Ataerki ve sermaye işbirliğine karşı 25 Kasım'da sokaklara!
Ataerkil sermaye düzeninin yıkılması, işçi sınıfının, kadınların özgürleşmesi anlamını taşımaktadır. Katledilen kadın ve çocuk işçilerin, Rojin'in, Gülistan'ın, Ayşenur'un, İkbal'in, Yeşim'in ve adını sayamadığımız katledilen kadınların hesabını sormak, kadın ve çocukların katili erkek egemen kapitalist düzeni yıkmak için şimdi soluksuz mücadele zamanı!
Dilovası'nda, 8 Kasım'da Ravive Kozmetik isimli parfüm firmasında 3'ü çocuk 6 kadın işçi katledildi. Bu katliam tüm iş cinayetlerinde olduğu gibi alınmayan önlemler sonucu gerçekleşti. Ravive Kozmetik'te; yangın anında çıkışın sağlanacağı merdiven, yangın söndürme tüpü, iş sağlığı ve güvenliği önlemi, koruyucu ekipman, sigorta veya herhangi bir denetim yoktu. Kayıtdışı, güvencesiz çalışma koşullarında yani göz göre göre bir işçi katliamı daha yaşandı. Daha önceki pek çok örnekte olduğu gibi devlet, yaşanan bu katliamı da münferit gibi yansıtmaya çalıştı. 7'si devlet kurumları, 5'i belediyede olmak üzere 12 sorumluyu açığa alarak gelişebilecek toplumsal tepkinin önünü almayı hedefledi.
Oysa ki yaşanan bu katliam münferit değil sermayenin kar hırsının, kadın ve çocuk emeğinin azgın sömürüsünün bir sonucudur. Benzer iş cinayetleri ve katliamlarının da kanıtladığı gibi arızi bir durum değildir. Günümüzde sıradanlaşan tipik işçi cinayetleri zincirinin son halkalarından biridir. İşbirlikçi Türk sermayesi on yıllardır neoliberal vahşi kapitalizm modeliyle ucuz işgücü sömürüsü ve sermaye birikimi yapıyor. Bu ucuz işgücü yağması her alana yayılıp derinleştiriliyor. Tarım sektöründen sanayinin farklı kollarına her alanda kadın ve çocuk emeğinin ucuz işgücü olarak sömürülmesinde işbirlikçi Türk sermayedarları kıyasıya yarışıyor. En vahşi işgücü yağması ve sömürüsü enformel sektörler ve taşeronluk sistemiyle örgütlenmiş sermaye alanlarında somutlanıyor. OSB'ler bu bağlamda ucuz işgücü ve neoliberal vahşi kapitalizmin çalışma kampları haline gelmiş durumda.
Dilovası bir sanayi bölgesi, işçilerin yoğun yaşadığı bölgelerden biri. Aynı zamanda bütün mahallelerinin sermaye için işçileştirildiği bir bölge. Yoksul halkımız çocuk yaşlı demeden güvencesiz, kayıtsız şekilde bu bölgede çalışıyor. Yaşanan bu katliam, bu gerçeği bir kez daha ortaya koyuyor. Ravive Kozmetik hakkında defalarca kez şikayet oluşturuluyor, iş yerinde çalışan başka kadın işçiler, çocuklar bu şikayetlerinden kaynaklı işten ayrılıyor. Görünen, bilinen ama sessizce ve çaresizce kabullenilen bu süreç bir katliamla sonuçlanmış oluyor. Ataerkil sermaye düzeni, kadın ve çocuk emeğini, ucuz, esnek ve güvencesiz biçimde çalıştırdığı için daha fazla tercih ettiği net bir gerçek. Bu yılın ilk 10 ayında en az 74 çocuk işçi çalışırken katledildi.
AKP-MHP iktidarı, Mehmet Şimşek programı olarak devreye soktuğu OVP ile, "aile 10 yılı" kapsamında MÜSİAD ile yapılan anlaşmayla, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'nın 38 uluslararası firma ile imzaladığı anlaşmalarla, kadın ve çocukların emeğini nasıl kuralsız, güvencesiz şekilde sömüreceğini zaten ilan etmişti. Milli Eğitim Bakanlığı ise MESEM'lerin yaygınlaştırılması için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile uzun bir zamandır ortak çalışma sürdürüyor. Çocukları küçük yaşta en ağır iş kollarında çalıştırmaktan, yaşam haklarını ellerinden almaktan, emeklerini gasp etmekten hiçbir çekince duymadan bu planı uygulanmaya devam ediyor.
Yaşanan tüm bu gelişmelerin dünyasal ölçekte yaşananlarla benzerlik taşıdığını ifade etmek gerekiyor. Erkek egemen kapitalist sistem bir kriz içerisinde, kapitalizmin bütün çelişkileri derinleşmiş ve buna bağlı olarak cinsel çelişkide şiddetlenmiş durumda. Erkek egemenliğinin yaşadığı bu kriz esasta burjuva ailenin krizidir. Doğal olarak erkek egemenliği tek tek ülkelerde bu krizi aşmanın politikasını geliştirmeye odaklanmış, ataerki ve sermaye, kadın ve çocuk emeğinin sömürüsü konusunda yeni yol arayışlarına girmiş durumda. Tüm bunların ağır sonuçlar doğuracağı ise çıplak bir gerçek. Dilovası'nda yaşanan bu katliam esasında ifade ettiklerimizin kristalize olmuş örneğidir.
Ataerki ve sermayenin kadın ve çocuk emeğinin azgın sömürüsünde istikrarlı ve kararlı adımlar atıyor oluşu cinsel çelişkiyi şiddetlendiriyor. Ve bu durum kadın cinsine yönelik erkek saldırganlığının hem devletler ve hem bireyler düzeyinde artacağını gösteriyor. Bunun somut verilerine sahibiz. AKP-MHP iktidarının kadınların mücadele ederek kazandığı haklara dönük saldırılarına, kadın cinayetlerinde her geçen gün yaşanan artışına bakarak bunu görebiliriz.
Kadın cinayetlerindeki artış tüm yakıcılığı ve çarpıcılığıyla ortadadır. Adeta bir savaş bilançosuyla, cins kırımıyla karşı karşıyayız. Sadece 2025 yılının ilk 10 ayında 235 kadın katledildi, 245 kadının ölümü ise "şüpheli" olarak kayıtlara geçti. Bu veriler bize gösteriyor ki; AKP-MHP iktidarı kadın düşmanı politikalarıyla bu cins kırımının tüm elverişli koşullarını hazırlıyor. Fail erkekleri cezasızlık politikasıyla ödüllendiriyor. Kadın katillerini koruyan, aklayan ve gerçek anlamda yargılamayan bu sistematik politika tek tek fail erkekleri teşvik ediyor ve güçlendiriyor. Kadınların yaşam tarzı, tercihleri, kimlikleri katledilmesinin, şüpheli kadın ölümü olarak kayıtlara geçmesinin gerekçesi haline getiriliyor, hatta kadın cinayetleri olağanlaştırılmaya, kanıksatılmaya çalıştırılıyor.
Şüpheli kadın ölümü sayısının katledilen kadınlardan daha fazla olması da şaşırtıcı değil. Devlet ve yargısı nasıl ki kadın katillerini kravat taktığı, kadının erkeği tahrik ettiği vb. gibi bahanelerle aklıyor, ceza indirimleri uyguluyorsa, şüpheli kadın ölümü de, erkek şiddetinin gizlenmesinin bir yöntemi olarak karşımıza çıkarılıyor. Bu ölümlerde soruşturma gerçeğin üzerini örtmek amacıyla yürütülüyor. Erkek yargı faillerin bulunmasını engelliyor. Dolayısıyla şüpheli kadın ölümlerinin aydınlatılması için mücadele etmek erkek-devlete, erkek yargıya karşı öfke biriktiren bütün kadınların harekete geçmesini sağlıyor. İşte Rojin Kabaiş için yürütülen adalet mücadelesi bunun bir örneğidir. 10 ülkeden 56 farklı şehirden bin kadın Rojin için harekete geçmiş durumda. Sayısız kent meydanında, üniversitede "Rojin'e ne oldu" sloganı yükseliyor. Bu mücadelenin büyütülmesi, geliştirilmesi şüpheli kadın ölümlerinin aydınlatılması için önemli bir eşik ve pratik olacaktır. Sosyalist kadınların şüpheli kadın ölümleri karşısında açığa çıkardığı bu hat kadına yönelik şiddetle mücadele bakımından da önemli bir pratiği ve dinamizmi ifade ediyor.
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü yaklaşırken, sosyalist kadınlar olarak kadın cinayetlerine karşı harekete geçme çağrımızı işte bu yüzden yapıyoruz. Kadın cinayetlerinin arkasında erkek devletin, erkek yargının olduğunu biliyor ve bu temelde bir saflaşma yaratmayı hedefliyoruz. Bu saflaşmanın geliştirilmesi noktasında bir seferberlik içerisinde olunması gerekiyor. Dilovası'nda 3'ü 18 yaşından küçük 6 kadın işçinin katledilmesinin sorumlularının yargılanması için, şiddet ve kadın katili erkeklerin yargılanması için adalet mücadelesinin yükseltilmesi, cezasızlık politikası karşısında barikat örülmesi gerekiyor. Sosyalist kadınlar bugüne kadar bu barikatın en önünde saf tuttu. Ancak erkek egemenliğine, kapitalist sisteme, onun yargısına karşı örülecek barikatta yer alacak kadınların sayısını arttırmak, bu kadınları sosyalist saflarda örgütlemek bugünün acil ihtiyacı. Bu sadece sosyalist kadınların değil, sosyalist erkeklerin de temel görevleri arasında yer alıyor.
Emekçi sol hareket bakımından da aynı tartışmayı yapabiliriz, yapmalıyız. Yaşanan kadın ve çocuk işçi katliamına, cins kırımına karşı sessiz kalmamak, erkek egemen rejime karşı kadınların yaşamlarını, emeklerini savunmak, kadınların özgür ve eşit yaşamasını savunan herkesin sorumluluğudur.
Ataerkil sermaye düzeninin yıkılması, işçi sınıfının, kadınların özgürleşmesi anlamını taşımaktadır. Katledilen kadın ve çocuk işçilerin, Rojin'in, Gülistan'ın, Ayşenur'un, İkbal'in, Yeşim'in ve adını sayamadığımız katledilen kadınların hesabını sormak, kadın ve çocukların katili erkek egemen kapitalist düzeni yıkmak için şimdi soluksuz mücadele zamanı!
*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 14 Kasım tarihli 244. sayısında yayımlanan başyazısı.