5 Şubat 2025 Çarşamba

Ozan Horoz yazdı | Dede ve torun asalaklar: Sömürü düzeninin son perdesi

"Hesaplaşma günü korkunç olacak" bunca sömürüye, bunca arsızlığa, bunca talana, bunca savaşa, bunca onursuzluğa korkunç bir son hazırlamaktan başka bir çaremiz yok çünkü…

I.
Sene 2008. Bir bezirgan patron, kalp krizi geçirerek ölür. Cami avlusunda kimler yoktur ki; dönemin Sanayi ve Ticaret Bakanı Zafer Çağlayan, Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Şevket Kazan, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün, Ankara Sanayi Odası Başkanı Nurettin Özdebir ve burada adını sayamayacağımız çeşitli çap ve boyuttaki bir grup asalak daha... Bu isimlerin hepsini tarihin ilerleyen dönemlerinde çeşitli yolsuzluk, rüşvet ve soysuzluğun içerisinde görmüştük. Sınıf çıkarlarının gereğini yerine getirmek adına patronların sadık sözcüleri ve efendilerinin hizmetkarı olmuş bir grup insan müsveddesi.

Bu cenaze törenini diğerlerinden ayıran bir olay, dönemin TV kanalları ve gazetelerinde de yer buldu. Bu patron, 2001 yılında kapattığı fabrikalarından birinde çalışan 64 işçiyi tazminatsız işten çıkarmış ve bu yıllar içerisinde verdiği hiçbir sözü tutmamıştı. İmamın cemaatten helallik istediği esnada işçiler, "Hakkımızı helal etmiyoruz" diye haykırmış ve bu durum, dönemin ilahiyat "profesörlerinin" görüşlerine başvurulacak bir mesele haline getirilip köpürtülmüştü. Burjuva basında mesele, bireysel bir işçinin çıkışı gibi gösterilmeye çalışılmış ve örtbas edilmiş; muhafazakar medya gruplarında da bu çıkış hiç yer bulmamış, ölen patronun ülke ekonomisine yaptığı "değerli" katkılardan bahsedilmişti.

Bu cenaze, sıradan bir cenaze değildi. 64 işçinin hakkına girenlerin ve onların işbirlikçilerinin hepsi oradaydı. Tam da bu yarılma, sınıf çelişkilerinin ortasında kılıcın ucunu keskinleştiren ve emeğinin hakkının peşine düşen işçilerin öncü bir eylemine dönüşmüştü.

II.
13 Aralık tarihinde, THY'nin tarifeli Dubai-İstanbul seferinde işkembesini şişirmiş bir asalak patronun uçakta olay çıkardığı görüntüler sosyal medya kanallarında yayınlandı. Olayın mahiyeti tam olarak bilinmemekle birlikte, iktidarın arka bahçesine dönüşen THY yönetimi bu asalağın "kurumsal imajını" korumak ve iktidar yanlısı birilerinin ayağına basmamak için çekimser davranıp açıklama yapmıyor olabilir, önümüzdeki günlerde çıkacak kokusu. Olayın ne olduğundan bağımsız; olayın kim tarafından ve hangi sözlerle yaşandığı bizim gündemimiz. Gelelim hesap sorulmayan bir günün bile günahını ödeyemeyeceğimiz o sözlere; "Sen benim kim olduğumu biliyor musun, haaaaa? Lan ben milyar dolarlık adamım! Ben Türkiye'yi satın alırım! Gel buraya lan, gel buraya lan p…."

İTHAL İKAMECİ DÖNEM VE TÜRK BURJUVAZİSİNİN PALAZLANMASI
İthal ikamecilik, Türk burjuvazisi açısından önemli bir sermaye birikimi döneminin yaratılmasına vesile oldu. Özellikle 1950'li yılların ikinci yarısından sonra hız kazanan bu dönem, Koç, Sabancı, Has gibi bir elin parmağını geçemeyecek şirketin hızlı bir şekilde holdingleştiği ve ürettikleri kalitesiz araba, triportör, beyaz eşya, televizyon ve bir dizi "dayanıklı" tüketim mallarını maliyetinin birkaç 10 katına sattıkları; bu yolla muazzam karlar elde edip, büyük sermaye gruplarına dönüştükleri bir "ayrıcalıklılar" sınıfı yarattı. İthalat yasakları yoluyla, bu seçilen yerli burjuva sınıfının iç pazarda istediği gibi at koşturduğu ve servetine servet kattığı bir dönem oldu. Bu koşullar, Türk burjuva devletinin sınıf işbirlikçi ve kendi burjuvazisini yaratma hikayesinin bir bölümüydü.

Türkiye'yi satın alacağını iddia eden asalak ve 64 işçiyi tazminatsız işten atan asalak, dede ve torun; ikisinin ismi de aynı: "Abdülkadir Özcan"… Özcan ailesinin servet birikimi de bu ithal ikameci dönemin zenginleştirdiklerinden. Dede Özcan ya da daha doğru bir tabirle "dede asalak", 1955 yılında ithal ettiği ikinci el lastiklere diş açarak yeniliyor ve piyasada yaşanan lastik sıkıntısından kaynaklı hızlı bir zenginleşme yaşıyordu. 1976 yılında, o dönem için bir devlet kurumu olan PETKİM bünyesinde kurulan, orduya ve piyasaya lastik üreten Petlas'ı 1997 yılında önce Kombassan; ardından 2005 yılında Özcan ailesi satın alıyor. Özellikle savaş sanayisine lastik üretimi yapan dede-torun asalağa ait holding, F-16 savaş uçaklarının da lastik üreticisi konumunda. Dolayısıyla; Roboskî'yi, Filistin'i ve Rojava'yı bombalayan F-16'ların lastiğini de bu holding yapıyor.

III.
Bugün dede ve torun asalaklar, sermaye düzeninin en karanlık köşelerinde halkın alın teriyle büyüttükleri servetlerinin üzerinde oturuyorlar. Onları besleyen, koruyan, büyüten bu düzen; emeği yok sayan, işçinin hakkını çalan, halkı açlığa ve sefalete mahkum eden bir sömürü düzenidir. Ancak bu çark böyle dönmeyecek.

Fabrikaları kapatan, işçileri tazminatsız sokağa atan, "Türkiye'yi satın alırım" diyen asalaklara karşı, alın teriyle yaşayan emekçiler; elbet bir gün bu hesabı soracak! Emeğiyle, elleriyle, direnişiyle bu düzeni alt üst edecek olan işçiler, bu asalakların saltanatını yıkacak ve kendi iktidarını kuracaktır.

Roboskî'yi bombalayan, Filistin'i yok eden, Rojava'yı yakan savaş makinelerini besleyen bu patronlar sınıfı; işçilerin öfkesiyle, ezilenlerin birliğiyle yerle bir olacaktır. Dünyanın her köşesinde kan, yoksulluk ve savaşla var olan kapitalizm; halkın örgütlü gücü karşısında diz çökmeye mahkumdur.

Bu yazının yazıldığı esnada MESS'in sözcüsü Erdoğan hükümeti, 5 ayrı fabrikada greve çıkarak emeğinin hakkının peşine düşen bin 500 işçi metal işçisinin grevlerini 6 ay süreyle "milli güvenliği tehdit" gerekçesiyle yasakladı. Diğer tarafta Ankara'ya sendikal hakları ve insanca ücret için yürümek isteyen Polonez işçileri, biber gazı, cop ve çeşitli tacizlerle önleri kesilip işkenceye uğruyor. THY'nin tarifeli Dubai-İstanbul uçağında, 7 bin işçinin 5 ayrı fabrikada gece gündüz çalışarak ürettiği sermayesiyle Türkiye'yi satın alabileceğini iddia eden asalak, sermayesinin ve işbirlikçisi iktidar sahiplerinin ona verdiği yetki ve biat ile bunu söylüyor.

Alanlarda çok söylenen bir sloganla bitirelim yazımızı, " Hesaplaşma günü korkunç olacak"; bunca sömürüye, bunca arsızlığa, bunca talana, bunca savaşa, bunca onursuzluğa korkunç bir son hazırlamaktan başka çaremiz yok çünkü… Şairinde dediği gibi, "Eti geçti duydun mu bıçak kemikte."