amerika'ya kadar gördüğümüz "LGBT'siz bölgeler" veya "biyolojik cinsiyet" atıfları, bu yeni ve tehlikeli ittifakın hazırlıklarıydı.
KORKUYA TESLİM OLMAMANIN TEK YOLU ÖRGÜTLENMEK
Bu saldırıyı püskürtmek nasıl mümkün? LGBTİ hareketi nasıl bir durumda, bu hareketi nasıl güçlendirebiliriz? Toplumsal muhalefete, siyasi partilere, sendikalara, demokratik kitle örgütlerine nasıl görev ve sorumluluklar düşüyor?
Önümüzdeki dönemde vereceğimiz mücadele, bu kirli ittifakı (kapitalizm ve hetero-patriyarka ittifakı) zayıflatıp zayıflatamayacağımızı belirleyecek. Bu yasanın pratik karşılıkları korkunç olacak. Yasa geçtiğinde, LGBTİ+ olmanıza gerek kalmayacak; "öyle sayılmanız" yeterli olacak. Uzun saçlı bir erkeği "benziyor" diye alıp götürebilecekler. Nefret suçu tam da böyle işler. Ancak, yapılmaya çalışılan tam da bu: Bizi bir panik atak haline sürüklemek. Korku çok insani bir duygu. Korkuyoruz ve bunda bir sıkıntı yok. Ama korkuya teslim olmamanın, o panik halinden çıkabilmenin tek bir yolu var: Çok ezbere bir cümle olacak ama, örgütlenmekten geçiyor.
Bu yasanın komisyona dahi gelmemesi için mücadele ediyoruz ve sevindirici olan şu ki, farklı alanlarda kurduğumuz ittifakların tam da bu kritik anda harekete geçmeye başladığını görüyoruz. LGBTİ+ hareketi, şu anda belki de tarihinin en yoğun ve sistematik saldırı dalgasıyla karşı karşıya.
Önceki sorularda bahsettiğim gibi, bir "laboratuvar" işlevi görüyoruz; baskı mekanizmalarının ilk denendiği, toplumun tepkisinin ölçüldüğü bir alandayız. Bu durum, hareket üzerinde muazzam bir psikolojik yük, travma ve örgütsel zorluk yaratıyor. Yasaklar, davalar, çevrimiçi ve fiziki şiddet, barınma ve istihdam gibi en temel haklara erişimde yaşanan zorluklar, hareketin hem aktivistlerini hem de bileşenlerini ciddi anlamda yıpratıyor.
Ancak, bu baskı aynı zamanda muazzam bir direnç ve yaratıcılık da doğurmuş durumda. Hareket, merkezi örgütlenmelerin hedef alındığı noktalarda daha yatay, daha yerel ve daha esnek ağlar kurarak hayatta kalıyor. Dayanışma ağları (hukuki, psikolojik, barınma) her zamankinden daha kritik bir rol oynuyor.
ORTAK DÜŞMANA KARŞI BİRLEŞİK BİR CEPHE
Hareketin güçlenmesi için atılması gereken adımlar var. Bu tür kriz anları, topluluk içi gerilimleri de artırabilir. Farklı kimlikler ve öncelikler arasındaki ayrışmalara karşı panzehir, ortak düşmana karşı birleşik bir cephe olduğumuzu unutmamaktır. İç destek mekanizmalarını, özellikle ruh sağlığı ve hukuki destek ağlarını güçlendirmek zorundayız.
Ayrıca; hükümetin "aile", "ahlak", "biyolojik cinsiyet" gibi kavramları silahlaştırmasına karşı, kendi anlatımızı güçlendirmeliyiz. LGBTİ+ haklarının temel insan hakları olduğunu, bu mücadelenin sadece lubunyaların değil, herkesin özgürlük mücadelesi olduğunu bıkmadan usanmadan anlatmalıyız.
SİYASİ PARTİLER BU KONUYU 'HASSAS' GÖRMEKTEN VAZGEÇMELİ
Toplumsal ve siyasal muhalefet açısından ise; bu, sadece bir "dayanışma" meselesi değil; bu, önümüzdeki dönemde nasıl bir dünyada yaşayacağımızı belirleyecek bir varoluş mücadelesidir. Toplumsal muhalefetin tüm bileşenleri, bu saldırının bumerang etkisini görmek zorunda. Bugün lubunyalara ve çocuklara karşı denenen bu zorbalık, yarın kendilerine yönelecek.
Meclisteki muhalefet partileri, bu konuyu "hassas" veya "seçmen kaybettirecek" bir alan olarak görme lüksünden vazgeçmeli. Bu tasarı, anayasal düzenin, eşitlik ilkesinin ve temel hakların dinamitlenmesidir. Meclis'te ve medyada en güçlü şekilde ses çıkarmak, bu yasanın antidemokratik doğasını kendi tabanlarına anlatmak ve hukuki her türlü korumayı sağlamakla yükümlüler. Bu, LGBTİ+ haklarını savunmak değil, demokrasiyi savunmaktır.
BU SALDIRI İŞÇİ SINIFININ EN KIRILGAN KESİMLERİNİ HEDEF ALIYOR
Sendikalar, LGBTİ+ işçilerin de işçi sınıfının bir parçası olduğunu ve bu yasanın işyerindeki ayrımcılığı, mobbingi ve sömürüyü katmerlendireceğini görmeli. Röportajda bahsettiğim çocuk işçiliği paralelliği tam da buradadır. İşçi sınıfının en kırılgan kesimlerini hedef alan bu saldırı, tüm işçi haklarına yönelik bir saldırının öncüsüdür. Sendikalar, bu tasarıya karşı net bir tutum almalı, eğitimler düzenlemeli ve LGBTİ+ işçilerin haklarını güvence altına alacak politikaları savunmalıdır.
Bu saldırının temel direklerinden biri kadın hareketidir. "Biyolojik cinsiyet" vurgusu, sadece transları değil, toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesinin tamamını ve kadınların bedensel özerklik hakkını hedef almaktadır. Bu, patriyarkanın en saf halidir ve kadın hareketiyle LGBTİ+ hareketinin omuz omuza vermesi tarihsel bir zorunluluktur.
BU TASARI BİR 'BÖL-YÖNET' TUZAĞI OLARAK OKUNMALI
Bu tasarının uluslararası sözleşmelere ve anayasaya aykırılığını belgelemek, raporlamak ve hem iç hem de dış kamuoyunda teşhir etmek kritik önemdedir. "Teşvik" gibi muğlak ifadelerin ifade özgürlüğüne ve basına yönelik sansürü nasıl derinleştireceğini anlatmalıdırlar. Ekolojistlerden öğrenci hareketlerine, barış savunucularından meslek odalarına kadar herkes, bu "korku pedagojisi"nin kendi alanlarını da hedef alacağını bilmelidir.
Toplumsal muhalefet, bu tasarıyı bir "böl-yönet" tuzağı olarak okumalıdır. İktidarın istediği, muhalefeti "ahlak" üzerinden bölmek ve zayıflatmaktır. Buna verilecek tek cevap, LGBTİ+ haklarını merkezine alan, tavizsiz bir demokrasi ittifakıdır. Bu bir lütuf değil, ortak geleceğimiz için bir mecburiyettir.