Heteroseksizmle mücadelede bir engel: Daha az erkek görünme korkusu

Onur Haftası yürüyüşlerinin hazırlık süreçlerinden eylem anlarına kadar tüm aşamaların kadın örgütü tarafından yürütülmesi, bu konudaki açıklamanın sürekli hatırlatılması, eylem ve etkinliklere katılımın kadın yoldaş ağırlıklı olması, çoğunlukla kadınların LGBTİ+ hareketine ait sloganları atması ve bayraklarını taşıması erkek yoldaşlardaki homofobik bariyerleri ve cinsiyetçi işbölümünü gösteren somut örneklerdir.
Geçen sayımızdaki "Cesaretin var mı" başlıklı yazının bıraktığı yerden devam edelim. "Erkekliğin sorgulanmadığı her alan, kadın devrimiyle buluşmayı engeller. Homofobi ve cinsiyetçi kodların fark edilmemesi de bu engellerin parçasıdır. İşte tam da burası bir turnusol kağıdıdır."
Turnusol kağıdı, kimya biliminde bir sıvının asidik mi bazik mi olduğunu belirlemek için kullanılır. Yine turnusol mecazen bir kişinin ya da durumun gerçek yüzünü ortaya çıkarmak anlamında kullanılır. Burada bizim için turnusol kağıdı işlevini gören LGBTİ+ varoluştur. Sosyalist erkeklerin kendi erkeklikleriyle yüzleşmesinin temel bir başlığı LGBTİ+ varoluşla kurulan ilişkidir. Programatik olarak ittifaklık ilişkisi kurduğumuz LGBTİ+'larla erkek yoldaşların kurduğu ilişki program ölçütünde mi bakmak istiyoruz?
Erkeklik kolay kazanılır, zor kopuşulur ve sürekli olarak toplumsal onay ve kanıt gerektirir. Eşcinsel erkekler toplumun "erkek" algısını temsil etmediği için "kadınsı" görünürler. Daha az erkek görünmek, toplumsal erkeklikle yüzleşmeyen erkekler için endişe verici olur. Öyle ki bir lubunya saldırıya uğradığında onu savunmak, onunla dayanışmak bu kaygıdan kaynaklı tercih edilmez. Peki sosyalist erkekler bunun neresindedir? Tam tersi bir tablodan ne yazık ki bahsedemeyiz. Devrimci erkekler politik gündemi "çok iyi" takip eder ama kadınların ve LGBTİ+'ların gündemiyle hiç ya da istenilen düzeyde ilişki kurmaz. Siyasal durum analizlerinde göstermelik ve biçimsel bir cümleyle yer alır. Burada lubunyaların gündemiyle ilişki kurulunca lubunya sanılma kaygısının yanı sıra kendi gündemi olarak görmemek vardır. Farkında olunsun ya da olunmasın sosyalist erkekler lubunyalarla ilişki kurmamak pahasına apolitizme sürüklenmektedir.
LGBTİ+'larla yan yana görünme kaygısı da bir başka sorun olarak karşımızda durmaktadır. Yan yana görününce "daha az erkek" gözükme, lubunya sanılma kaygısı taşındığını somut pek çok örnekte yaşadık. Erkek egemen kapitalist sistem, erkek cinsini birincil pozisyona oturturken, homofobik, cinsiyetçi davranış biçimlerini de normal olan olarak empoze eder. Erkek egemen kapitalist sistemin dayattığı rollerle uzlaşan, onunla savaşmayan ve beklendiği gibi hareket eden bir erkek, sistemle mücadelenin önemli bir mevzisini boş bırakmış olacaktır. Devrimci erkekler bırakalım bu davranış biçimleriyle mücadeleyi yeniden yeniden inşa etmektedirler. LGBTİ+'larla yan yana görünmek, dayanışmak, arkadaşlık, komşuluk yapmak daha az erkek görünme kaygısı yaratıyorsa, örgütsüz, sistem içerisinde ve onun dayattıklarıyla yaşamakta ısrar eden bir erkekten farkınız nedir? Sanıyoruz ki; devrimci olmak diye cevap verilecektir bu soruya. Ancak devrimci erkeklerin görmediği ya da görmek istemediği gerçek, homofobiyle mesafe ve mücadele bizim devrimcilik anlayışımızın bir parçasıdır.
LGBTİ+ hareketin önemli mücadele günlerinde, hareketle ilişki kurmamanın gerekçesi yapılan "işlerinin çok yoğun" olduğu söylemi gözden kaçan bir şey değil. Bunun çoklu nedenleri var. Öncelikle devrimci erkeklerin benimsediklerini söyledikleri programatik görüşlerle ilişki kurmayışı, LGBTİ+ mücadelesini kadın örgütünün ve devrimci kadınların gündemi olarak görmesi ve yine LGBTİ+ sanılma korkusu burada belirleyendir.
2010 yılında, ESP'li sosyalist erkeklerin örgütlediği "Biz erkek değiliz" eylemleri sürecindeki pratik, partideki homofobiyi açıkça göstermişti. Eylemi doğru bulmayan çok sayıda erkek yoldaş, duruma itiraz edemeyen ve eyleme katılmak zorunda olan birçok yoldaş; "çocuğum görür", "çevrem duyar", "ailem ne der" kaygısıyla geri durmak istemiş; katıldıklarında ise yüzlerini dövizlerle kapatarak görünmez kalmayı tercih etmişlerdi. Erkek yoldaşlar kendi "gururlarını", "kibirlerini", ortamlarda yapılacak esprilere karşı kaygılarını merkeze almıştı. Bu eylemler ve sonraki yıllarda örgütlenen çeşitli kampanyalar belli bir bilinç yaratsa da LGBTİ+ hareketiyle buluşma, eylemlerine katılımın örgütlenmesi, partinin görünürlüğünün sağlanması ve bazı risklerin üstlenilmesi büyük ölçüde kadın örgütünün omuzlarına bırakıldı.
Onur Haftası yürüyüşlerinin hazırlık süreçlerinden eylem anlarına kadar tüm aşamaların kadın örgütü tarafından yürütülmesi, bu konudaki açıklamanın sürekli hatırlatılması, eylem ve etkinliklere katılımın kadın yoldaş ağırlıklı olması, çoğunlukla kadınların LGBTİ+ hareketine ait sloganları atması ve bayraklarını taşıması, erkek yoldaşlardaki homofobik bariyerleri ve cinsiyetçi işbölümünü gösteren somut örneklerdir.
Güncel olarak ise hareketle ilişki kurmamanın bahanesi olarak, LGBTİ+ hareketiyle geçmiş yıllarda yaşanan belli gerilimler, "liberal", "karşıdevrimci" vb. yorum ve düşünceler ifade ediliyor. LGBTİ+ hareketi ve heteroseksizme karşı mücadeleyi sadece cinselliğe sıkıştıran, buradan doğru eleştiren erkek yoldaşlar bir türlü bu tartışmanın dışına çıkamıyor, hareketin gelişimi ve talepleriyle ilişki kurmadığı için mücadele eksenini de bilmiyor. Hal böyleyken, faşist şeflik rejiminin LGBTİ+'lara dönük yok etme politikası anlaşılmıyor ve bununla birlikte bu politikalar karşısında pozisyon alınamıyor. Bu durum, bir yandan da parti içerisinde erkek egemen tarz ve yaklaşımları geliştirip, homofobiyi güçlendiriyor, LGBTİ+ hareketle dışsal bir ilişki kurduruyor. Gerçek odur ki kadın devrimi ve parti programımız, heteroseksist düzenin hedef aldığı LGBTİ+ özgürleşmesini de kapsar.
Rejimin LGBTİ+'lara dönük inkar ve imha politikasına karşı çıkmak için devrimci erkekler, "daha az erkek" görünme korkusunu bir kenara bırakmalı ve heteroseksizmle mücadeleye kendinden başlamalıdır. Devrimci kimliğin inşasında LGBTİ+ varoluşun turnusol işlevi gördüğünü her yoldaş hafızasında tutmalıdır.
*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 3 Ekim tarihli 238. sayısında yayımlanan Özgür Kadın yazısı.