14 Aralık 2025 Pazar

Yerleşik yaşamı yıkmak ve kitle çalışmasında derinleşmek

Yerleşik yaşam tarzından kopmak, kitleleri örgütleyebilmenin, onları devrim için savaşacak siyasal bir ordu düzeyinde işlevlendirebilmenin koşuludur. Devrimci sosyalistler kitle çalışması perspektifine bağlı kalarak ve yaşamını buna göre örgütleyerek daralmayı tersine çevirebilir. Çünkü yerleşik yaşam illeti, ancak ve ancak başka bir yaşam tarzının somutluğuyla yenilgiye uğratılabilir.

Tarım devriminden sonra avcılık-toplayıcılık dönemi sona ermiş ve yerleşik yaşama geçişin temelleri atılmıştır. İnsanlık tarihi ve sınıf mücadeleleri açısından önemli bir dönemeç olarak değerlendirilebilecek olan bu geçiş beraberinde olumlu/olumsuz toplumsal alışkanlığı da beraberinde getirmiştir. Toprağın mülk olarak değerlendirilmesi ve onun korunması, bakımı ve genişletilmesi gibi ihtiyaçlar hareketli yaşam sürdüren insanları belli bir mekana ve alışkanlara sabitlemiştir. Tarihin belirli evresinde iki büyük toplumsal iş bölümü olarak kır ve kent hayatı birbirinden ayrılmış, her biri kendine özgü yerleşik yaşam formlarını dinamik biçimde üretip şekillendirmiştir. Toplumsal tarihin belirli bir evresinde oluşan yerleşik yaşam o günden bugüne üretim tarzı ve ilişkileri tarafından sürekli yenilenmiştir. Günümüzde modern (!) bir hal alarak bugünkü son şeklini almış ve burjuva toplum biçiminin belirgin özelliklerinden biri olarak varlığını sürdürmektedir.

Bu yazıyla bir devrimci militanın yaşamında yerleşiklik sorununu güncel bakımdan önemli gördüğümüz bazı boyutlarıyla irdelemeyi amaçlıyoruz. Yerleşik yaşam, yalnızca bir mekan olarak eve sabitlenmiş bir olgu olarak değil, devrimci mücadelede yerleşikliğin ürettiği alışkanlıklar, statükolar, düşünceler ve davranışlardır. Düzeniçi yaşam, statükoculuk, alışkanlıklardan kopamama ve geri yanlarla uzlaşma gibi biçimlerle karşımıza çıkmaktadır.

Devrimci önderlerin yaşamlarını okuduğumuzda veya tanıklıklar dinlediğimizde günlük yaşamlarına dair çokça şey görürüz. Coğrafyamızın siyasi tarihi açısından değişik özgünlükleriyle değerlendirilebilecek 1968, 1971, 1980 vb. dönemlerinde yaşamış devrimci önderlerin yanı sıra bugün hala aramızda olan yoldaşların hikayelerini dinlediğimizde benzer şeyler işitiriz. Eylemde militanlık, düşmana karşı netlik, halka karşı sorumluluk, kitle çalışmasında derinlik... Bunlar diğer pek çok devrimci özellikle birlikte devrim için yürüyen kuvvetlerin muhakkak taşıması gereken niteliklerdir. Hiçbiri de doğuştan bahşedilmiş değildir, pratikle ve eylemle kazanılır.

Bahsini ettiğimiz devrimci önderlerin ve devrimci kadroların öne çıkan kimi ortak özellikleri vardı. Bunlardan biri mücadelenin seyri ve koşullarına göre değişiklik arz edebilecek, örnek alınması ve uygulanması şart olan, adeta bir kuşağın mücadele ve yaşam tarzı olarak da görebileceğimiz gerilla tarzı yaşamdır.

'68 devrimci gençlik hareketini ele alarak başlayalım. Bu dönemin devrimci gençlik önderlerinin bir çoğunun öğrenci olduğu ve yurtlarda kaldıkları bilinir. Ama onları odalarında bulana aşk olsun değil mi! Mutlaka ya başka bir öğrencinin odasında ya başka bir yurtta ya da dönemin öğrenci evlerinden birindedirler. Burada yakaladıkları devrimci dinamik, devrim ve devrimci örgüt için ihtiyaç olan kitle çalışmasında derinlik ve yenilgiye uğratılmak istenen bir düşman gerçeğidir. Amaç devrimci kitle mücadelesinin bir parçası olarak davranmak ve egemenlere karşı mücadelenin olanaklarını ve potansiyelini güçlendirmektir. Düşmanı yenilgiye uğratabilmek için onun çizdiği sınırların dışında hareket etmektir. Gündelik zamanı devrimci amaçlar doğrultusunda örgütlemektir. Devrimcilik, diğer bir deyişle, kitle havuzunun içinde bütün imkanların kalbinde bir devrimci militan olarak eriyebilmektir ve bu potansiyeli devrimci mücadelenin gelişimi için en etkin biçimde değerlendirebilmektir.

Daha geriye gidelim ve Che Guevara'yı düşünelim. Sırtında eski bir çantayla düşer yola ve başlar Güney Amerika'yı fethetmeye. Onun evi sırtındaki çantası ve emekçi halk kitleleridir. Yani devrimi nihai zaferine ulaştıracak olan milyonlar deryası... Che bunun farkındadır. Çünkü Lenin'in sözü onun hep aklındadır: "Devrim kitlelerin eseridir". Devrimin ihtiyaç duyduğu bütün nitelik kitlelerde verilidir. O kitleler denizi içinde devrimci potansiyeli görür. Ezilenleri siyasal bir ordu olarak örgütlemenin gerektirdiği gibi yaşar. Günlük yaşam disiplini ve yaşam tarzı bu siyasal, örgütsel ve ideolojik ihtiyaçlara ve koşullara göre şekillenir.

Profesyonel ve yerel kadro, imkan, yetenek, eylemci, militan, maliye ve dahası. Kitleler sadece harekete geçirilecek bir eylem gücü değil, devrimci parti ve örgütlerin siyasal, ideolojik, örgütsel, teknik ve daha nice boyut itibariyle yaslanabileceği, kendini daha güçlü örgütleyebileceği bir zemin olarak görülmelidir. Tam da bu yüzden devrimci kitle çalışması yürüten kadrolar, kitlelerle iç içe yaşamak zorundadır. Bu yalnızca kitle ilişkilerinin evinde kalmak olarak değil, işçi ve emekçi halk kitlelerinin yaşam alanlarında konumlanmak, onların nabzını yoklayacak yakınlıkta olmak şeklinde kavranmalıdır. Aksi durumun varacağı yer halka güvensizlik ve yabancılaşma olacaktır.

Mücadeleye yeni katılan genç bir devrimci de uzun yıllarını kavgayla geçirmiş bir kadro da düşünmeli ve kendi pratiğine sorular sormalıdır. Yerleşik yaşamdan ne anlıyoruz ve bu durumla nasıl mücadele ediyoruz? Günümüz nerede, nasıl geçiyor? Nerede başlayıp nerede bitiyor? Günün sonunda odamızdan, bilgisayarımızdan, dolabımızdan, kıyafetlerimizden, yatağımızdan, sıcak suyumuzdan, banyomuzdan, mutfağımızdan, salondaki o tek kişilik koltuğumuzdan ne kadar vazgeçebiliyoruz? Neden her akşam evimize dönmek zorunda hissediyor ve öyle davranıyoruz?

Burada derdine düştüğümüz sadece "evimiz dışında bir yerde kalmak" değildir ve buna indirgenmemelidir. Yerleşik yaşamama anlayışının, bir siyasal hedef ve ideolojik zemine bağlı olması gerekir. Bu da düpedüz devrimci amaçlarla belirlenmiş örgütsel ve siyasal ihtiyaçların bir gereği olarak kavranmalıdır. Hareketli yaşam, kitle çalışmasının bir parçası olarak görülmeli ve değerlendirilmelidir. Hadi gün içinde hepimiz yoğunuz (!) diyelim. Zaman bulamadık veya vaktimizi örgütleyemedik ve kitle ilişkilerimizi, taraftarlarımızı, "devrim kitlelerin eseridir" diye anılan ve bugün bir kısmıyla temas edebileceğimiz o kitlelerle buluşamadık. Peki devrimci sosyalist bir kadro için kaçta ve nerede biter gün? Neden gün batımından ve diğer işlerimizi tamamladıktan sonra direkt evimizin yolunu tutuyoruz? Gün karardıktan sonra rafa mı kaldırılıyor kitle çalışması, belirli saatleri mi var? Neden bir şehit veya tutsak ailemize ziyarete gitmiyor ve evinde kalmıyoruz? Neden geceyi kitle ilişkilerimizin evinde geçirmiyor ve onların sofrasında buluşmuyoruz? Neden taraftarlarımızın evine gidip onlarla siyasal gündemlere veya kolektif perspektiflerimize dair sohbet etmiyoruz? Neden hep günün sonunda komün evlerde veya sabit yaşadığımız hanelerde soluğumuzu alıyoruz? Kapısını çalabileceğimiz, sofrasına oturabileceğimiz kimsemiz yok mu? Evine gidip beraber film izleyebileceğimiz bir sıra arkadaşımız kalmadı mı?

Var olduğunu hepimiz biliyoruz. Sorun çalacak kapımızın olmaması değil, kapıların çalınmamasıdır! Çünkü maalesef dönüp dolaşıp "yuvaya" (!) dönmek daha kolaydır. Bu tip bir yaşam ve çalışma tarzının güçlü bir devrimcilik üretmeyeceği ortadadır. Yerleşik yaşam küçükburjuva alışkanlıklar üretir. Kitle çalışmasını zayıflatır, görüş açımızı daraltır. Kitlelerden koparır ve yabancılaştırır. Düşman algımızı paramparça eder ve siyasal savaşım gücümüzü sınırlar.

Başka bir dünya istiyor ve özgürlükten bahsediyoruz. Bunun ancak devrimle mümkün olacağını söylüyor ve onu örgütlemek için mücadele ediyoruz. Bunu umduğumuz değil, verili koşullarda gerçekleştirmeye çalışıyoruz. En temel sorunlarımızdan biri de bizi adeta haritadan silmek isteyen bir düşmanımızın varlığıdır öyle değil mi? Düşmanı yenmek istiyoruz. Eşit koşullarda değiliz. Teknik olarak oldukça güçlü ve muazzam olanaklara sahip bir kuvvetten söz ediyoruz. Ama yenilebileceğinden şüphe duymuyoruz elbette. Peki neden her anımıza hakim olmasına yardımcı oluyoruz? Neden günlük yaşamımızı bu kadar denetletir durumdayız? Neden günün sonunda onun gözleri önünde uyuyoruz mesela? Düşmanın gözleri önünde uyumak, her gününü aynı biçimde geçirmek ve günü aynı noktada tamamlamak bizi yenme mücadelesinde ona muazzam bir kolaylık sağlamaz mı?

Faşizme karşı mücadelenin özü özeti düşmanın devrimle yenilgiye uğratılması ve politik özgürlüğün kazanılması, sosyalist düzenin inşasıdır. Düşman karşıdevrimcidir ve onunla kurulan ilişki devrimle kurulan ilişkinin düzeyini gösterir. Düşmana karşı uyanıklık bir partizanlık gereği ve ilkesidir. O yüzden döne döne kendi pratiğimize sorular sormalı ve birçok ideolojik sorun ve başlıktan biri olan "yerleşik yaşam" zaafıyla pratik mücadeleye tutuşulmalıdır. Yerleşik yaşam tarzından kopmak, kitleleri örgütleyebilmenin, onları devrim için savaşacak siyasal bir ordu düzeyinde işlevlendirebilmenin koşuludur. Devrimci sosyalistler kitle çalışması perspektifine bağlı kalarak ve yaşamını buna göre örgütleyerek daralmayı tersine çevirebilir. Çünkü yerleşik yaşam illeti, ancak ve ancak başka bir yaşam tarzının somutluğuyla yenilgiye uğratılabilir.

*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 12 Aralık tarihli 248. sayısında yayımlanan Yapıdan köşesi.