Zeynep Öter yazdı | Hakikat savaşçısı özgür basına kulak vermeli

Kirli savaşın suçlarını dünyaya duyurmak ve önüne geçmek için bedel ödeyen gazeteciler, özgür basın geleneğinin de yaratıcısı oldu. Ödedikleri bedelin nedeni de buydu. Komisyonda dinlenmesi beklenen isimlerin arasında katledilen özgür basın emekçilerinin aileleri, yakınları yer almıyor. Hakikatin ve yüzleşmenin yegane savaşçıları için adalet sağlayamadan bu topraklara gerçek bir adalet gelmeyecek.
Kürdistan’da işlenen savaş suçlarını ortaya çıkaran özgür basın emekçileri, bu suçların önüne geçmede çok önemli bir misyona sahip. Özgür Gündem gazetesine yönelik baskılar üzerinden Kürt basın emekçilerinin tarihini anlatan ve kült filmler arasında yer alan Press’in final sahnesi bu gerçekliği bir kez daha hatırlatıyor. Filmde gazeteci Alişan, ‘90’lı yıllarda faili meçhul cinayetlerin ortasında halkının yaşadığı katliamları belgelemektedir. Ama onun gazeteciliği, katilleri rahatsız eder ve beyaz Toros’la sokak ortasında devrimcileri, Kürtleri, sosyalistleri kaçıran kontrgerilla suç makinası, Alişan’a pusu kurar. Alişan "tuzak" sesini duyar, ama kaçmak yerine katilinin fotoğrafını çekerek belgelemeyi tercih eder, hayatı pahasına elbette. Çünkü Alişan, fotoğrafını çektiği katilin sadece kendi katili olmadığını biliyordur. O bir dönemin seri katilini belgelemeyi tercih eder. Ve yine bir başka gazeteci tarafından, onu uyaran arkadaşının çektiği cansız bedeninin fotoğrafıyla, özgür basın geleneğinin nasıl yaratıldığını tarihe not düşer.
Kürt halk önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat tarihli çağrısının ardından Kürt sorununun çözümü adı altında bir sürece girildi. Öcalan’ın çağrısı sonrası PKK silah bıraktı. Gözler adım atması için devlete çevrildi. Bugüne kadar hiçbir adım atmayan devlet, Meclis’te "Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu" kurmakla yetindi. Burjuva çözümün siyasal ve kamusal merkezi olarak kurulan komisyon devletin planı doğrultusunda işletilmeye başlandı.
Komisyon şu ana kadar bir dizi toplantı gerçekleştirdi. Bu kapsamda MİT Başkanı İbrahim Kalın, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya ve Savunma Bakanı Yaşar Güler dinlendi. Bu toplantının notları 10 yıllığına gizlendi. Devletin işlediği suçların üstünü örtmek ve başta Erdoğan olmak üzere yetkililerin yargılanmasının önünü kesmek için yapılan bu hamle başlı başına bir yazı konusu olduğu için şimdilik geçerken değinmiş olalım. Komisyon ayrıca asker aileleri, Süleyman Soylu’nun yönlendirmesiyle HDP Amed İl Örgütü önünde çocuklarını PKK’nin kaçırdığı iddiasıyla provakatif eylem yapan aileler, Cumartesi Anneleri, Barış Anneleri, İHH, İHD, Mazlum-Der ve Tahir Elçi İnsan Hakları Vakfı temsilcilerini de dinledi.
Dinlenecek daha çok isim, kuruluş, örgüt ve kişi önerisi var. Ama kimlerin dinleneceği net değil.
Öneri listesinde Türk burjuva devletinin insanlığa karşı işlediği suçları Rojava’da, Kürdistan’da açığa çıkaran, teşhir eden, bu nedenle hedef alınarak katledilen özgür basın şehitlerinin ailelerinin isimleri yer almıyor. Ne kontrgerilla suikastıyla katledilen Musa Anter’in, ne JİTEM tarafından kaçırılıp kaybedilen Ferhat Tepe’nin, ne de Özgür Ülke’nin bombalanmasıyla katledilen Ersin Yıldız’ın ailesi ya da özgür basın çalışanı arkadaşları komisyona davet edildi. Komisyonun faşist devletin geleneksel politikası olan "devlet-i aliyyenin menfaatleri" çizgisinde bir pratik yürüttüğü açığa çıkıyor.
Sömürgeci Türk devletinin Güney Kürdistan ve Rojava’ya yönelik saldırılarında son beş yılda 15 gazeteci katledildi. Seed Ehmed, Mihemed Hisen Reşo, Dilovan Gever, Zîzis Sînke, Nagihan Akarsel, Îsam Abdullah, Necmedîn Feysel El Hac Sînan, Murat Mîrza, Gulîstan Tara, Hêro Behaddîn, Nazım Daştan, Cihan Bilgin, Egît Roj’un mesleklerinin başında katledilmesinin öfkesi hala taze. Onları katleden sömürgeci faşist Türk devleti, onları anmak isteyen meslektaşlarına da işkenceli gözaltı ve tutuklama saldırısıyla yanıt verdi. Nazım ve Cihan için yapılmak istenen açıklamaya polis saldırmış ve çok sayıda gazeteci gözaltına alınmış ve 6 gazeteci tutsak edilmişti. Bu tutsaklığın devletin "benim öldürdüğümü anamazsınız" mesajı olduğunu belirtmeye gerek yok.
'90’lı yılların hafızası Kürt halkına yönelik inkar, imha ve asimilasyon politikalarını, beyaz Toroslarla kaçırılan, kaybedilenleri, faili meçhul cinayetlere kurban edilenleri, sokak ortasında infaz edilenleri, Kürtçe konuştuğu için linç edilenleri barındırıyor. Ve tabii ki sömürgeci savaş politikalarını haberleştiren, gazetecilere yönelik saldırıları da. 1992 yılında Apê Musa (Musa Anter) uğradığı silahlı saldırıda 4 kurşunla katledildi. Gazeteci Ferhat Tepe 28 Temmuz 1993’te Bitlis’te kaçırılıp 4 Ağustos’ta Elazığ’da katledilmiş olarak bulundu. 1996 yılında Metin Göktepe, takip ettiği haberin ardından gözaltına alınıp gözleri kapalı götürüldüğü spor salonunda işkenceyle katledildi. Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, gazetesinin önünde 2007 yılında katledildi, tetikçi Ogün Samast verilen göstermelik cezanın ardından 2023 yılında şartlı tahliye edildi. 2014 yılında Adana’da Azadiya Welat dağıtımcısı Kadri Bağdu, 2014 yılında özyönetim direnişi sırasında Cizre bodrumlarında Azadiya Welat Gazetesi Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Rohat Aktaş yakılarak katledildi. Rohat’ı katleden devlet 2016 yılında, ölüm haberini suçlama konusu yaparak hakkında dava açtı.
Kirli savaşın suçlarını dünyaya duyurmak ve önüne geçmek için bedel ödeyen bu gazeteciler, özgür basın geleneğinin de yaratıcısı oldu. Ödedikleri bedelin nedeni de buydu. Komisyonda dinlenmesi beklenen isimlerin arasında katledilen özgür basın emekçilerinin aileleri, yakınları yer almıyor. Hakikatin ve yüzleşmenin yegane savaşçıları için adalet sağlayamadan bu topraklara gerçek bir adalet gelmeyecek.
Eğer gerçekten bu topraklarda yaşanan acılara, Kürt sorununun demokratik çözümüne, demokrasi ve özgürlüğe dair adım atılacaksa özgür basının hakikat arayışının peşinde olmak zorunluluktur. Devletin işlediği insanlık ve savaş suçlarını en yakından belgeleyen, teşhir eden, önüne geçmek için can feda direnen özgür basın emekçilerinin ortaya çıkardığı suçlarla toplumsal yüzleşmenin yapılmasını sağlamak, bugünden bildiğimiz gerçeğin hesabını sormak için mücadeleyi yükseltmek kaçınılmaz görevimizdir.