1 Aralık 2025 Pazartesi

Işık Sevinç yazdı | Karadeniz'in asi ruhlu kızı Rezan'a...

Gencecik yaşında daha yolun başındaydın. Biliyorum, eğer o talihsiz kazayla aramızdan ayrılmasaydın bugün durduğun yer çok daha farklı olurdu. Ölümsüzleşmeden 2 gün önce birçok yoldaş gibi bana da, "Bir insan ömrünü neye vermeli" diye mesaj atmıştın. Bu durup dururken öylesine sorulmuş bir soru değildi. O soru senin için yeni bir başlangıcın, yeni umutların sorgulamasıydı. İnanıyorum ki seninle ömrümüzü yine, en güzel, gelecek umutlarımıza verirdik.

Bizler için her gidiş erkendir. 2010 yılında talihsiz bir trafik kazasında yitirdiğimiz Rezan Kotil yoldaş, o güne kadar tanıdığım ve şehit düşen sayılı yoldaşlardandı. İlk kez yakinen tanıdığım ve uzun bir zaman dilimini paylaştığım bir yoldaşı yitirmenin acısını nasıl yaşadığım hala gün gibi aklımda. Elbette ölüm ve ölümsüzlük her an ve her yerde biz devrimcileri bulabilir. Zaten bunu bilerek ve göze alarak yürümüyor muyuz özgürlüğe? Her ne kadar ölüm bizler için olağan olsa da, ölümle hiç özdeşleştirmediğin insanlar vardır. Rezan onlardan biridir, onu tanıyan herkes için. Onun enerjisi en büyük durgunluğa, dinginliğe enerji veren cinstendi. Elbette ondan sonra birebir tanıdığım, birlikte çalıştığım, birlikte mücadele yürüttüğüm, savaşımı büyüttüğüm birçok yoldaşı ölümsüzlüğe uğurladık. Her birinin yeri ve gidişinin yarattığı duygu başkadır. Her mutluluk gibi her acıda kendine hastır. Biri diğeriyle asla kıyaslanamaz.

Artvin'in Hopa ilçesinde Hemşin halkının bir evladı olarak dünyaya gelen Rezan yoldaş devrimci-demokrat geleneğe sahip bir ailede büyür. Dev-Yol'da örgütlü olan amcası uzun yıllar hapishanede kalır. Hapishanede Kürt gerillaları ile birlikte kalan amcası Rezan adında çok değer verdiği ve daha sonra Kürdistan özgürlük mücadelesinde ölümsüzleşen bir gerillanın adını verir Rezan yoldaşa. Daha doğumunda Karadeniz'in asi ruhu ile Kürdistan'ın özgürlük ruhu sarar Rezan'ın yüreğini. Ondandır ki ruhuna Karadeniz'in asi ve hırçın dalgaları, Kürdistan'ın özgürlük umudu işlemiştir. Ondandır ona Karadeniz'in hırçın kızı deyişimiz.

Kürdistan'a ilk geldiğinde bir yandan bu coğrafyanın gerçekliğini anlamaya, anlamlandırmaya çalışıyor, ama diğer yandan anlamada zorlanmalar yaşıyordu. O güne kadar basından, anlatımlardan duyduğu ve gördüğü savaş gerçekliğinin içerisindeydi artık. "Neden savaş. Neden karşılıklı konuşulup çözülmüyor sorunlar. Neden bu kadar insan ölüyor. Bir tek Kürtlerin mi dili ve kültürü yasaklanıyor ki bu kadar insan dağa çıkıyor ve ölüyor" soruları ikna olmakta zorlandığı sorulardı. Bunda elbette sonradan kendisinin de dile getirdiği Karadeniz'de bir devlet politikası olarak uygulanan şovenizmin etkileri mevcuttu. Fakat işgalci Türk devletinin her gün kent merkezinin içerisinde savaş uçakları, helikopterleriyle dağları, ovaları, dereleri, ormanları bombaladığını canlı canlı görünce, kaldığı Dersim'de, gittiği Amed ve diğer Kürt kentlerinde devletin polisinin, askerinin halka yönelik keyfi saldırılarına tanık oldukça, Dersim kent merkezinde sıklıkla akrep ve panzerlerin onun yorumu ile darbe görüntülerini andıran kent turlarını gördükçe sorularına cevap bulmaya başlamıştı. Ceylan Önkol'un savaş uçaklarıyla vurulup annesinin içli ağıtlarla parçalarını topladığı görüntüleri onun genç yüreğini ceylanlaştırmıştı. Hiç anlamadığı Kürtçe ve Zazaki ezgileri dinledikçe "Kürt halkının yaşadığı bütün acıları daha iyi anlıyorum" diyerek tek tek tercüme ettirip yüreğine kazıyan ve o ezgilerde dile gelen acılarla Kürt halkı ile empati kurmaya çalışandı o.

Kürdistan gerçekliğini tanıdıkça ismini daha çok seven Karadeniz'in asi ruhlu Rezan'ı, Türkçe karşılığı ile yol bileni artık yolunu öğrenen ve yol öğretendi. "Ey Ağrı'nın isyan kızı" ve Mehmet Atlı'nın Kürdistan'daki kirli savaş gerçekliğini dile getiren "No çi halo" parçaları dinlemekten asla bıkmadığı ve her fırsatta dinlediği en sevdiği şarkılardı. Kürt müziğini dinledikçe Kürt halkının yaşadığı acıları anlamlandırandı o. Kürtçe dengbejleri dinlerken gördüğümde onu, "bir acı bir şarkı ile nasıl bu kadar güzel dile gelir, şimdi daha iyi anlıyorum Kürt müziğinin neden bu kadar derin acılarla dolu olduğunu" deyip anlamlandırmaya çalışırdı. Kürt müziği ve kültürü ile bu denli derin bir ilişki kurması aslında onun kültürel zenginliğini ifade ediyordu. Örneğin Amed'te hiç anlamadığı halde 2 saatlik tiyatroyu sıkılmadan izleyen ve tercüme yolu ile anlamaya çalışandı o.

Onu tanıyan, onu bir kereliğine, çok kısa bir anlığına da olsa gören, dokunan herkes asla unutmamıştır enerjisini, neşesini, güleçliğini, muzipliklerini, yoldaş inceliklerini ve de en önemlisi partiye, yoldaşlarına bağlılığını. Elbette üzüldüğü, kızdığı, gerildiği anlar da vardı. Fakat abartısız yorumu ile konu kapandıktan sonra 5 dakika sürmezdi gerilimi. Kendi deyimi ile hayat üzülmek için çok kısaydı. "İnsan doğduğu coğrafyaya benzer" denilir ya işte bu gerçeklik tam da Rezan'ın kişiliğinde somutlanır. Kişilik yapısı, ağız dolusu kahkahaları, neşesi, coşkusu, güzel esprileri, yoldaş canlılığıyla tanıdığı, dokunduğu her bir yoldaşta, temas ettiği halkta, kadında, gençte mutlaka ama mutlaka bir iz bırakmıştır. Çok konuşkanlığı ve sıcak samimiyeti ile kendisini sevdirmediği kimse yoktur.

Yaklaşık 3 yıl birlikte aynı çalışmayı ve evi paylaştığımız Rezan ile ilk karşılaşmamız Dersim'de olmuştu. Uzun süre alanda ve evde tek kalmıştım. O gün günlük çalışmalardan dolayı yoğun ve yorucu bir gün olmuştu benim için. Otogar ile ev arasında bayağı bir mesafe vardı. Onu almaya gittiğimde tanıştık ve sanki 40 yıldır tanışıyormuşuz gibiydi. Tabii bizim Rezan daha merhabalaşıp tanıştıktan sonra konuşmaya başladı ve eve yürüyüşümüz boyunca da devam etti. O gün anladım Rezan yoldaşın konuşmayı çok sevdiğini ve birlikte kalacağımız süre içerisinde asla susmayacağını. Yoldaşla yeni tanıştığımız için haliyle çok yorgun olduğumu ve biraz dinlenmek istediğimi de söyleyememiştim. İkimiz hem uzanmış, hem sohbet ediyorduk, ben günün getirdiği yorgunlukla bir ara uyuyakalmışım, gözümü açtığımda saat hayli ilerlemiş, Rezan yoldaş benim uyuyakaldığımı fark etmeden anlatmaya devam ediyordu. Zaman geçip de artık birbirimize iyice alıştıktan sonra ona şaka yollu o gün kendisi konuşurken uyuyakaldığımı söyleyince dönüp anlattıklarımı nereye kadar hatırladığımı sormuştu. Hatırladığım yere kadar olan kısmını söyleyince "dur geri kalan kısmını da anlatayım" deyip tekrar anlatmaya başlamıştı. Şaka ile çok konuştuğunu söylediğimde o da "Ben bir konuşmadan, bir yemek yemeden, bir de gülmeden yaşayamam herhalde. Beni seviyorsan alışacaksın" diye yanıt verip devam ederdi konuşmasına. 3 kadın yoldaş olarak kaldığımız dönemler, Rezan yoldaş gözünden uyku akmasına rağmen "çok uykum var, ama ben uyuduktan sonra bensiz konuşursunuz diye uyuyamıyorum" deyip çoğu defa uykusuz kaldığı ve okula uykusuz gittiği olmuştur. Kendisinin deyimi ile onu bir tanıyan bir de tanımayan pişmandı. Yoldaşlık sevgisi ve inceliği onun temel karakterlerinden biriydi. Doğum günümü öğrenmiş, hiç parası olmadığı için pasta alamayan Rezan yoldaş bir tabak makarnanın içine mum dikip, yanına küçük bir demet kır çiçeği koyup doğum günümü kutlamıştı. Başta o günün doğum günüm olduğunu unuttuğum için anlayamamıştım. O da dönüp bana "ne var yani anlaman için illa ki süslü bir pasta mı olması gerekirdi, var olan koşullara göre kutluyoruz işte" diye espri ile yanıt vermişti. Hayatımda kutladığım ikinci, ama bir tabak makarnanın ortasında bir mum ve bir demet kır çiçeği ile kutladığım ilk doğum günümdü. Son otobüs parasını yoldaşına bırakıp saatlerce yol yürüyecek kadar yoldaşlık sevgisi ve inceliği ile doluydu o.

Üniversiteden sonra hem çalıştığı hem de parti faaliyetleri yürütmek için yaşadığı Antalya'da sık sık arar görüşürdük. Bir gün telefonla arayıp işten istifa ettiğini söyledi. Nedenini sorduğumda tekniker olarak çalıştığı inşaat sektöründe Kürt işçilere yönelik şoven yaklaşımlar, ücret politikası ve sadece Kürt oldukları için işten çıkartılması olduğunu söylemişti. Bir taraftan şaşırmış bir taraftan muazzam mutlu olmuştum. Kendisi tekniker olarak çalışıyordu ve maaşı da o döneme göre iyiydi. Fakat Karadenizli bir Hemşin olarak Kürt işçilere yönelik şovenist yaklaşımları kabul etmemiş, "Madem onları işten çıkartıyorsunuz o zaman ben de istifa ediyorum" diyerek devrimci bir tutum takınmıştı. Kürdistan'da kaldığı dönem gördüğü savaş gerçekliği onda çok güçlü bir değişim örgütlemiş ve politik bir bilince dönüştürmüştü.

2007 yılında büyük bir serhildana tanıklık eden Amed'in milyonların katıldığı Newroz'una gitmiştik birlikte. Sabah Newroz alanına gitmek için yola çıktığımızda Amed'in dört bir yanından 7'den 70'e halkın kent merkezinden yürüyerek Newroz alanına akın ettiğine tanık olduk. Rezan'ın şaşkınlığı ve mutluluğu günlerce süren konuşmalarına ve değerlendirmelerine yansımıştı. Özgürlük sloganlarının milyonların ağzında yükseldiği Amed Newrozunu Karadeniz horonu ile buluşturmuştu. Kürt gençleri ile halaya duran, çok kısa bir süre içerisinde onlara horonu öğretip hareketli Kürt müziği ile horon oynayan Rezan... Amed Newrozunda horon fırtınası estiren Rezan'la Türkiye kentlerinde Kürt halayı fırtınası estiren aynı Rezan'dır.

Tabii biz Kürtlere en çok kızdığı şey, neden Karadeniz üretimi çay değil de kaçak çay içtiğimizdi. Dersim'i sevme nedenlerinden biri yerli Karadeniz çayı tüketilmesiydi. Ama Dersimlileri kızdırmadan da edemezdi. Dersim halkı için Munzur bir başkadır ya. Rezan her fırsatını bulduğunda "sizin bu Munzur dediğiniz var ya bizim Karadeniz'in bir çeşmesi kadar ya da göze dediğiniz bizim denizin bir dalgası kadar" deyip tatlı bir atışmaya yol açardı. Ama birlikte yapmayı en çok sevdiğimiz şeylerden biri de Munzur'un asma köprülerinden ayaklarımızı sarkıtıp sohbet etmek ya da kıyıda ayağımızı Munzur suyuna sokup öylece sohbet etmekti. Hele bir de yakınlarda çay içeceğimiz bir yer varsa saatlerce keyfimize diyecek olmazdı. Konuşmayı çok sevdiğinden ve konuşmadan duramayacağı için genelde o konuşmacı, ben dinleyici olurdum. En çok kızdığı şeylerden biri de Karadenizli olduğu için sürekli ona Laz ulusundanmış gibi davranılmasıydı. O da "Ben Hemşinim Hemşin daaa" deyip kızgınlığını dile getirirdi. En son görüşmemiz SKM'nin 1 milyon imza kampanyasının Ankara'daki final kampanyasında olmuştu. Zafer işareti ve güzel gülüşünle sembol olan resmin o eylemden çekilmişti. Ankara'nın muazzam soğuk bir kasım günüydü. Bir taraftan soğuktan titreye titreye yürürken nasıl da enerjik ve mutluydun. Sloganlarımız yeri göğü inletirken sen arada yine görüşmediğimiz zamanlardaki gelişmeleri anlatmaya devam ediyordu.

Sevgili Rezan çok oldu sen gideli, hala kabullenemedim gidişini... Ama alışmak zorunda kalıyoruz be Rezan... O kadar çok acı işledi ki senin ve senin gibi nice yoldaşın gidişi ile yüreğime... Bu öylesi bir alışma değil ki. Bir taraftan artık yokluğunu-zu kabullenmek, ama diğer taraftan sizin gülüşlerinize, umutlarınıza, neşenize tutunarak, sizin bıraktığınız yoldan yürümektir bizim için alışmak. Kaç kez kırdılar dallarımızı, kaç kez budadılar, ama asla yok edemediler umudun her seferinde yeniden yeşeren köklerini, asla yok edemeyecekler. Gencecik yaşında daha yolun başındaydın. Biliyorum, eğer o talihsiz kazayla aramızdan ayrılmasaydın bugün durduğun yer çok daha farklı olurdu. Ölümsüzleşmeden 2 gün önce birçok yoldaş gibi bana da, "Bir insan ömrünü neye vermeli" diye mesaj atmıştın. Bu durup dururken öylesine sorulmuş bir soru değildi. O soru senin için yeni bir başlangıcın, yeni umutların sorgulamasıydı. İnanıyorum ki seninle ömrümüzü yine, en güzel, gelecek umutlarımıza verirdik. Ve sen sevgili yoldaşım rahat uyu Karadeniz'in en güzel yeşilliklerine bakan yerinde, bugün her yerde yoldaşların senin bitmek bilmez enerjin, gülüşün ve coşkunla büyütüyor kavgayı... Gülüşünü, muzipliklerini, coşkunu, umudunu ama bak şımarmayasın en çok da susmak bilmeyen konuşmalarını özledim...