4 Kasım 2025 Salı

Uğur Ok yazdı | 10. yılında adil, demokratik barış için 10 Ekim'le yüzleş

"Barış mitingi" olarak da bilinen 10 Ekim mitingine dönük bu katliam saldırısının arkasındaki gerçek suçlular bulunup yargılanmaz, gerçek failler açığa çıkartılamazken nasıl bir barış inşa edilecek? 10 Ekim'le yüzleşilmeden, faillerinden hesap sorulmadan, katliamdaki devlet rolü açığa çıkartılmadan bu topraklara gerçek bir barış gelemez. Bu, ancak işçi sınıfı ve emekçilerin, gençlerin, kadınların "Adil, demokratik barış için 10 Ekim'le yüzleş, hesaplaş" çağrısını ve mücadelesini büyütmekle mümkün.

DİSK, KESK, TTB, TMMOB'un çağrısıyla 10 Ekim 2015 tarihinde Ankara Sıhhiye Meydanında demokratik kitle örgütleri ile siyasi partilerin katılımıyla "Emek, barış ve demokrasi" şiarı ve "Savaşa inat barış hemen şimdi", "Acil barış, acil demokrasi" talepleriyle miting yapılmak istendi. Ankara Tren Garı önünde yürüyüşe hazırlanan kitleye 3 saniye arayla 10.04'de saray rejiminin desteğiyle politik islamcı faşist DAİŞ'in iki saldırısı düzenlendi. Coğrafyamızın bu en büyük toplu kitle katliamında mitinge katılan 104 kişi hayatını kaybetti, yüzlerce kişi yaralandı. Bu katliamdan yaklaşık üç ay önce gerçekleşen Suruç katliamının benzeri gar önünde de yaşandı; meydana ambulanslardan önce polis geldi, yaralılara yardım eden kitleye biber gazı ve tazyikli suyla müdahale edildi. Kitlenin yaralılara müdahale etmesi engellenmeye çalışıldı. Buna rağmen mitinge katılan kitle, yaralıları ambulans ve kişisel araçlarla hastanelere taşıdı. Savcılık eliyle hızlıca yayın yasağı ve dosyaya gizlilik kararı getirildi. Saldırıyı gerçekleştiren DAİŞ'lilerden birisi Suruç katliamını gerçekleştiren Abdurrahman Alagöz'ün kardeşi Yunus Emre Alagöz'dü.

Gar katliamına dair sonraki bütün yargılama sürecinde görüldü ki, Suruç katliamındaki saray rejiminin desteği gar katliamında da aynı şekilde vardı. Her iki kitle katliamı da DAİŞ eliyle organize bir saldırı olarak gerçekleşmişti. MİT, TSK, TEM organize bir şekilde ellerindeki birçok istihbarat bilgisine rağmen hiçbir önlem almadı. Emniyet İstihbarat Dairesinin 10 Ekim sabahı TEM Daire Başkanlığına Yunus Emre Alagöz'ün de bulunduğu 3 kişinin "sansasyonel eylem yapabilecekleri" yönlü belge yollamasına rağmen hiçbir önlem alınmadı. DAİŞ'li saldırganlar çok rahat bir şekilde Ankara'ya gelerek katliamı gerçekleştirdi. Dava avukatlarının ısrarlı mücadelesi sonrası DAİŞ'in Türkiye emiri olan; HDP'nin 5 Haziran Amed mitingine saldırı, Suruç ile Ankara katliamlarının emrini de veren İlhami Bali'nin hakkında kırmızı bültenle yakalama kararı olduğu dönemde Konya'da Cihanbeyli Devlet Hastanesinde tedavi gördüğü açığa çıktı. Yine MİT yetkilileriyle Ankara'da otellerde görüştüğü basın tarafından deşifre edildi. 25 Şubat 2016 tarihli Mülkiye Müfettişleri raporunda eski İstihbarat Şube Müdür Vekili, TEM Şube Müdürü, Güvenlik Şube Müdür Vekili ve TEM Şubesi C Büro Amiri hakkında soruşturma izni verilmesi istendi. Fakat her katliamda olan klasik şey yaşandı, valilik soruşturmaya izin vermedi. Dava avukatlarının ve kamuoyunun baskısı sonucu polis ve kimi bürokratlarla ilgili açılan soruşturmada ise bir polis amirinin MİT, TSK ve Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesinin ihmaline dönük beyanlarına rağmen soruşturma takipsizlikle sonuçlandırıldı. Devletin saldırıdaki rolü örtbas edildi ve devlet bürokratları yine korundu. Devlet bürokratları yargılanmadı ama 10 Ekim'i anan, 10 Ekim'de yaralananlar, devletin rolünü deşifre eden ve kimi belgeleri haber yapan gazeteciler yargılandı. Özcesi her katliamda olan şeylerden biri daha yaşandı; katliamda rolü olanlar değil, adalet arayanlar, gerçeği açığa çıkaranlar yargılandı.

Elbette önceki yıllarda olduğu gibi 2015 yılında gerçekleşen Suruç ve 10 Ekim katliamlarının da "devletin ilgili kademelerinde" planlandığı, her birinin dönemi içinde belirli siyasi amaçlar güttüğü gerçeğinden bağımsız düşünemeyiz. Nasıl ki Suruç katliamı birleşik devrim fikrine, onun öncü kesimlerine dönük bir saldırı olarak planlandı ve çöktürme planının daha başında bu öncü kesimlerin iradesini kırmayı hedeflediyse, 10 Ekim katliamı da demokratik kitle örgütlerinin, sendikaların vb. kesimlerin barış gibi Kürt sorunuyla doğrudan ilişkili bir konuda taraf olma, politika yapma iradelerini kırmaya dönük bir saldırıydı. 10 Ekim katliam saldırısı aynı zamanda çöktürme planının daha başında katliam tehdidiyle Gezi'den beri değişik gündemler etrafında sokakta olan halk hareketini geriletmek, en geri sınırlara çekilmesini sağlamak gibi bir amaç da güdüyordu. Nitekim belirli sonuçlar elde etmeyi de başardılar. Suruç, Ankara, Antep düğün katliamı gibi saldırılarla aynı zamanda AKP'nin 7 Haziran 2015 seçimlerinde tek başına hükümet kuramamasına karşı korku ve panik yaratarak "bakın biz olmazsak siyasi kaos ve istikrarsızlık çıkar" fikri etrafında kitleleri yeniden kendi etrafında konsolide etmesi de hedeflendi. Bunun en berraklaştığı şey dönemin AKP'li Başbakanı Ahmet Davutoğlu'nun, "katliamlardan sonra oyumuz arttı" sözleri oldu. Nitekim katliamlarla yaratılan ortam bu propaganda da etkili oldu, 1 Kasım seçimlerinde AKP yeniden tek başına hükümet kurdu. Yine daha sonra AKP ile yollarını ayıran Davutoğlu'nun AKP'yi kastederek söylediği, "7 Haziran-1 Kasım arasında yaşananlara dair konuşsam insan içine çıkamazlar" sözleri de bu katliamların nasıl bir devlet politikasına hizmet ettiğini gösteriyor.

Suruç katliamında olduğu gibi Ankara Gar katliamının da gerek oluşu, gerekse de sonraki yargılama süreci, mahkemelerin ve devletin güvenlik bürokrasisinin tutumu bu coğrafyada katliamcı geleneğin nasıl bir güçlü miras olduğunu gösterdi. Biz aslında, Suruç ve Ankara gibi ezilenlere dönük katliam örneklerinde görüyoruz ki, kişiler, aparatlar, saldırının aktörleri, saldırıların hedefi vb. değişse de katliamların gerçekleşme süreçleri, bu süreçlerde devletin rolü, göstermelik yargılamaları, devlet bürokratlarının korunması, yargılamalardan hiçbir gerçek adalet kararının çıkmaması gibi pratikler de "devlette süreklilik esastır" ilkesine göre işliyor.

Türkiye tarihindeki tüm kitle katliamları gibi Suruç ve 10 Ekim katliamları da dönemsel devlet politikasına, amaçlarına bağlıdır. Ne tesadüftür ne de devletten bağımsızdır. 10 Ekim katliamında olduğu gibi her katliamı biraz kazıdığımızda devlet bürokratlarının, siyasetçilerinin rolünü görmek mümkün. NATO gladyosu üzerine şekillenmiş, onlar tarafından yetiştirilmiş, antifaşist, devrimci, ilerici güçlere ve Kürt halk hareketine karşı yürütülen savaş içinde ciddi tecrübeler edinmiş bir Türk güvenlik bürokrasisi gerçeği var. Yetiştirilen bu kontrgerilla aparatları tarihte ezilenlere dönük önemli katliamlara imza attı. 1943 yılında Van'ın Özalp ilçesindeki 33 Kürt'ün katledilmesinden Bahçelievler'de 7 TİP'li gencin katledilmesine, Maraş'tan Sivas'a, Gazi'ye, köy yakmalara, faili meçhullere, Roboskî'den Suruç'a, 10 Ekim'e kadar onlarca katliamı önümüze alıp incelediğimizde aynı kontrgerilla taktiklerini, aynı devlet yöntemlerini ve aynı devlet bürokrasisinin katliamlara benzer biçimde yol vericiliğini hatta bizzat bir kısmında rol alıcılığını görüyoruz. Ezilenlerin mücadelesiyle belli yargılamalar olduğunda ise göstermelik kişilerin mahkemeler karşısına çıkarılması, yıllar süren yargılamalar içinde zaman aşımları, beraatler, devletin rolünü aklayan kararlardan başka bir şey çıkmadı. Ne bu katliamlarla yüzleşildi ne de faillerden hesap soruldu. Devletin yaptığı, devlete kar kaldı.

10 Ekim katliamının 10. yılına yine Kürt sorununda çözüm tartışmaları içinde giriyoruz. "Barış mitingi" olarak da bilinen 10 Ekim mitingine dönük bu katliam saldırısının arkasındaki gerçek suçlular bulunup yargılanmaz, gerçek failler açığa çıkartılamazken nasıl bir barış inşa edilecek? 10 Ekim'le yüzleşilmeden, faillerinden hesap sorulmadan, katliamdaki devlet rolü açığa çıkartılmadan bu topraklara gerçek bir barış gelemez. Bu ise ancak işçi sınıfı ve emekçilerin, gençlerin, kadınların "Adil, demokratik barış için 10 Ekim'le yüzleş, hesaplaş" çağrısını ve mücadelesini büyütmekle mümkün.

*ESP Eş Genel Başkan Yardımcısı - Suruç, 10 Ekim ve Atatürk havalimanı katliamı tanığı.